18 Nisan 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

18 Nisan 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

PAZARTESİ KONUŞMALARI: (Bir sürgün)ün hikâyesi Yakup Kadri, son romanile yarattı- ğı şahsiyette eserlerinin en kiymetlile- rinden birini vermiştir. Doktor Hik- met, istipdad devrinin havasızlığından bunalmiş ve Fransaya kaçmış bir Türk münevveridir, Abdülhamid için ölmez bir kâbus olan Beşinci Murad yakın- larından menküp bir mabeyin mensu- bunun oğludur. Güzel fransızca bilir. “Tevkif edilip nefyolunduğu İzmirde, o zamanın bütün uyanık gençleri için tek irfan melcei olan Abajoli kütüp- hanesinden aldığı fransızca kitaplarla dilini iyi bildiği memleketi gıyabından tanır. Evvelden verilmiş hiç bir kararı ol maksızın bir Fransız vapurunun düdü- gile yerinden fırlıyan doktor Hikme- ti, geminin içinde buluyoruz. Hemen ayni iradesizlikle Parise kadar gitmiş- tir. Roman, bu yirmi yedi yaşındaki İs- tipdat aslizadesinin varlığında garp âleminin hayalile hakikâtini karşılaş- tırmaktadır. Otel, kahve ve lokanta bi umumi yerlerde senelerdir kitap sa- hifelerinden öğrendiği Fransanm ve Fransızın, bildiğinden ne kadar başka olduğunu, hâdiselerin kafasına indir- diği çekiç darbelerile “anlar. Orada muhtelif vesilelerle gördüğü ve tanış- tığı Jön Türkler, kendisi için ayrı bir hayal yıkımı olmuşlardır, Yakup, bu sahifelerde amansız bir müverrih hu- şunetile romanının kahramanına acı | hükümler verdirir. İstipdadın kızıl | sultanını devireceği umulan ve mem- leket hududları dışına sadece vatan düşüncesile kaçıp gurbetin bütün acı larına göğüs geren bu muhayyel kah- ramanlar arasındaki fikir ayrılığını ve ihtiras savas'şrını bütün çıplaklığı ve hattâ mübalâgasile onun kaleminde canlanmış görüyoruz, Doktor Hikmet, türlü tesadüflerle genç Fransiz ve Rus ihtilâlcilerinin arasına da karışır, Sırf mantık ve he- yecan tellerinden örülmüş maneviyet- lerile başka beşeri hislere korkunç de- necek kadar bigâne kalan bu ateşli de- Tikanlılar, Türk sürgününü muhtelif içtimai meselelere alâkalandırırlar. Vakalar silsilesi halinde bildiği Osman- hı tarihi, yabancı ibtilâlcilerin görüş menşurları altında parçalandığı vakit doktor Hikmeti bütün ruhile Üzen kı- rık kırık ışıklar, gözlerine yeni bir rü- yet kabiliyeti verir. Memleketini ya- Tı müstemleke olarak görüş, onu tefek- kürünü durduracak kadar elemli duy- gularla titretmiştir. Çok filozof, kalbi ve eli açık zannet- tiği Fransızın, kadınında ve erkeğin- de maddeye ve paraya verdiği ehem- miyet, sarfettiği dikkati gördükçe bu kadar yüksek zekâ ve duygu eserleri- nin onlar tarafından nasıl yaratıldı- ğına şaşmaktadır. Maneviyet sahasın- da mütebaki beşeriyete ders veren ve örnek sayılan bu medeniyetin madde yönünden, ne katı, hattâ kendileri için bile ne merhametsiz ve ne zalim oldu- Nakleden: (Vâ— Nâ) Genç kız çıkınca Mümtaz'a sordu: — Peymanla ne gibi bir münasebe- tiniz vardı? İkinci defa olarak genç kızın içinde bir şüphe... O, Bursadayken de, bir an: «— Acaba bu adam mı?s diye dü- şünmemiş miydi? İşte ölüm döşeğinde - Peynian da parmağını ona uzatarak «İşte bu adami... Beni affedinizl> o dememiş miydi? Delikanlı hususi hayatına dair iş- tintak edileceğini hissederek: — Mazim sizi alâkadar etmez. Ne diye inceliyorsunuz? - dedi. - Ben, temiz bir ailenin çocuğuyum. Şimdi hemşirenizle evleniyorum. Onun yav- Tusunu evlâd edindim. Daha ne lâ- zım? — Öyle, Mümtaz! Fakat Peymanın söylediği sözler beni endişeye düşür- dü. Neden af diliyordu? Neden sizi gösteriyordu? — Ne bileyim? Bir şey anlamadım ki... TUZA Aşk ve macera romanı ğunu anladıkça şaşkınlığı büsbütün artar, Doktor Hikmet, kendine bir mahşer gibi görünen bu âlemde, Pariste tam bir işsizdir. Tıp fakültesinde ve bir has- tane kliniğinde çalışmak istemesine rağmen buna sürekli bir şekilde mu- vaffak olamamıştır. Muhitin bin bir ışıklı ve dalgalı hayatı onu bazen bir otel odasında şehvetini dinlendirmeğe sevketmiştir. Fakat bütün bu hâdise- ler, İzmir rıhtımından vapura binişi kadar iradesiz, kaza ve kader mahsulü olarak gelip geçiyor, Zavallı sörgün, bütün mânasile Pa- risin milyonluk kalabalığı içinde ya- pa yalnızdır ve asıl sürgünlüğünü, bu yanlızlıkta acı acı duymaktadır. Onu, İstanbuldaki fransızca hocasının tav- siyesile tanıdığı bir Fransiz edip bo- zuğunun kızına gönül vererek bu yal- nızlıktan kurtulma emelinde görüyo- ruz, Fakat seven Türk erkekle, sevilen Fransız kız, mensup oldukları mede- niyetler kadar birbirinden başka ve birbirinden uzaktırlar, Fransız kız er- keğin muhabbetini, hiç olmazsa cil dinde bir el teması olarak arıyor, On- da galib duygu, şu veya bu şekilde menfaattır, Halbuki doktor Hikmet sevdikçe hasbileşiyor ve sevgilisini ufuktan yükselden bir ay gibi daha tu- tulmaz, daha dokunulmaz ve Kendisi- ne varılmaz hissetmektedir. Gurbet ve intizamsız yaşama onu verem döşeğine, seriyor. Sevgisinin maddileşemediğini hastalığına atfettiği için çekingenliğini tabii bulan kız, has- ta âşığına derin bir alâka ile sokulmak- tadır, Ona kadınlığın bütün ihtima- mını Veriyor. Sanki doktor Hikmet sıhhatile beraber bütün erkeklik kud- retini de yeniden kazansın ve ona bu şefkatlerinin karşılığını bütün varlı- gile versin düşüncesi, kızı bu fedakâr- lığa sevkeder gibidir, Kızın bu duygu- su üzerinde müessir olan anasının Sırf menfaat endişesi, memleketinde zen- gin ve asil bir aileden olduğunu öğren- diği doktor Hikmete onu nişanlamak arzusunda görülür. Açıkça anası tarafından yapılan ni- şanlanma teklifi doktor Hikmeti, neka- hat devrini geçirmek üzere gitmeği ka- rarlaşlırdığı Provrusa, sevgilisine ha- ber bile vermeden Paristen kaçırmıştır. Bu teklifin altında sezdiği intifal ve maddi kaygular onu bu Fransız aile- den tiksindirmiştir. Cenup vilâyetinde tam bir inziva içinde yaşayan doktor Hikmet, sevgisini sevgilisi ile beraber hasta göğsüne gömmeğe çalışmıştır. Fakat kızdan aldığı mektuplardan bi- ri, anu çılgın gibi Parise çekiyor. Çün- kü sevgisi tekrar dirlimiştir, Doğruca onların evine gidiyor. İstanbuldan ge- len ve bu ilk ziyarette kendisine veri- len mektup, ailesinin paraca korkunç bir vaziyete düştüğü haberini getirmiş- tir. Sürgünün hayalında fecaat sah; nesi burada bütün hararetile başlıyor. (Devamı 9 uncu sahifede) Hasan - Âli Yücel Tefrika No. 4 — Her halde bü sözlerin bir mânası olsa gerek, — Hezeyan... Ölüm hezeyanı. — Hayır! Siz kaçamak yollara sa- pıyorsunuz. Doğru dürüst cevab ver- mek istemiyorsunuz, Madem ki bu kadar musırsınız, size arzumun hilâfına olarak bir şey söyliyeceğim, — Dinliyorum. — Bir zaman Peyman benim met- resim oldu. Bekârdım, hürdüm. İste- diğimi yapabilirdim, değil mi? — Böyle bir sırra vakıf olmağı ar- zu etmezdim. — Pek parlak bir münasebet değil... Onu mu söylemek istiyorsunuz? — Tabii... Kabahat bende ki sizi söyletmeğe teşvik ettim... Anlamak istediğim bazı hususi meseleler vardı. Delikanlı, saf bir eda ile: — Ne gibi hususi meseleler? - de- di. Hayriye, içini kemiren ve kendisi için hâlâ bir muamma olan bu sırrı belli etmekten çekinerek sustu. Fakat sonra, gene sordu: AKŞAM 18 Nisan 1938 3 musikişinas kardeş Son seneler zarfında Amerikada Yahudi Menühin adında küçük bir kemancı büyük bir şöhret kazanmış» tı, Küçük artistin verdiği konserler çok rağbet görüyor, artist bir konser için binlerce dolar alıyordu. - Yahudi Menuhin'in şöhreti . Avrupaya kadar yayıldı, Geçen sene küçük artist Av- rupaya gelerek İngilterede, Fransada bir kaç konser verdi ve çok alkışlandı. Yahudi Menuhin şimdi Hollivudda» dır, Bir kaç filimde başrolü yapacak- tır. Bu filimlerin esasını tabii artistin kemanı teşkil edecektir, Yahudi Menuhin şimdi 16 - 17 ya- şındadır. Kendisinden küçük iki kız kardeşi vardır. Birinin adı Hephzibah, diğerinin Yaltadır. Bunların ikisi de fevkalâde piyano çalıyorlar, Yahudi ve kardeşleri Amerikada doğmuşlardır. Babaları Ye anneleri Rusyalı yahudidirler. Yahudi pek kü- göstermiş ve bir keman bularak ke- mân çalıyağa başlamıştır. Annesile babası, çocuklarının oyuncak keman- dan çok güzel sesler çıkardığını gö- rTünce bir keman sâtın almışlardır. Küçük çocuk derhal en ağır, en güç parçaları kemanda çalmıştır. Küçük artist kendi kendine yetiş- ko flarmonik orkestrasında solist ol- müştur. Bunun üzerine adı her taraf- ta duyulmuştur. Musiki münekkidleri küçük artisti meşhur Mozart'a benze tiyorlardı. Aradan çok zaman geçmeden Yahu- dinin kız kardeşi Hephzibah piyanoya olan istidadını göstermiştir. Bir gün açık bir piyanonun başına geçerek mükemmel surette piyano çalmıştır, 6 yaşında virtüoz olmuştur. Bunu kü- çük kız kardeşi takib etmiştir. Yahudi Menuhin keman çaldığı 28- man gözlerini kâpar, kendisi başka bir âlemde imiş gibi kolu hareket eder, Koz kardeşleri de piyano başına geçin- ce muhitlerini unuturlar, kendilerini tamâmen sanatin esrarlı dalgalarına kaptırırlar, Bu üç kardeş acele etmeden çalış- makta, konserler vermektedir. Yahu- di, konserlerinden senede 750 bin lira kazanıyor. Plâklardan aldığı hisse de başkadır. Şimdi filim şirketlerinden senede bir kaç yüz bin lira alacaktır. AAnnelerile babaları şimdi işlerini bırakmışlar, bu üç çocuğu yetiştirmek için uğraşmağa başlamışlardır. Bu üç kardeşin yarının en büyük sanatkâr- — Peki amma, niçin Peyman af di- ledi? Bu nokta nazarımda pek müp- hem kaldı. Canım! Ölüm halindeki bir insa- nın sözlerine o kadar ehemmiyet ver- meyiniz. Ben size doğrusunu söyle- dim, Fakat şu kadarı da var ki, Pey- man hiçbir zaman bana yüz vermek istememiştir. Her tecavüzümde: «*Yap- mayın! Doğru değil, Bu eve girip çiki- yorsunuz, Duyarlarsa hanımlara kar- şi pek ayıp olur!» derdi, Nihayet zor- la arzuma muvaffeak oldum. Ve o, bundan dolayı, bana karşı daima kin besledi, Kendisini fena yola sevketti- ğime, felâketlerinin başlangıcı ben ol duğuma kaniydi. Filhakika bundan sonra da bu İvan... Doktor kız, istikrahla: — Yeter! Yeter! Zavallı Peyman! Yaptığı çılgınlıkları hayatile ödedi. Zaten bu feci âkıbetler talihsiz kadın- ların mukadderatıdır. Delikanlı kaşlarını kaldırarak: — Tabiatin kanunu böyle... Aşkın neticesinden en fazla sarsılan kadın- Jardır. Onun için erkeklerin kaprisle- rine karşı kendilerini daha iyi müda- faa etmelidirler. — Bu hususta münakaşa etmiye- lim... Zira hiçbir münakaşadan ha- kikat doğmuş değildir. Mümtaz, omuzlarını silkerek: 750 bin lira k çük yaşta musikiye büyük bir meyil | miş ve yedi yaşında iken San Fransis- * .hi Yahudi, Hephzibah, Yalta Menuhin yarının en büyük sanatkârları olacaklar Henüz 17 yaşında olan Yahudi senede azanmaktadır Yahudi Menuhln (yerde ofuranY Rnmesi, babası ve kız Kardeşleri ları olacağı muhakkak addediliyor. En küçükleri Yalta sade bir virtüoz değil, ayni zamanda bestekârdır. Bes- tekârlık hassası inkişaf ederse zama nımizın büyük bestekârlarından biri olacaktır. Boğuka gelir Hhslni seyrelanlerilan Lir grup Balıkesir (Akşam) — Geçenlerde Halkevinde memurlara ve faydalanmıştır, — Hakikat, yalancıların en güzel icadıdır! - dedi, Sonra eğildi, Genç kızm elini hür- metle öperek veda edip gitti. Acaba Hayriyeyi kandırmış mıydı? Genç kız artık ona karşı kalbinde te- reddüd hissetmiyor muydu? Şimdiden sonra aralarında hakiki bir arkadaş- lık başlıyabilecek miydi? Her halde talih ona gülüyordu. İşleri rasgidiyor- du. Zamanla hepsinin itimad ve mu- habbetini kazanacağına emindi. Ertesi sabah Mümtaz, eskice bir el- bise giyerek İvanı bulmağa gitti, —26— Mümtaz karanlık ve dumanlı dük- kândan içeri girdi. Burası pis bir ah- çı dükkânı olmakla beraber rakı da içiyordu. Mümtaz burada bir taşla iki kuş vurmak istiyordu. oİvanı aramakta asıl maksadı onun vasılasile Çerkes 'Hasanın izini bulmaktı. Her halde İva” nım bu adamla tanışması lâzım ge- Jirdi. Çünkü ikisi de at meraklısı ve | at hırsızı... Vaktile Hasan da bu ta- raflarda otururdu. Eğer onu bulursa Aliyeye karşı elinde büyük bir silâh olacağına kaniydi. Dükkün duman içinde olmakla be- raber tenhaydı. Delikanlı mal sahibi- ne seslendi. Bir kahve ısmarladı ve sordu; « — İvan nerede? (Bo ğucu gazlar) filmi, her gece bir mahalleye gösterilmek suretile Bahkesirin 28 mahallesi halkına da gösterilmiştir. Filmi 20 binden fazla vatandaş seyretmiş — Canım şu geçen gün karısı ölen herif... Rustan dönme. — Hidayet mi? Karısı ölelidenberi matemini çekiyor. Evden çıktığı yok. Mümtaz bir an *belki bu adam da bilir!» ümidile: — Çerkes Hasanı tanır mısın? O da vaktile buralarda otururdu. raklısı hani. — Nesil bilmem... Müşterimdir... Neredeyse gelir! Mümtaz bu sözleri işitince son de- rece sevindi. Kirli masanın Kenarına oturdu. Bir sigara yaktı. Az sonra kapı açıldı. Orta boylu, ges niş omuzlu, İnce belli ve keskin bakış- lı Sarışın bir adam içeri girdi, Alışma» dık bir sima ile karşılaşınca, yan göz“ le Mümtazı süzdü ve sonra hayretle; * — Vay! Sen ha?... - diye haykırdı. Delikanlı, ayağa kalktı, Hasanın elini sıktı: j — Yal oluyor biribirimizi görme“ dik... Ben de buralara kadar seni ara“ mağa geldim, Neredesin ayol? Hiç or talarda görünmüyorsun. Gel şöyld otur bakalım. Ne içersin? — Rakı yahu, rakı... Viski içecek değiliz a., Ne içilir, akraba!, Ekser kimsenin «üstadı, At me- «hocasi dediği gibi, bu Çerkes te kendi milli“ yelinin âdetini tehzil ederek herkese «akraba» demeği huyetmişti, (Arkası MEEEFSEEE. KEBEB ESER;

Bu sayıdan diğer sayfalar: