28 Haziran 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

28 Haziran 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 PAZARTESİ KONUŞMALARI: İBNİ SİNA 21 haziran pazartesi günü ölümü- nün dokuz yüzüncü yılını İstanbul Üniversitesinin konferans salonunda ,Kutladığımız İbni Sina, beşer tarihi. nin ön yüksek bilgi ve zekâ şahikela- rından biridir. İNK ve orta çağda ye- tişmiş, hayat ve hakikati her cephe- sile kavramıya savaşan üniyersel de- hâların arasında onun da büyük adı hürmetle anilmaktadır. En hayret ve- | rici nümünesini Aristoda bulduğu- müz bu çok cepheli insanlar; riyazi- yat, tabliyat, felekiyat, fizik, musiki, tıb, edebiyat ve metafiziğin en karan- lık noktalarına kadar bıkmadan, yo- rulmadan tecessüslerini sevketmişler- dir. İbni Sind; ilim ve felsefe yolunda Aristodaki meziyetlere, sanat ve ede- biyat bakımından da Eflâtundaki kıy- metlere sahipti! Aristo, fizik ilminin temellerini attıysa İbni Sina jeolojinin ilk ümdelerini koydu. Eflâtun, fedon ve ziyafette edebi kudretini felsefi dü- şüncelerine nasıl sanatlı bir çerçeve yaptiysa İbni Sing di Hay'ibni Yak- zan'ında felsefi kanaatlerini yüksek ve diğer şiirleri bunu teyid eden de- Milerdir. (1) barile de fevkalâde bir yaratılıştı. Ha- yatını, en yakın tilmizi Ebu - Ubeyd Cüzecanlı kaleminden ve kendi dilin- den okurken bu fevkalâdeliklere ras- dersine devam ve muallimile sual ve cevaba muktedir olacak şekilde mü- nakaşalara iştirak edecek hale gelmiş- ti. Sonra hocalarını acze ve hayrete düşürmek şartile mantık, tabiiyat, tıp, ve İlâhiyat tahsil etti. On sekiz yaşına geldiği zaman bu ilimlerin hepsinde okumak ihtiyacını duymıyacak, artık kendi düşüncelerini, şahsi buluşlarını * söyliyecek kemale yükselmişti. Frenklerin pr&code dedikleri bu er- ken inkişaf etmiş dehânın sahibi İbni Sina, anlayışının kudret ve süratine güvenip bir dakika tembel kalmadı.. Yetişkin çağlarında ve şöhretinin bü- tün ilim muhitlerinde yayıldığını gör- dükten sonra hayatını ve muvaffakı- yeti sebeplerini izah ederken, bilhas- sa çocukluk ve gençliğinde nasıl deli- ce çalıştığını ve çılgınca okuyup yaz- dığını bize anlatıyor. Onun bu sözle- rini nakletmeden geçemiyeceğim: «O kadar sıkı çalışıyordum ki, bu bir buçuk yıl esnasında tam olarak hiç bir gece uyumadım. Gündüzleri İlimden başka hiç bir şeyle meşgul ol- madım. Önümde yığılı olan kitaplar ve kâğıdlardan gözlerimi ayırmıyor- dum. Bütün meseleleri tahlil etmek tâbi bulunduğunu birer birer gözden geçirir ve bu suretle meselenin haki- | katine ererdim. «Herhangi bir meselenin tedkikin- de tertib etmiş olduğum kıyasın had- di evsatını bulamıyacak olursam ca- 'mie gider ve namaz kılarak herşeyi icad ve ibda etmiş olan Tanrıya niyaz eder ve bu süretle müşkülümü halleder i dim. Evime döndüğüm vakit geceleri kandili önüme koyar ve okuyup yaz- mıya ilardım. Uyku baslıracak ve- ya vücudüme bir zâaf arız olacak olur- sa uykuyu kaçırmak ve zâafımı gider- mek için bir kadeh şarap içer ve gene okumaya devam ederdim. Bu sırada hafif bir uykuya kapılacak olursam tedkik etmekte olduğum meseleyi bı- rakmaz, onları çok defe bu hafif uyuk- lams arasında hallederdim. Bu suret- le çalışarak bütün İlimleri öğrendim.» Bu satırları okurken onu genç ya- şında, oradan buradan çözülmüş, da- ğınık sarığını; yanaklarını seyrek ve yumuşak tüylerile örten sakalını; önü- İ me yığılmış kitapları birer birer çekip beynindeki müşkülü halletmek için yaptığı ruh cehdinin yüzüne ve alni- na vuran buruşukluklarını, baş ucun- daki kandilin doğan güneşin işıklari- le solan şülesini, uykusuz geçen gece- sinin yorduğu kızarmış gözlerindeki zeki mahmurluğu, şimdi beraberinde imiş gibi, hayranlıkla, hürmetle ve he- yecanla görüyorum. i Dehâ, büyük zekâların devam, sa- bır ve çalışma ile vardıkları yaratma kudretidir. Dehâlar, bize en uzak de- virlerde bile doğmuş ve yaşamış olsa- lar, hâle tesirleri bakımından sönmi- yen yıldızlar gibi, ölmiyen bir mazi olarak bugünümüzde yaşarlar. İbni Sina, Şark ve Garp fikir âleminde al- tı yüz yü hüküm sürdükten sonra ilim için maziye intikal etmiş sayıla- bilir. Durmadan terakki eden beşer bilgisi onun bıraktığı yerden çok öte- lere gitmiş, onun bıraktığı şeylere çok yenilerini ilâve etmiştir. Bu bakımdan mazi sayılan İbni Sina'nın hal olan ve ölmiyen tarafı, ilmi bulduğu yerden alıp daha uzaklara götürmesi ve bu- na muvaffak olmak için çocukluğun- dan son hayat anına kadar gece, gün- düz çalışmasıdır. İbni Sina'nın hayatı, eserleri ve ke- şifleri hakkında konferans kürsüsün- de söz söyliyen hatipleri dinlerken, salonu doldüran ve ilim yolunun baş- iradeli bakışlarında ben İbni Sina'nın ilmini değil, ilim için sarfettiği fevka- lâde cehdin iştiyakını aradım. Dünün İbni Sinülarile iftihar edebilmek için yarının İbni Sinâları olmak kudretini, ihtirasını ve aşkını yüreklerimizde duymuya başlamalıyız. Hasari - Âli YÜCEL (1) 'Türk Tarih Kurumunca tertib ve AVGAM Babasız zürriyet yetiştir- mek kabil oluyormuş! Amerikada bir dişi ta tavşan babasız bir yavru doğurdu! Amerika müttehid hükümetlerin- den Masachüsetts dahilindeki Cam- bridgeden bildirildiğine göre bu şe hirde bulunan Havard üniversitesin- de cansız baba vasıtasile zürriyet ye- tiştirmek için çoktan beri yapılan tecrübelere nihayet muvaffak olun- muştur. Bir dişi ada tavşanının rah- minde hücrei beyziye kimyevi meva- dın: tatbiki ile inkişaf ettirilmiş ve tavşan nihayet çifleşmediği halde yavru doğurmuştur. Bu suretle memeli mahlükatın ilk defa babasız olarak zürriyet yetiştir- mesine imkân bulunduğu tahakkuk etmiş oluyor. Harvard üniversitesinde böyle tecrübeler on senedenberi yapı- lıyordu. Fakat bunların müsbet bir netice vereceği ne Amerikada ne de Avrupada hiç ümid edilmiyordu. Hattâ dişi tavşanın babasız ve çif- leşmeksizin yavru doğurduğu haberi Avrupaya geldiğizaman sıcakların tesirile Odimağlardan birinin he zeyanı olarak karşılanmıştır. Fakat şimdi bunun hakikat olduğu anla- şılmıştır. Bu münasebetle canlı mâh- lüâkattan süfli hayvanatta babasız sürriyet yetiştirmek ender birşey ol madığı bir çok mütehas$ıslar tarafın- dan ileri sürülüyor. Bunların dedik- lerine göre meselâ Hind çöp çekirgesi denilen haşeratın hepsi 'dişidir. Bun- ların yumurtalarından yalnız dişi çekirge wetişmektedir. Aralarında hiç bir erkek çekirge yoktur. Binaenaleyh bu cins mahlükat babasız olarak zür- riyet yetiştirmekte ve neslinin mevcu- diyetini idame etmektedir. Yine arıların yumurtalıyan oğulu yani kraliçesi istediği kadar erkek yahud dişi arı yetiştirmektedir. İste- diği gibi kısır yahud tohumlu bir yu- murta yapar, Babasız zürriyet yetiş- tirmek sırrını fik keşfeden ve bunu suni olarak da tatbik eden âlim Ame- rikalı Jacgues Loebsdir. Nobel mükâfatını da, alarak ilmi kudretini bütün dünyaya tanıtmış bulunan bu profesör deniz Kirpisi de- rilen mahlükun yumurtaları üzerin- de tecrübeler yapmıştır. Alelâde ahvalde deniz kirpileri er- 'kekli ve dişilidir. Kısır yani tohumsuz olan yumurtaları yavru çıkarmâz ve mahvolup gider. Bir gün profesör, Löebs bir Akvar- yum içindeki alelâde deniz suyunun kimyevi terkibini değiştirmiştir. İçin- deki tohumsuz yumurtanın açıldığını yazılarile doludur. Tereümel bali ve edebi hakkında ve içinden cam gibi şeffaf bir keğe içinde yavrular çıkardığını hayretle müşahede etmiştir. Kesenin zarfını yırttıktan sonra yavrular cin gibi ak- varyum içinde dolaşmağa başlamış- lardır. Profesör bu yumurtayı erkek» siz yaşıyan bir deniz kirpisinden al mıştı. Böyle olduğu halde yumurtası içinde bulunduğu suyun değişmesin- den neşet eden bir tahrik ve tenbih ile yavru çıkarmıştır. Yani kimyevi bir tenbih çifleşmek ameliyesinin yerini tutmuş ve hücrei beyziyeleri inkişaf ettirmiştir. Kelebek yumurtaları için sert bir fırça darbesi kurbağalarınki için de ince bir iğnenin batırılması inkişafına kâfi gelmektedir. Yabancı bir dişi hayvanın yavrusunu doğuran anne Amerikalı profesör Loebs süfli hay- yvanatta kimyevi tenbihler ile erkek- siz zürriyet yetiştirmeğe muvaffak olmakla beraber bu tecrübeler sıcak kanlı hayvanlara kâfi gelmiyordu. Bu cinsin en ziyade inkişaf eden nevi ve fasilesi de memeli hayvanlardır. Bu hududu aşmak için de Ameri- kadaki Hovard üniversitesinde çok ciddi tecrübeler yapılıyordu. Bu tec- rübelerde dahi tutulan esas deniz kir- pilerine tatbik edilen ve fennin tenasül bikri yani forthems gönese adını ver- diği uslün memeli hayvanlarda hüerei beyziyeler hariçte değil vücu- dün içinde bulunduğundan bunun inkişaf ettirilmesi için kendisini koru- yacak bir uzviyete muhtaçtır. Binaenaleyh mezkür üniversitede ya- pılan tecrübelerde dişi bir ada tavşanı- nın yumurtaları ameliyat ile ihraç edi- Jip devamlı vecudu hayvani sıcaklığı- nı muhafaza eden mahfazaya konul- muş ve burada üzerine kimyevi ten- bih mevadı tatbik edilmiştir. Sonradan bu yumurtalar süratle ikinci bir dişi ada tavşanına aşılan- mıştır, Bu ikinci dişi hayvan bir er- kek hayvanla . çifleşmediği ve gebe kalmadığı halde ecnebi hücreli beyziye- leri korumak ve beslemek kabiliyetini göstermiştir. Nihayet bunlar büyüyerek rüşeym halini almıştır. Bu suretle bir dişi ada tavşanı yabancı bir dişi tavşanın hücrei beyziyelerinden yavru çıkar- mıştır. Yani babasız olarak dişi tav- şanlar yavru yapmış oluyorlar, Filvaki bu ameliye şimdilik pratik tatbik mahiyetini haiz bulunmuyor. Maahnza esas itibarile çok mühimdir. Çünkü hayatın bir sırrmı meydana çıkarmış oluyor. Tek bir hüreden baş- ka bir canlı tohumun inzimamı vaki olmaksızın yavru yetiştirmek müm- kün olduğunu ve babasız zürriyet ye- tişebileceğeni isbat etmiştir. — F. 28 Haziran 1937 KADIN KÖŞESİ Ağır bir tuvalet Siyah etek üzerine beyaz otoman- dan tünik. Göçmenler Diyarıbekir havalisine 263 göçmen gönderildi Diyarbekir (Akşam) -— Bu ak- şamki trenle Bulgaristandan 72 ha- nede 263 göçmen gelmiş, bunlar Sil van ve Bismil ilçeleri mıntakalari- na yerleştirilmişler ve esbabı istira- hatleri temin edilmiştir. Birinci umumi müfettiş bay Âbi- din Özmen, göçmenlerle yakından “alâkadar oluyor. Göçmenlerin, eski« den gelenler gibi bir an evvel müs- tahsil vaziyete geçirilmeleri hususun- da lâzımgelen tedbirler alınmakta- dır. Göçmenler için kullanışlı ve gar yet güzel evler yaptırılacaktır, Sıhhat ve iskân müdürleri göçmenleri yer- leştirmek için geceli ve gündüzlü çalışıyorlar. Göçmenler (kendilerine gösteril mekte olân bu büyük alâkadan çok memnün olmuşlardır. İskân mıntakası olan Diyarıbekir havalisine daha başka göçmenler de İskân dairesi şimdiden tedbirler almaktadır. Kardeşini on beş kuruş yü- zünden öldüren biri asıldı Gazianlep ( Akşam ) — Kardeşi- ni on beş kuruşuna tamaan öldüren Mehmed adındaki canavar, şehrimiz ağır ceza mahkemesince idama mah- küm edilmiştir. Hüküm katiyet kes- bettiği cihetle buradâ infaz olun muştur. Esad Mahmud Karakurd SON GECEL!.. 3 — Karargâh emrinde çalışanlar haric olmak üzere bütün zabitan bu emrin tebliği anından itibaren vazife leri başlarından ayrılmıyacaklardır. Karargâh zabitleri ise, tam gece yarı- 81 bütün işlerini ikmal ederek kuman- danlıkta ispatı vücut edeceklerdir... 4 — Bölük, tabur ve alay kuman- danları tahliyeye ald müşküllerini erkânı harp relsile temas ederek hal- letmelidirler... 5 — Bütün Kıtaların ve Zabitanın tam bir sükün ve disiplinle şehri ter- ketmeleri ve herhangi bir gürültüye, hâdiseye meydan vermemeleri kuv« vetle ihtar olunur.» Karargâh istihbarat bürosu bu em- rİ beş on dakika içinde, elinde mev» çut her türlü vesaiti kullanarak bü- tün cüzütamlara tebliğ ediyor... » Şu dakikaya kadar İbrali halkı, Al man ordusunun sabah şehri terkede- ceğinden hâlâ haberdar değildir. Ter- tibat o kadar gizli tutulmuğ ve hâzır- dik o kadar mahirane idare edilmiştir ki, işin hiç kimse farkına varmak im- Tefrika No. 80 kânını bulamamıştır. Erkânı harbiye, tahliye plânını tam bir muvaffakıyet- le başarmış bulunuyor. Herhalde ya rın güneş doğarken gözlerini açacak olan İbrail halkı, şimdiye kadar ihti- mal hiç hissetmedikleri bir heyecan ve sürpiriz oyunu karşısında buluna» caklardır. Bakacaklar ki koca şehirde tek bir düşman askeri kalmamiş. Kıtalar, ancak gece yarısından son ra yürüyüşe başlıyacaklardır. Onun için bölüklerin şehirden uzaklaşması da üç gündenberi yapılan hazırlık gibi tamamile gizli ve sessiz kalacaktı, Hattâ Alman askerleri bile şu dakika da, şehri hangi saatte törkedecekle- rinden haberdar İbratl, bu gece de bin bir aşığın, bin bir gölgeli ziyası altında eski, tabit ha yatını yaşamağa elan &diyor, Beklenilmiyen bir Yedi Bant dokuz buçuk ,,, Mhalleskular rın eyi... Hala içerdeki odada gibi uzayan asfalt yollarına dikmiş | bu?.. Niçin zile basmıyorlar?.. Hemen bağ gi demek, Peki... Döne- Faruğu bekliyor... Ne bir gölge, ne bir ses, ne bir haber var. Yeniden birçok dakikalar geçiyor. O alnını ıslak cam- ların üzerine yapıştırmış, küçük, ince parmaklarını çenesinin altına koymuş hâlâ öyle durmaktadır... O sırada gök» ten süzülüp gelen bir küçük mehtap parçası birdenbire düz siyah saçları» fin arasına giriyor... Bu bir yumak; siyah, yumuşak, ipek saç, gümüşten ipliklerle örülmüş bir oya gibi dantej- Jeşerek, ışıklaşarak, havsalanın almı- , tahayyülün icad edemiyeceği güzel tablo vücude getiriyor... He- le bu ışıklar; kızın şakaklarına dökü- len saçların, siyah ipek tellerinden ka» yarak kıvrıla kıvrıla, kırıla kınla es İner yanaklarına doğru akmağa baş- adı mı, muhayyileyi şaşırtan bir gellik teşiri altında insan, hilkatın küçük kâdın başı üzerinde ne harika lar yaratmağa muktedir olduğunü görüyor. Saat on... O hâlâ pencerenin önün- dedir. Biran yerinden kıpırdamadan, erini kırpmadan, oturuyor vö bele iyor, bekliyeceki... Bütün tün gece, hatâ İdap ederse bütün devami müddetince bekliyecek, Birdenbrle aşağıdan, kapı dürli dan geleli hafif bir sesi, Kin hemen yerinden fırlıyor... Sokak Kap ağ ağı vurulmak. Km balkona çıkıyor. Almanca: — Kim 0?.. diye bağırıyor. Cevap yok... Tekrar sesleniyor: — Kim 0). Gene cevap vermiyorlar.. Kız heyecanla balkonun parmak- Yıklarını tutarak, aşağı doğru eğiliyor. Bakıyor ki,kapının önünde uzun &i- yah palto giymiş meçhul bir adam var. Şapkasını tâ kulaklarının üzeri- ne kadar geçirmiş, Kafası omuzlarının arasında... Esrarengiz bir hayalet gi- bi, hiç bir tarafa bakmadan kapının önünde duruyor. — Kimsiniz siz, ne istiyorsunuz?,, — Aç kapıyı, bayancı değil!.. Kiz hemen fırlıyor merdivenlerden gibi iniyor. Kapının önüne ge- ir. Korkudan, heyecandan titre- mektedir, Kapının zincirini arkasın. dan sürüyor ve tekrar: — Kimsiniz, ne istiyorsunuz diye bağırıyor. «— Bus, haykırmal, — Söyleyin, kimsiniz diyorum si. 2e?. Karanlığın içinde siyah bir gölge gibi kımıldayan meçhul adam, birden- bite ayağını kapinın aralığına soka- fak rümence fısıldıyor. — Şunu aç Mariyal,, Benim... HANA ç boğuk bir kadın Se Gİ ei — Ağabeyi. Ağabey!.. Kız, kapıyı açıyor ve deli gibi ken- dini kardeşinin kollarına atıyor... Hıç- kıra hıçkıra ağlamaktadır... — Polivas!., Polivas!,. Ağabeyciğim, canım ağabeyciğim!.. * * Beş dakika sonra... Yukarda kızın odasındalar. Mariya, kardeşinin dizle- rinin ucuna çökmüş, ellerini avuçlarıs nın içine almış, hayret ve heyecanla, dünyada kendisini himaye edecek bu tek candan adamın, piril pırıl yanan İri elâ gözlerine bakıyor... — Ah ağabeyciğim, seni ne kadar göreceğim geldi bilsen!.. Günlerce, ay- larca senin için göz yaşı döktüm. Ba- şına bir felâket gelecek diye çıldırı- yordum. — Sus şimdi Mariya, bunların sıra- 81 değill.. Hem yüksek sesle konuşma; halam kalkmasın. Benim burada oldur ğumu kimse bilmemeli, — Ne kadar zayıflamışsın, ne kadar bozulmuşsun. — Bırak şimdi bunları diyorum sa- m2. Aadam birdenbire üzeri sarı saçlarla örtülü başını sarsarak kaldırıyor... Göze lerinde heyecanlı bir bakış. (Arkası var) 4 uu mua ».d ğa vi A

Bu sayıdan diğer sayfalar: