22 Ocak 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

22 Ocak 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yarı Adada geçiriyordum, Bir gece Adadaki ahbablarımdan birinden dö- nüyordum. İstanbula son vapur he- büz kalkmış, iskeleden uzaklaşıyordu. Bir müddet vapuru seyrettim. Sonra Adanın çarşısının içine saptım. Evi- min yolu o taraftandı. Çarşıda her gece geç vakte kadar açık olan bir dondurmacının önünden geçiyordum. Birdenbire gayet iyi tanıdığım don- durmacı Bayramın hiddetli hiddetli bağırdığını işittim: — Senin kılığını, kıyafetini gören de bir adam sanır... Cebinde 12 buçuk kuruş paran yok... Madem paran yoktu da dükkünıma girip Üstüste iki mahallebiyi neden yedin?.. Haydi, haydi... Çek arabamı... Senin paren- dan da, pulundanda vaz geçtim. Dükkânımı kapatacağım. Anaforcu sen de... Bayram, böyle avaz avaz bağı Tırken bir de ne göreyim? Dondurma» cı dükkânından bizim Ali çıkmıyo" mu? Şöyle dükkânın içine baktım. Dükkânda dondurmacının kendisin- den başka kimse yoktu. Demek Bayra- mın böyle avz avaz bağırdığı adanı dostum Ali idi ha... Doğrusu hayretler içinde kalmıştım. Ali mahcupluğu, sıkılganlığı ile meş- hurdu. Son derece ciddi bir adamdı. O derece dürüsttü ki «hakkı geçer.» diye başkasının sigarasından kendi si- garasını bile yakmazdı. Ali anaforcu ba!.. Ali cebinde beş parası olmadığı halde üstüste iki mahallebi yemiş ha!... Bu sözler bizim Aliye yal... Arkadaşım beni caddenin loşluğu içinde tanıyınca Hızırla karşılaşmış gibi sevindi: — Aman, dedi. İmdadıma yetiş... Evvelâ şu adama on ikişer buçuktan iki mahallebinin parası olana 25 ku- Cebimden bir yirmi beşlik çıkarıp dondurmacıya uzattım. Ali; — Oh, yarabbi şükür... dedi, bu belâyı atlattım... Sonra mahzun mahzun bana sordu: — Son vapur gitti, değil mi? ... — Gitti... Fakat senin bu halin ne- dir Ali Allah aşkına — Bırak azizim... Başıma gelenleri sana bir anlatsam, mükemmel bir hi- kâye olur... — Zaten artık son vapuru kaçırdın. Bu gece bendesin.. Hem eve kadar yürür, hem de anlatırsın... Ali ile birer sigara yaktık. O başın- dan geçeni anlatmağa başladı: — Azizim... Bugün sabahleyin Ada vapuruna bindim. Büyükadada mü- him bir işim vardı, Oraya gidiyordum. Vapurun alt kamarasında gezetemi açmış okuyordum. Bir aralık tâ yanı- başıma şik mu şık, genç mi genç, Za- rif mi zarif bir kadın geldi, oturdu. Benim ne kadar mahcup, ne kadar Sıkılgan tabiatta bir adam olduğumu bilirsin. Bunun İçin kadına şöyle dik dik bile bakmadım. Gazetede bir za- bıta havadisini okuyordum. Zaman saman gözlerim şöyle bir yanımdaki genç kadına takılıyordu. Terli terli #u mu içmiştim? Bilmiyorum ki... Üze- rinize âfiyet nezlem de var. Vakıt va- kıt şiddetle aksırıyor, telâş içinde ce- bimden mendilimi çıkarıyordum. Ben aksırdıkça da kadın sanki fena bir iş, bir kabahat yapmışım gibi bana ters ters bakıyordu. Nihayet. vapurumuz Adaya yana- gınca, kadın yerinden kalktı, Salan- dan dışarıya çıktı, Bu esnada gözüm yere ilişmişti. 'Tam yanımda yerde . birbirine sarılı küçük bir deste para işti. Ozaman hatırladım. 'anımdaki genç kadın biraz evvel çantasını çıkarmıştı. Zavallı farkında, Olmadan parasını düşürmüştü. Çün- kü bizim sırada benden ve ondan başka kimse oturmamıştı. Hemen pa- rayı yerden aldım, Kadının arkasın- dan salona fırladım, Lâkin o çoktan #akeleye çıkmış, hızla gidiyordu. Ar- Kasından bir kere seslendim, duymadı. Bu vaziyet karşısında Büyükadadaki İşimi unuttum. Nihayet gelecek Yapurla da Büyükadaya bi rim. Derhal kadının poğtüdin ben de bu adaya çıktım. Onun arkasından koşmağa, başladım. Ha, onu söylemeğe unuttum, Va- purdan telâşla çıkarken ceketim çi- Mmacıların yanında duran yüklerden, tavuk sandıklarından birine takıldı ve cebimin kenarı baştan başa yırtıl- dı. Böyle yırtık bir ceketle kadının arkasından telâşla koştuğumu gören herkes bana bakıyordu. Bunun için genç kadına yaklaşınca adımlarımı yavaşlattım — Küçük bayan... diye söze başla- dım, Fakat sen misin başlıyan?... Genç kadın şöyle bir dönüp güzel kaşlarını çatarak: — Haydi bakayım terbiyesiz... diye beni koymaz mı? İçimden bir «ya sabir» çektim. Sonra: — Lâkin, dedim, Beni bir dakika dinleyiniz... Genç kadın büsbütün sinirlendi: * — Çekil peşimden utanmaz... dedi, Her kuşun eli yenmez... Babam ye- rinde adamsın... Utanmıyor musun arkama takılmağa... O böyle hiddetli hiddetli bana ba- Fırırken bir de ne bakayım- yanımızdan karımı gayet iyi tanıyan iki genç ka- dın geçmez mi?... Bu iki kadın «de- dikoducu hemşireler...» diye anılmış- tar. İşleri güçleri dedikodudur. İçim- den: — Eyvahlar olsun, dedim. Bizim bayana telefon gitti... Daha ben eve varmadan (dedikoducu hemşireler gördüklerini karıma yetiştirecekler... Genç kadının bana bağırıp çağır- dığını gören dedikoducu hemşirelerin aralarında konuştukları kulağıma kadar gelmişti: — Aman gördün mü? Evde gül gi- bi karısı dururken!.., Maamafih ne olursa olsun başla- dığım işi başarmak niyetinde idim. Bereket versin ki takib ettiğim genç kadın dedikoducu hemşirelerden epey- ca uzaklaşmıştı. Ben de onun peşini bırakmadım. Genç kadın bir sokağın köşesinde beni yine arkasında görün- ce elindeki küçük şemsiyesini havaya kaldırdı; v — Halâ mı arkamdan geliyorsun.. Halâ mı, utanmaz herif... Diyerek üzerime yürüdü. Düşün be- nim gibi mahcup bir adamın başına gelenleri... Kekeledim: — Fakat efendim... Şey Şey Para... Bu sözüm kadını büsbütün deli di- vane &tti: — Ne?... Bana sokakta para teklif ediyorsun ha?.. Nihayet bütün cesaretimi topladım, Onun kafama indirmek istediği şem- siyesini elimle tuttum: — Size para mara teklif eden yok. Arkanızdan fena bir maksadla gel- miyorum... «Bir dakika beni dinleyi- niz» dedim. Dinlemediniz. 'Tek kelime söyletmediniz. Paranızı düşürdüğü- nüzü gördüm. Size paranızı getirdim. Dedim. Bu cümleleri, lâfımı kesme- sin diye bir hamlede söylemiştim. O şaşırdı. Elimdeki para destesine baktı: — A... Affedersiniz... dedi. Size karşı çok kabâ hareket ettim. Onun uğrunda yırtılan ceketimi tutarak: — Estağfurullah... dedim, uzaklaş- tım. Fakat genç kadının arkasından ko- şarken o derece yorulmuş, terleraiş- tim ki Adanın çarşısına İnince der- hal kendimi o gördüğün mahellebici dükkânına attım. Biraz istirahata ih- tiyacım vardı. Bir mahallebi yedim... . Daha Büyükadaya gidecek ikinci va- purun gelmesine de epeyce var. Evde | kahvaltı da etmemiştim, Dondurma» Oya: — Bir muhallebi daha getir... Dedim. Onu da yedim. Vapur za- mani gelince mahallebiciden kalkma- ğa davrandım. Yediğim mahallebile- rin parasını vermek için elimi panto- lonumun sağ cebine attım. Para yok. Sol cebine attım, yine yok. Halbuki ben cüzdan taşımam, Paralarımı da- ime pantalonumun ceblerine koya- rım, Ceketimin ceblerine baktım. Yok, yok... O zaman müthiş yanlışlığı an- ladım. Vapurda aksırdığım zaman mendilimi çıkarırken kendi paraları- mı yere düşürmüştüm. Öyle ya bir on liralık içinde dört tane beş, dört tane de teker lira vardı. Sonra aptal kafam işte... Kendi param elimde genç kadının peşinden koşmuştum, Şimdi ben hangisine ya nayım? Giden paraya m? Yırtılan yeni elbiseme mi?... Sokakta rezil olduğuma mı? Dedikoducular muhi- tinde ismimin çapkın çıktığına mı? Büyükadadaki işimi kaçırdığıma mı? Mahallebicinin hakaretine mi? Bu gece eve gidemediğime mi?... Yarın eve nasıl gideceğim? Onu da bilmiyo- rum, Karıma benden evvel haber git- miştir. O beni Büyükadaya gidecek biliyordu. Öyle ya, bu adada, genç bir kadının peşinde işim ne? Sonra cebimdeki paralar ne oldu?... nerelerde kaldım?... Bütün bunları karıma anlatabilir- sen anlat...» (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler çini; Pangaltıda Nergileciyan. Tak- Limonelyan, Beyoğlu: İstiklâl addan Dellâsuda, Tepebaşında , Heybeliada: Tomadis, Büyük- Fatih: Şeh: ada: Merkez, >” Yeni Tâleli, Kadıköy: Pasar- yolunda, Merkez, Modada Nejad Se- Ömer Kenan, caddesinde Eşref Neşet, Şehremini; Ahmed Hamdi. NEVROZIN diş, nezle, romatizma ve bütün ağrılarınızı derhal sa Ge e kak NEOK/ Grip, Baş, ve Diş ağrıları Nevralji, Artritizm, Romatizma Bu gece | Tarihi Mihrimah sultan, KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mamumn Tefrika No. 123 suana üçüncü Murada, Hoşedayı bulduğunu müjdeliyordu Nurbanu sultan bu ziyaretten pek memnun olmuştu. Mihrimah sulta- ni bekletmeden, odasına kabul etti. Mihrimah sultan denizden kork- tuğu için gelemediğinden, özür dile- mişti, Mihrimah sultan, valde sultanla bir müddet konuştuktan sonra, üçün- rü Murada şöyle bir haber gönderdi: «— Sen, halanın denizden ne kö dar korktuğunu bilirsin! İşte bu bay- ram her şeyi yenerek yola çıktım. Hasretinize dayanamadım.. bayramı- nızı tebrike geldim > Üçüncü Murad bu haberi alınca, çocuk gibi sevindi. Hiddeti, kini geçti. — İhtiyar halam Üsküdardan kal- kıp gelmiş. Yanıma gidip dini öpe- yim. Dedi, Odasından kalktı, Valde sul- tanın dairesine geçti. :Halasını Zzi- yaret etti.. elini öptü; — Annemi arayıp sormadığın için, sana çok gücenmiştim... Demekten kendini alamadı. Bir kaç dakika havai mevzular et- rafında konuşuldu. Mihrimah sultan, akrabasından olan Ahmed reisin katlinden pek mü- teessir olduğunu söyledi: — O aslana kıyanı astırmışsın. buna memnun oldum, dedi, Üçüncü Murad: — Deli İbrahim isminde bir ka- yıkçıyı katil diye idam. ettirdim amma, hakiki kalii başkası imiş. Şimdi onu aratıyorum. Ele geçince boğduracağım melünu. Diye cevap verdi. Üçüncü Murad bundan sonra, ka- dından talihi olmadığından bahse- derek: — Rozitayı da kaybettim, halal dedi, Oda hainçıktı.. Oda gö- gümden düştü, Venedikliler hep böy- Diye sordu. Üçüncü Murad içini çekti; — O da Venedikli idi amma, bana çok sadıktı. Çok temiz yürekli bir kızdı 0.. — Onun izi hâlâ buluğ m? — Hayır. Çok arattım. Şeytanla- rın bilmediği, ve girmediği yerlere bile adamlar gönderdim. o buldüre- madım. — İstanbul içinde mi acaba... Yok- sa kaçtı mi? — İstanbul içinde olsaydı, şimdi- ye kadar izi bulunurdu. Yerin ku- Jağı var, derler! Gizli bir şey ne va- kit olsa duyulur, meydana çıkar. — Doğru, yavrum! Yerin kulağı olmasaydı, ben de bir şey duymaz- dım. — Yeni bir şey mi duydun, hala? Mihrimah sultan gülümsedi: — Evet, Hoşedanın İstanbulda ol- duğunu söylüyorlar. Üçüncü Murad birdenbire yerin- den hopladı: — Ne ölyorsun, Hoşeda İstanbulda mi? Benim nazlı çiçeğim yaşıyor de- mek, öyle mi? — Bu, belki bir şüpheden yahut bir benzeyişten ibaret olabilir. Üçüncü Murad telâş ve heyecan İçinde, halasının gözünün içinde ba- Mihrimah sultan sordu; — Ben, Hoşedayı tanımam. Boyu uzun muydu? — İnce, uzun boylu bir kızdı... — Saçları?... — Kumraldı. — Rengi?... — Buğday. — Gözleri?... — Ek... Ve kendini tulamıyarak mın dandı: — Beni teshir eden onun gözleri deği miydi? — Saçları uzun muydu? — Kalçalarının üstüne kadar dö- külüyordu. — Başka.göze çarpan bir alâmeti var mıydı? Üçüncü Murad annesinden utanır gibi bir tavırla halasının kulağına eğildi: — Gerdanında iri siyah bir beni yardı. Onu, yüz bin kadının icine karışsa, gerdanındaki benile çarça- buk bulurum, Mihrimah sultan yavaş yavaş gü- lerek başını salladı; — Onu buldum amma, kimin evinde olduğunu bir şartla söylerim. — Emret, hala! Ne istersen yapa- cağım! Demek onun nerede olduğu- nu biliyorsun? Demek ki Hoşeda yar şayor, öylemi? — Evet, yaşıyor. Fakat, nerede ve nasıl yaşadığını söylemeden, şar- tımı söyliyeyim: Ben Üsküdarda bir çeşme yaptırıyorum. Bunun bir an evvel tamamlanması için, mimarla- rını Üsküdara göndereceksin ve et- rafına çevrilecek duvarın mermerle- rini sen tedarik edeceksin! Üçüncü Murad sevinç içinde idi. O dakikada Mihrimah sultan hazine- yi istese, vermekte tereddüt etmiye- cekti, — Peki, hala! dedi. Mimarları he- men şimdi göndereceğim. Mermer- lerin satın alınmasını da emredece- ğim. Allah aşkıma çabuk söyle ba na, Hoşeda nerede? sızlandığını görünce iz — Büyükçarşılı Nusret efendinin karısıdır o şimdi... Diye mırıldandı. Üçüneti Murad: — Vay habis vay, diye bağırdı. Hoşedayı o mu kaçırmış?... Mihrimah sultan Nusret efendi esirciden satın almış. Hattâ bugü- ne kadar Hoşeda olduğunu ve saray- dan kaçırıldığını da bilmiyor. — Tuhaf şey! Ben bu sırı, mut- laka meydana çıkarmalıyım, Hoşe- dayı saraydan kaçıran kimdir? O zavallı kızcağız esircilerin eline na- sıl düşmüş? Bunları anlatmadı mı sana? — Hayır. Benden ismini bile sak- lıyor. Geçenlerde kocasile beraber * bana iftara geldiler. Tarif ettiğini- 20 bakılırsa, o, Hoşedanin tam ken- dizidir. — Şimdi Nusret efendinin nikâh- hsımı 0? — Evet. Nikâhla almış onu... — Vay açıkgöz vay! — Esircilerden pâra ile satın ak dıktan sonra, kansının kıskanmâ- ması için, hemen nikâhlamış. — Hoşedayı ben şimdi nasıl göre- bilirim, hale? — Bunu &iz bilirsiniz. Ben yerini, yurdunu söyledim. Bundan beşka bir şey yapamam. Üçüncü Murad halasına teşekkür ederek kendi dairesine döndü. Hoşedanın saraya ikinci gelişi. da iken, ikinci nikâh şeran muteber — e ri geniş bir nefes aldı. (Arkası var) sorma

Bu sayıdan diğer sayfalar: