11 Haziran 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

11 Haziran 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sabah kahvaltısı: tes, 100 gram kuru azhar Uzmanın yemek Jlsteleri Profesör üzüm! yin dir münakaşa zl Profesör Mazhar Uzmanın Profesör doktor Mazhar Uzman, son | #enelerde ucuz yemek listeleri tertib | etmekle şöhret kazanmıştır. Öğle yaktı bir bardak limonata, altı zeytin, dört ceviz, bir dilim ekmekle yedi bu- çuk kuruşa bir adamın karnını doyu- Tur, Akşam yemeğini de cevizin yerine fındık, zeytinin yerine peynir koyar rak gene bu fiate idare eder. İdare hususunda muktesitliğile tanınmış olan diğer bir profesörü, meslekdaşı Celâl Muhtarı âdetâ gölgede bıraktı. Yaz geldi, sıcaklar başladı... Yazın umumiyetle az yemek yenir. Bu ba- kımdan profesör Mazhar Uzmanın )is- teleri daha ziyade ehemmiyet kazanı- yor. Bir arkadaşımız bunu düşünerek muhterem doktora başvurmuş, kendi- slne; «Yazın ne yemeli?» diye sormuş” tur. Profesör hülâsa olarak şu cevabı vermiştir: 4 — Eti bir tarafa bırakın. Bize nisbtle soğuk olan Avrupada bile ete rağbet etmiyorlar. Sebze durürken etin yüzüne bakılır mı? Etrafınıza bir bakın. Bizde şişmanlar gün geçtikçe çoğalyor. Şişmanlık sıhhate değil, sıhhatsizliğe âlâmettir. -Lüzumsuz yağ karaciğerleri, böbrekleri, mideyi yorar, nekris, şeker, kum, romatizma bu yüzden olur, Bu sebeble hafif şey» ler yemek lâzımdır. Sabah kahvaltısı için bir dilim ek- mek, iki domates, yüz gram kuru üzüm, taze marul veya salatalık kâ- fidir. Çaya, süte lüzum yoktur. Öğle yemeği 250 gram ekmek, 320 gram kirazdan ibaret olmalıdır, Akşam ye- meği için zeytinyağlı yaprak dolması veyahut kabakbayıldı, yahut bamya ile yoğurt ve kiraz kâfidir» Üstad galiba kirazı çok seviyor. Bu- nun için kiraz mevsiminin sonuna ka- dar hep kirazı tavsiye ediyor. İleride kiraz bittikten sonra yerine karpuz ve kavun konulabileceğini söyliyor! Profesör Mazhar Uzmanın listele rine bakılırsa İstanbul halkının bü- yük bir kısmının gayet sıhhi şeyler yediğine hükmetmek lâzmgelir. Çün- kü pek çok aileler et, balık yemiyor- Esad Mahmud Karakurd yasak ettiği yemekler lar, üstadın tavsiyelerini. hemen he- men harfiyen tatbik ediyorlar. Halbuki bu fikirde olmıyan doktor- lar, hâttâ profesörler var. Meselâ pro- fesör Tevfik Sağlam peynirli, cevizli, Iimonatalı yemek listelerini katiyen muvafık bulmıyor, Profesör diyor ki: «— Bunlar müfrit fikirlerdir. Bede- nen çalışan bir adamla oturmuş çalı- şan bir adamın yemesi , bir değildir. Herkese ayni yemek tavsiye edilemez. Yenilecek yemeklerin listelerini biz- den iyi bilen bir hekim var: Tabiat. Bırakın herkes kesesinin yettiği, ca- nının yani bünyesinin istediği kadar yesin.» Biz de bir üçüncü doktora müracaat ettik. Bu zat diyor ki: — Profesör Mazhar Uzmanında hakkı var, Tevfik Sağlamın da... Ha- kikaten İüzumundan fazla gıda vü- cud için zehirdir ve bu suretle zehir- lenenler pek çoktur. Bu gibilere limo- nata ile peynir ve kiraz muvafıktır. Fakat diğer taraftan çok çalışan ve çok yorulan adamlara bu gıda kâfi gelemez. Onların daha kuvvetli şey- | lere ihtiyacı vardır. İnsanın midesi her türlü yiyeceğe muhtaçtır. Yani et, sebze, unlu şey, şeker, meyva ister. Bir vücud hasta olmadıkça, gıdaların her nevinden ak malıdır. Ucuzluk, bahalılık meselesi- ne gelince, bunu idare etmek kabildir, Et ucuz olduğu zaman et, bahalı bu- lunduğu zaman balık, yahut yumurta yenir, Meyvanın, sebzenin: filân cinsi değil, ucuzu aranır. Bu suretle nisbe- ten ucuz surette karın doyurmak im- kânı hasıl olur. Hafif yemekler herkes için muvafık değildir. Fakat bir insanın doya doya yemesini de tavsiye edemem, Fransız- lar «Yedikçe iştah artar; derler. İn- san doya doya yemeğe alıştıkça daha fazla yemek ister, bu yüzden birçok rahatsızlıklar başgösterir. 'Hülâsa olarak şunu söyliyebilirim: İnsan her şeyi yemeli, fakat mutedil surette yemeli, ifrata gitmemelidir, ON GECE!.. Hafif bir yağmur yağıyor... Her ta- raf çamur içinde... Zavallı zabit, rüzgârın önüne katılmış, sürüklenip duran bir kâğıt parçası gibi, Odesa sokaklarında İliklerine kadar ıslana- rak onun gidebileceği her yere girip çıkıyor... Fakat nafilef.. Yok yok yok!. Yüzbaşı yesinden çıldıracak derece- ye gelmiştir... Bulamamak, onu gör- meden gitmek ıztırabile deli oluyor... Ne diyecek Maryoraysa!.. madığına nasıl inandıracak kımıl. Şakaklarının yandığını hissediyor... Karanlık çökmeden Odesadan hare- ket edecektir. Ne yapsın şimdi!., dırmak Işten değil!.. Saat beş buçuğa geliyor... Halbuki beş buçukta hava kumandanlığında ispatı vücut ede- rek kumandanla görüşmek üzere emir almıştır. Yapıl başka iş yok!., K kumandanlığa gidece ktirt derisinden iki akarak hava nu tutuyor.. esmektedir.. » Caddeler tenha ve 18si2!, | Çı | Tefrika No. 63 madığı bir takım uzun, dönemeçli yollara giriyor ve biraz sonra gözden kaybolup gidiyor... ... Şehrin cenup tarafında büyük bir meydan... Çizgi gibi uzayan beton yollar, bir tepenin eteklerine sıralan- muş İki sira paviyon ve arkasında ge- niş hangarlar!.. Çâr Rusyası zâmanında, bütün Ka- radeniz hava filolarını içine alan bu büyük meydan ve hangarlar, şimdi tamamile Almanların eline geçmiş bulunuyor... Hangarların önünde evi nevi tayyareler sira- lanmaktadır... Odesa hava kumandanının odasın- Kumandan kır saçlı, r Alman miralayıdır. 1 of uruyor. Duvar- Kumar ndanım; Türk topçu yüz- Hızlı hızlı yürüyerek bilmediği, tanı- İ başısı Faruk bey, sizi görmek istiyor... İşte burası Odesa ha» | i va kumandanlığıdu Onu bula-.| İ tar. Zabite doğru ilerliyor... Boş bir bavulla bir su küpü bırakıp gitmiş! Suçlu : “ Yalandır. O beni başdan çıkarmak olamadı ,, diyor istedi, muvaffak İkisi de gayet temiz ve şık giyin- mişler, yaşları yirmi ile yirmi dört arasında. Biri, ötekinden davacı imiş. Birinci ceza mehkemesine girerken yaşlarına ve çehrelerine hiç de yakış- mıyacak şekilde kaşlarını çatarak, gözlerini süzerek birbirlerine bakr- yorlar, müstehziyane dudak büzüyor- lardı. Davacı bayan Sadiye pek te derdli imiş, Beyaz ropunun yakasındaki ye- şil kordelâyı parmakları arasında â$0 biyetle bükerek davasını anlatıyor: — Bay rels, dünyada en çok sevdi- ğim şey iyilik yapmaktır. Fakat her iyiliğim de fenalıkla karşılanır. İşte bu sefer de böyle oldu. Ben artistim. Yazın oyun ve saz heyetlerile Anado- Tuda dolaşırım, kışın İstanbulda otu- rurum. Günün bir çok zamanlarında, dışarıda kaldığımı için ev işlerim yar pılamıyor. Bunun için şöyle kendime bir can şenliği criyordum. Bir gün sokakta dolaşırken bu Sa- niyeye tesadüf ettim. Kiralık ey arr yorlarmış. Şöyle dikkat ettim, tipi va- ziyeti hoşuma gitti. «Eh, bu bana ar- kadaş olur» dedim. Kendişile konuş- tum, Evde kira, mira vermeden be- nimle beraber oturacak ve evin işleri- le meşgul olacak. Bu suretle mutabık kaldık. Derhal kendisini lip eve gö- türdüm. Haline acıdığım için kendi- sine karşı elimden gelen iyiliği yap- mak İstiyordum. Evimizde ev sahibi ile başka kiracılar da vardı. Onlara «Saniye benim hemşiremdir, şimdiye kadar dışarda bulunuyordu, şimdi geldi, beraber oturacağızı dedim. on beş gün sonra da artistlik yapmak üzere Anadoluya gitmek mecburiyo- tinde kaldım, Kendime ald eşyaları bir odaya koyup kilidledim, Sainyeye de lâzım olacak kadar eşya bıraktık- tan sonra ben dönünceye kadar gene evde oturmasını söyliyerek çıkıp git tim. Bir müddet sonra döndüğüm za- nan birde negöreyim bay Reis? Odam açılmış, eşyalarım alınmış, yal- nız, bir su küpü İle boş bir bavul kalk mış. Araştırdım, soruşturdum, niha- yet eşyalarımı bu Saniyenin alıp gö- türdüğünü öğrendim. Hemen ev sa- hibini yakaladım, eşyamı bu kıza ni- çin verdiğini sordum. Onlar da; — Sen bize, bu kız benim hemşi- remdir, dedin ve evini kendisine bı- rakıp gittin. Artık hemşiren varken biz senin eşyana ne karışırız? Demezler mi? Hakları varya bay Reis! Ben ona iyilik ettim, herkese — Ha; şu demin İbraiiden gelen zabit mi? — Evet!,, — Hemen alın içeriyel. Bir dakika... Yüzbaşı giriyor... Dört beş adım atıyor ve sonra ayakla» rını biribirine vurarak sert bir selâm İ veriyor... — Altıncı kolordu Türk tayyare da- #i topçu yüzbaşısı Faruk! Miralay o sırada yerinden kalkmış- Mütebes- sim bir yüz, tatlı bir 868... — Tanıştığımıza memnun oldum yüzbaşı!.. Sizi getiren arkadaş, çok Cesur, merd bir zabit olduğunuzu söy- | Jedi. — Teşekkür ederim miralayımi!,, — Oturunuz!.. Oturuyorlar... Birer sigara yakı- yorlar... Tahta bir oda... Sigaraların dumanları kıvrıla kıvrıla, kırla kırı. Ja tavanlara doğru yükselmektedir, | Dışardan yağmurun sesi geliyor... — Demek hemen bu akşam gitmek istiyorsunuz yüzbaşı!.. | eline geçtiği takdirde memnun ola- — Generalin arzusu böyle mirala- yım; kumandan, götürülmek Üzere bana verilen mektubun mühim tali- matı ihtiva ettiğini ve bu mektubun sabaha kadar kolordu kumandanının caklarını söylediler... — Evet biliyorum yüzbaşı!.. Fakat hemşirem olarak tanıttım, o da tuttu beni soydu. Hani meşhur bir söz var- dir, «besle kargayı da oysun gözünü derler. Bu da ona döndü işte.. Reis, suçlu Saniyeye sordu: — Bek, evimi soydu diye bu kadın senden dava ediyor. Ne diyeceksin? Saniye daha asabi bir tavurla kesik kesik soluyarak, kelimeler boğazında düğümleniyormuş gibi yutkunarak cevab verdi: — Aslı yoktur bay Hâkim. Ben bu- nun evinde oturuyordum. Kendisi şarkıcılık, oyunculuk yapıyormuş, Be- mİ de oralara götürmek, daha açıkçası | başlan çıkarmak istedi. Ben teklifle- Tini kabul etmedim. Bundan hiddetle- nerek «eşyamı çaldı; diye bana iftira €diyor. Ben unun bir iğnesine bile elimi sürmedim. Şahidler gelmemişlerdi. Mahkeme, çağınılmalarna karar vererek muha- kemeyi başka güne braktı. Davacı ile suçlu gene hiddetli hiddetli birbirle- rini süzerek salondan çıktılar, korido- run kalabalığna karıştılar. Bir motör bir sandala çarparak parçaladı, içindekiler kurtarıldılar Faik ve İsak adlarında iki balıkçı dün Ayvansaray açıklarında sandalla balık tutarlarken köprüden gelen bir motör bütün huzile sandala çarparak parçalamışlır. Denize düşen Faikle İsak boğulmak üzere iken kurtarık maişlardır, Kazadan sonra kaçan mo- tör hakkında zabıta tahkikat yapiyor. 11 Haziran 1957 KADIN KÖŞESİ Zarif bir tayör Siyah ipekli kumaştan elbise ve kısa tayör. EMEA EEE EREK EEE Gülcemal'e iki talip çıktı Gülcemal vapurunun satılığa çıka” rıldığı yazılmıştı. Bir Hollandalı bir de Alman grup vapuru satın almağs talip olmuşlar ve 100-150 bin lira ara” sında bir para teklif etmişlerdir. İk- tisad Vekâletine bildirilmiştir. Münar sip görülürse vapur bu taliplerden bi- rine satılacaktır. Ankara resim sergisi Miğinin 150, Müstakil ressamların 100, D grupunun 50, Ankara ressamları- nın 50 ki ceman 350 tablo vardır. Tablolar muhtelif salonlarda asılmıştır. Salonlar çok güzel tertib edilmiştir. Yukarıda sergiye 8 tablo gönderen Güzel sanatlar akadamisi muallimi ve sergi mümessili Ayetullah Sumerin bir re” mile iki tablosunun fotoğrafisini dercediyoruz, maptteessüf | gidemiyeceksiniz galibal, — Niçin? — Kendi arzusile hiç bir pilot bu havada yola çıkmak istemiyor ... — Ne diyorsunuz? — Maatteessüf öyle... Demin vazi- yeti şöyle bir iskandil edeyim dedim bu neticeye vasıl oldum. Kendi arzu- larile gitmek istemiyorlar, «kura çe- kin kime isabet ederse o gitsin» di- yorlar!.. Hakları da yok değil! Kara- deniz üzerinde mü bir fırtına ır... Gelirken gördünüz!, Üstelik şimdi de sis basıyor. Bu vaziyette kura ile de olsa kimseyi zorla yola çi- karmak istemem!.. — O halde? — Fırtınanın durmasını bekliye- ceksiniz!., — Fakat miralayım!.. — Yapılacak başka iş yok... İster- seniz bizzat şimdi siz, zabitan lokan- tasına giderek tayyareellerle bir defa görüşün!.. Eğer aralarından biri ar- zusile yola çıkmak isterse derhal em- | rinize bir tayyare tahsis ederim... — Bu lokanta nerede miralayım?.. — Gitmek arzu ediyorsanız çâvu- şum götürsün #izir.. — Bütün zabitanı bulabilir miyim orada? — Hemen aşağı yukarı bu saatte hepsi oradadırlar!.. — O halde hemen gideyimi!.. — Siz bilirsiniz!.. Yüzbaşı ayağa kalkıyor... — Durun size çavuşu çağırtayım!» — Teşekkür ederim.. Miralay zile basıyor. Gelen nefer€, emir çavuşunun yüzbaşıyı zabitan 10“ kantasına götürmesini söylüyor.» Sonra elini ona uzatıyor... — Tanıştığımıza memnun oldum yüzbaşı!., Mademki bu vazifeyi mu hakkak yapmak istiyorsunuz, bu HA“ vada yola çıkmağı temenni etmemek” le beraber muvaffak olmanızı dü€“ rim!., Yüzbaşı biran duruyor... — Müsaade ederseniz mirelayıl bir şey öğrenmek istiyorum sizden?” — Buyrun!.. — Bundan bir ay evvel bir Almaf tayyaresile yaplığı müsademede dü” şerek esir edilen Polivas Mihailesk$ isminde bir Rumen tayyare mül İ mi buraya nakledilmişti, — Evet!., — Onunla görüşmek istiyorulm fakat bir türlü yerini bulamadın. — İsmi nedir dediniz? Rumen mülâzimi!.. gözleri birdenbire Mi .. Ta kendisi! (Arkası vat

Bu sayıdan diğer sayfalar: