31 Temmuz 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

31 Temmuz 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

31 Temmuz 1937 — Ne?. diye yerinden sıçradı, ne?.. Hem Şakire, hem de Muhtara Ayrı âY- Fi iki mektup mu yazmak?... Dünyada olmaz, İmkânı yok. Hem ben ayni günde iki metup yazmağa yeminli yimdir... Taş çatlasa günde bir mek- İuptan fazla yazmam... Yeminliyim yahu, yeminliyim... Israr ettik. : — Niçin günde iki mektup yazmağa yemin ettin?... diye sorduk. Anlattı: — Başıma gelenleri hiç sormayınız. Evvelki sene kadın cihetinden başi” ma bir devlet kuşu kondu, Feride ie tanıştım: Yavaş yavaş iş ilerlemeğe başladı. Beraber gezip oturuyorduk. Henüz aşkın büyük ve kati neticesini kazanmamıştım. Fakat Ferideden çok ümidvardım, Nihayet aramızdaki ar- kadaşlık öyle bir raddeye geldi ki Fe- ridenin pek yakın bir zamanda beni dünyanın en mesud erkeği yapacağını anlıyordum. Elimi uzatsam, saadet parmaklarımın ucuna değecekti. Aş- kın en güzel günlerine bu derece yek- Jaşmıştım. İşte bu sıralarda, bir pazartesi gü- mü - hiç unutmam - Ferideyi ertesi salı günü için evime davet etmeğe karar verdim. Sevgilim duldu. Karr- şanı görüşeni yoktu. Evine mektup yazabilirdim. Oturdum. Ferideye ge” yel şairane bir mektup yazdım. Ona ne diller dökmüyordum ki... Gayet yüksek perdeden türlü türlü palavrâ lar da atmağı ihmal etmedim. Serve- timden bâhsettim ve bilhassa meklu- bu son derece nazik bir İfade ile yaz- dım, Çünkü sevgilim bir erkekte en fazla aradığı şeyin hududsuz bir neza- ket olduğunu bana fırsat düştükçe söylemişti. Ben de Ferideye yazdığım mektup'a nezaketimden, İncele, in- cele az daha kopacaktım. Bu mektubu okuyan benim için mutlaka «dünyanın en nazik adamı» derdi, Mektubu bitirdik ten sonra aklıma geldi. Fer önü evime davet etmiştim amma, m da yoktu. Halbuki sevgilimi ağırlamak lâzımdı. Hiç değilse bir şişe likör, çikolatalar, çiçekler almak lâzımdı. Lokantadan güzel, hadide yemekler getirtmeli, bakkaldan bir şişecik olsun güzel bir şarap satın almalı idim. Parayı nerede bulacaktım? Birden- bire aklıma geldi. Bizim Şakirden 10 Hira alacağım vardı. Heriften kaç kere parayı istemişsem beni atlatmış, 10 Birayı vermemenin yolunu bulmuştu. Artık ona kızmağa başlamıştım. Otur- dum. Dehşetli bir mektup yazdım. Mektubuma «sert olsun, tesirli ol- sun!..» düşüncesile «bre utanmaz!» diye başlamıştım. Mektup bundan sonra müthiş bir #urette devam etti... Bu mektup ha- yatımda büyük bir rol oynadığı için hatıra defterimde yazılıdır. İşte oku- yorum: Bre kerata... Şu bizim 10 papeli ne zaman vereceksin?.. Sen beni 10 Mira alacağını bırakacak enallerden, abullabutlardan mı sanıyorsun be?. Artık şakayı bırak ta şu bizim 10 kâğıdı elden gel... Parasızlıktan ima- nım gevriyor. O kadar metelik tut- muyorum ki, bizim pansiyoncu ma dama verecek param yok... Onun için kirli çoraplarımı bile ben yıkayıp kurutuyorum. Sana yalan bana sahi.. Öyle bir haldeyim ki tek bir iç panta- lonum ayağımda.. çıkarıp yıkadım. pencereye astım. Aksi gibi rüzgârdan da uçmasın mı?.. Öp babanın elini!... Vakıa yabancı yere uçmamış, komşu- nun bahçesine uçmuş amma... Ben mecbur oldum pantalonumu öylece giymeye... Asıl rezalet ondan sonra başladı... Gittim, komşunun kapısını çaldım. Komşunun hergün ben sonkatan geç- tikçe pencereden ud çalan civelik kı- ama utana sıkıla: — Affedersiniz, dedim, bizim pen- cereden iç pantalonum sizin bahçeye uçmuş... Şunu lütfen getirir misi- niz?., Komşunun kızı gitti, gülerek bizim yırtık pırtık pantalonu getirdi. Para» sızlıktan yana neler çektiğimi görü- yorsun ya... Ne ise, Şimdi dehşetli bir paçoz yar kaladım. Güzel amma zekâ cihelin- den nanay.. Senin anlıyacağın önal karılardan... Zaten dikkat et, güzel olanlar içinde zekileri pek nadirdir. Bu da alık güzellerden... Amma karı hem güzel, hem de pa- ralı... Bir kere kalbine girdikten son- ra yol yağlı kazın tüyünü... Karı, karı değil bir banka kasası... Şimdi bu yağlı parça salı günü ba- na gelecek... Onu davet ettim, Lâkin para ciheti belimi büktü. Senden ala- cağım 10 lirayı hemen gönder, yoksa tepene binerim. Senin yüzünden dünyanın en yağlı kazını kafese sokmadan kaçınısam dünyanın eri salozu ben olurum. Mektubumu alır almaz parayı gön- der, yoksa canına okurum...» Bu mektubun altına da kemali tişamla imzamı attım, Bundan sonra olan oldü. Şakirin mektubunu yanlışlıkla Feridenin zar- fına, Ferideninkini de Şakirin zar- fına yerleştirmişim. o Mektplar gitti, Neden sonra işin ne büyük bir felâ- ketle neticelendiğini öğrendim. Dü- şünün, o nezaket merakhsı, bir er- kekte incelikten başka bir şey aramı- yan Feridenin benim mektubumu alınca ne hallere gireceğini... Salıyı boş yere bekledim. Sevgilimden İki gün sonr küçük bir tezkere aldım: «Nezaketinize hayran oldum, Artık beni aramamanızı rica ederim.» di- yordu. Azizim ondan sonra bir daha ayni günde iki mektup birden mi yaz- mak?... Kafamı kıtır kıtır kesseler gene ayni günde iki mektp yazmam. BORSA 30 Temmuz 1037 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESHAM ve TAHVİLÂT İstikrar dahili OM| Türkiye Cum- o © h- 1983 istikran (o 96) huriyet Merkez Ünitürk 1 153250| Bankas » ON M5) Anadolu Mis. 2420 » MI 1455) Telefon Ny Mümessil “1 3850) Terkos » Om 4065) Çimento iri > yi İttihad değir. 1049 İş Bankası 840! menleri » hamiline 990| gark değirr | 089 » Müessis (o 77! menleri Para (Çek fiatleri) Paris 2140715) Sofya san İ Ğ: Prsg 2.6 mada 9 İ Berlin 1,9032! Kev York BABİ Yiadrld reyi Milâno 150080) meigrad 7 Atina 88/74.60| zicti 1810 Cenevre 344İ pe 38020 Brlikse) 4/0940) Bükreş (| 100.6868 Amsterdam 14322! Moskova 2040 60 431) .“ 31 Temmuz 997 Cumartesi İstanbul — Öğle noşriyatı: 1230: Plâk- la Türk musikisi, 1240: Havadis, 1805: Muhtelit pik: neşriyatı, 14* SON, İ anl 1930 Plâklis dans Rıza tarafından arabes söyler» 2045 Bel- ma ve arkadaşları tarafından Türk musi- (Sant ayarı). 2115 ve ertesi günün proğramı. 7230 Plâkla s0- lolar, opera ve opere parçaları, 23 SON, Ecnebi istasyonların en müntehap programı Diline (368) saat 22: (Mefistofele) operası, Berlin (356) 2110: Orkestra ve koro, Viyana (507) 22: Mosurt musikisi, Radyo Pari (1648) 20,40: Piyano konseri, Londra reg. (342) 2120: Flüt, keman, vi- yola ve arp. Dans musikisi Bükreş (364) saat 21,15, Varşora (1339) 22, İyon (463) 23, Berlin (356) 2340, Prag (410) 13,35, Lüksemburg (1203) 24, Londra (Kısa dalga) 1830 — 2325. 1 887 Pazar İstanbul — neşriyatı: 1230: Plâkla “Türk musikisi, 1950: Havadis, 13: Beyoğlu Halkevi gösterit kolu tarafından bir tem- si), 14: SON. Akşam neşriyatı: 14: Galatarasay Klü- bünün 33 üncü yıldönümü münasebetile 'Takalm stadında yapılacak merasim ve Admirs - Galatasaray futbol maçı, 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: | Ordu saylavı Selim Sırrı Tarcan (Parlsde bir gezinti), 20: Müzeyyen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıla- kı, 2030: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20,45: Muzaffer ve arkadaşları ta- rafından Türk musikisi ve halk Şarkıları, (Saat ayarı), 21,15: ORKESTRA: 22,18: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2240: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nergileciyan: Tak- sim: Limoneciyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Tepobuşnda Kinyoli, Galala: Hüseyin Hümü, Ea- sımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Kisim Aseo, Eminönü; Agop Minasyan, Hey- belinda: Tomadis, Büyükada: Merkez, Fatih: Şehzadebaşında Asaf, Kara- gümrük: Ai Kemal, Bakırköy: İste- pan, Bariyer: Asaf, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarındaki eczaneler, Aksaray: Cerrahpaşada Şeref, Beşik- taş: Vidin, Kadıköy: Söğüllüçeşmede Hulüsi Osman, İskele caddesinde Sa. adet, Üsküdar: Merkez, Fener: Ba ta Hüsameddin, Beyazıd: Asado; Küçükrasır: Necati, Samatya: Yedi- kulede Teofilos, Alemdar: Ankara caddesinde Eşref Neşet, Şehremini: Topkapıda Nâzım. Çektiği ıstırabla- rın mes'ulü kendisidir NEVROZİN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan bu muannid baş ağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZİN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte vellid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir, NEVROZİN Mideyi bozmaz, kalbi | rip bir hayaletin geçtiğini gördü. ve böbrekleri yormaz BA EREM a DME EEE EE GELE SE Şi Zayi — İstanbul kız ortadan aldığım 704 sayılı ve 13/5/483 günlü tasdikname» mi kaybettim, yenisini çıkaracağımdan 65- kisinin hükmü yoktur. Bakırköy Yenimahalle On Temmuz caddesi 45 sayalı evde Cahide KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli A. e Bahife 11 No. 127 “Gülçini bulmak kabil olmadı Hakanım, boynumu cellâdın önünde iğmeye hazırım..., — O halde Gökçin hatunu mahke- meye verseydiniz, — Elde vesika ve şahit yok. Bütün deliller ve şahitler Gülçinin aleyhin- de idi. Elbette o mahküm edildi. Ana- ! i sı kurtuldu. —,Gökçin hatun ne yaparsa yapsın, bütün hareketlerinde sizin hayalınızı ve şerefinizi herşeyden üstün tutar sanıyorum, Hakanım! O, damarların- da Türk kanı taşıyan asil bir kadın- dır. Kızının idam kararını duyduğu zaman çok fena oldu. Fükal; Haka- nım ne emrederse, ne İsterse o olur. Kızımın suçsuz olduğuna Ulü Tan- rım da şahittir. Mademki Hakan, kı- zının ölümünden mütecssir değil. Benim için ağlamaktan başka yapıla- cak bir şey yoktur!; dedi. Geçmiş milletlerin tarihinde, kocasına karşı bu kadar asli ve yüksek duygularla bağlanmış bir kadın yoktur, Hake- nım! Gökçin hatun Moğol yasasını ba- şında taşıyan bir kadındır, Halbuki Çinliler, ellerinden gelse «ana yasa» muzı çiğnemekte tereddüt etmezler. Ve bu vesile ile hatırlatmak isterim Kİ, Gökçin hatun nekdar Moğol ise Tiyen - Fo da o kadar Çinlidir... Kubilây han düşünmeğe başla- aştı. Gözünün önünden birdenbire ga- — Gülçin yaşıyor demek! Diye murıldandı. Semga: — Evet, dedi, müslüman inânışına göre prenses Gülçin hayattadır. Ve masumdur. Kubilây hayretle sordu: — Zindanın her tarafı aslanlarla sarılmıştı. Onun kaçınlmasına kim yardım etti acaba”... Semga sakalının karıştırarak: — Allah yardım etmiştir, hakanım! dedi. Kubilây gözlerini yere indirmişti: — Allah mı? dedi. Demek ki Gül çin de anası gibi müslüman oldu. O da anası gibi Allah'a tapıyor, öyle mi? — Evet hakanım! Ona siz Budaya tapmasını emretmiştiniz! Fakat Oo, daha önceden annesi gibi müslüman olmuş. Ellerini mermer heykellerden çekip göklere uzatmağa başlamıştı. — Hakikati biliyorsan söyle Sem- ga! Gülçin hangi mabuda taparsa tapsın, ona yardım eden kuvvet mu- hakkak ki bizim gibi bir insandır. Zindana giden gizli yoldaki aslanlar- dan birinin pençesini koparmak için, Allah gökten kılıcını yere uzatmadı ya?! Semga bahadır, hakanın ne demek istediğini anlıyamadı. Sustu. Kubilây sözüne şu cümleyi ekliye- rek: Semga! - diye bağırdı - benim ber şeyden haberim var. Zindanda Gülçini görmeğe giden biri varmış. Onun da kim olduğunu anlamakta gecikmedim. : Semga hayretle hakana başını çe- virdi: — Sizden izinsiz zindana kuş bile 'uçmadı. — Evet, kuş bile uçmadı. Fakat Terlan zindana giden gizli yolu bul- muş. Aslanın pençesini kesen kılıcın- daki kan lekelerini gözümle gördüm. Ve şüphe yok ki, Gülçinin kaçırılma- sında da Terlanın yardımı ve parma- ğı vardır. — Olamaz, hakanım! Terlan belki. Gülçini ziyarete gitmiştir. Fakat onu kaçırmak cürmünü irtikâp edemez. Terlan «anayasa» dan çok korkar. O, üç gündenberi odasında kapanmış ağlıyor. — O halde Gülçini şeytanlar ka- çırmıştır, diyelim, Haniya, yirmi dört saat içinde bulacaklın onun izin!?... Ve başını sallıyarak mırıldandı: — 'Tiyen-Fo senden bile şüpheleni- yor, Semgal Ve bu şüphesinde onu çok haklı buluyorum. Çünkü, sen de Gökçin hatunu ve kızımı bu hadisede seyrek tellerini suçsuz görüyor ve onları himaye edi- yorsun! Semga bahadır bu sözleri dinler- ken titriyordu. — Bu yaştan sonra ben size sada- katle hizmet “etmekten başka bir şey düşünemem, hakanım! Dediyse de, Kubilây çok sert konu- şuyor ve mütemadiyen Tiyen-Fonun fedakârlıklarından bahsediyordu. Sem- ganın sözleri hakanın kulağına bile girmemişti. Semga nihayet son sözünü söyledi: — Gülçini bulmak kabil olamadı. Onu Pekinin her köşesinde arattım, İzini bulduramadım. Kulunuzu bu yüzden cezaya çarptırmak istiyorsa- nz, boynumu - her zaman cellâdın önünde eğmeğe hazırım. ... Kubilây ve Tiyen-Fo.. Geçmiş devirlerde sık sık tesadüf edilmiştir: Hükümdarlardan bir ço- ğunun malyetindekilerden birine kar- Şi yenilmez bir zaafı vardır. Kimisi vezirlerinden birine bağlanıp kalmış- tır. Kimisi karılarından birinin esi- ri olmuştur. Kimisi de zevklerinin esiridir. Kubilâyda bunların hiç birisi yok- tu. O ne vezirlerine bel bağlamış; ne de sevcelerinden birinin esiri olmuş- tu. Hayır... Fakat, Kubilâyında bir zaafı vardı: Tiyen-Foya inanmak. O, 'Tiyen-Foyu sözlerinde ve hareketle- rinde riya ve yalandan eser olmıyan ciddi bir kadın olarak tanımışlı. Ku- bilâyın bu kadına bağlanması, kuv- vetli bir aşkın neticesi değil, “belki onun zekâ ve kabiliyetine meftun ol- masından ileri gelmişti. Başını cellâddan kurtarmak için vaktile Şansiyi kandırıp bilâhare ida- mına kadar yürüyen Tiyen-Fo, Ku- bilâya söz geçirmesinin yollarını her- kesten iyi bilirdi. Kubilây, bir fikre çarçabuk sapla- narak, kanaatlerini kolay kolay de- iştiren bir hükümdar değildi. O, beyazı beyaz, karayı kara görürdü. Görüşlerinde çok isâbet vardı. Ona hakikati anlatan adam, onun için en doğru, en itimada lâyık olan adamdı. Kubilây görüştüğü, sevdiği kadınlar- da da bir çok meziyetler arardı: İyiyi kötüyü; dostu düşmanı; acıyı tatlıyı; karayı beyazı; soğuğu sıcağı derhal anlamak gibi meziyetler, Kubilây bu meziyetlere malik ol. mıyan kadınlardan - bunlar karısı ve kızı da olsa - hoşlanmaz, onlarla sik sık görüşmek istemezdi. Şi-Yama ve Tiyen-Fo bu meziyetle- rin hemen hepsini nefsinde toplamış kadınlardı. Şi-Yama öldükten sonra, Kubilây Tiyen-Foya daha fazla düşkünlük göstermişti. Hakan diğer zevcelerile uzun boy- Ju görüşmekten sıkıldığı halde, Ti- yen - Fo le saatlerce konuşmaktan bıkmazdı, Kubilây Gökçin hatunu görünce: — Nasılsın, ne yapıyorsun? Diye sorar ve ondan sadece derd ve iztırab dinlerdi. Halbuki Tiyen-Fo hakana bir gün bile iztırabından bali setmemişti. Hakanın yanına dalma şen ve neşeli gelir, hakanın canını Si- kacak hiç bir mevzua temas etmezdi. Hakanı daha çok sıkılmış görürse, derhal altın tepsiler içinde çeşit ye- mişlerle bezenmiş bir sofra hazırla- tır, Şarap getirir ve hakanın neşesini arttırıncaya kadar çalışırdı. Tiyen-Fo hakana bütün arzularını birer dilek halinde değil, ancak söz ve içki arasında anlatır ve bu suret» le her istediğine muvaffak olurdu. Kubilây, Tiyeh-Fonun korkulacak kadar müthiş bir zekâya malik oldu. gunu bilirdi. Bunun bilmekle beraber; — Kanm bana fenalık yapmaz. Kanaati kafasının içinde yer ete sında hakana: — Tiyen-Fonun vaktile sizi zehir Jemeğe teşebbüs ettiğini unutmayle miz! Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: