3 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

3 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| | | SARAY ve BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM —Tercüme, iklibas hakkı mahfuzdur Tefrika No. 130 Üçüncü ordu müşürünün vaziyeti- Kâmil paşa ile cemiyet arasındaki ihtilâf Bu listeye Receb paşa ithal olun- makla kalınmamış, vükelâdan başka ikinci, beşinci, altıncı ordulür müşür- üklerine kimlerin tayin #dimesi icab ettiği de gösterilmişti, (©) * (Dördüncü ordu kumandanlığına tayin olunan Abdullah paşa istifa ey- lemesile yerine üçüncü ordu kuman- danlığından istifa eylemiş Tbra- him paşa gönderilmişti. İbfâhim paşa (31 martlan) sonra Trablusgarb va- li ve kumandanlığına nakledilmesi üzerine dördüncü ordu kumandanlı- ğına beşinci ordu kumandanı müşür Osman paşa getirilmiştir.: İbrahim paşanın meşrutiyetin ilânı üzerine üçüncü ordu kumandanlığından isti- fasını icab ettiren hal ve vaziyet Ata- türk'ün 1927 deki büyük nutukların- da izah edilmiştir. Bunu iktibastan evvel tekrar ede- lim ki: Meşrutiyetin ilânı günlerinde Üs- kübdeki tertibatı Selânikte ve diğer yerlerde alınacak tertibat ile uygun bir tarza koymak için Üskübe gitmiş olan erkânıharb Kolağası Muslafa Kemal bey deruhde ettiği vazifeyi ik- malden sonra Selâniğe avdet eylemiş- ti, Kutukta İbruhim paşanın islifası- na dair verilen izahat işte bugünlere tallük edi Atatürk buyuruyorlar ki: (Avdetimde ve artık her yerde fil tezahürat başladıktan sonra müşür İbrahim paşa benf davet etti ve şu beyanatta bulundu: — Beni ordu kumandanlığında ip ka edecek misiniz? Etmiyecek misi- niz? İpka olunmıyacaksam şahsım te- cavüz ve hakarete düçar edilmeden hemen İstanbula hareket edeyim. Hattâ paşa bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline alarak aynen ha- tırımda kalan şu kelimeleri de ilâve etti: — Burada benim yalnız bir hok- kam var, Onu alır, giderimi İcab edenlerle görüştükten sonra cevap verebileceğimi söyledim, Cemi- yet namına salâhiyettar olan diğer arkadaşlarla İbrahim paşanın ku- mandanlığı meselesini müzakere et- tik. Bir zaman için kalmasında mah- zur görmedik. Kumandanlıkta kalacağı hakkında- ki cemiyet kararını ben kendisine teb- liğ ettim. Fakat bir, iki gün sonra dağa çık- mış olan zabitandan bir mülâzim efendi bulunduğu yerden İbrahim pa- şaya hakaretle mali bir telgraf çek- miş, İbrahim paşa derhal beni çağırt- tı ve telgrafı uzatarak dedi ki: Beni kumandan olarak burada muhafaza edeceğinizi bildirmiştiniz. Bu hakaret nedir? Kumandan paşaya cemiyetçe hak- kında ittihaz ettiğimiz kârarı tekmil teşkilâta iblâğ edecek kadar zaman geçmediğini, bilhassa dağ başında bu- lunan zabitlerimizin herhangi bir tel- graf merkezinden bu gibi telgrafları keşide ettirmelerine mâni olmak bu- günlerde müşkül olacağını takdir et- mesini söyliyerek kendisini tesliyeye çalıştım. Fakat aradan cok geçmeden O Zâ&- man hududu Yunaniye kumandanı bulunan Muhlis paşa cemiyetin Ma- nastırdaki heyeti merkeziyesi tarafın- dan Manastıra davet olunmuş; ordu kumandanı İbrahim paşadan mezuni- yet almaksızın Manastıra gitmiş. Bun- dan müteessir olan İbrahim paşa muhlis paşaya tekdiramiz içazda bu- Tunmuş. Bunun üzerine Muhlis paşayı da- vet eden heyeti merkeziye İbrahim pa- şaya uzun bir telgraf çekmiş. Bu defa da müşür paşa beni davet ederek telgrafı gösterdi ve: — Ya bu nedir? Dedi, Telgrafı baştan nihayete ka- dar okudum. Bu telgrafta Konyar (2) aşiretine mensub müşür İbrahim pa- şanın bütün hayatı, mazisi, mahiyeti tavsif olunduktan sonra ağır ve ha- karetâmiz kelimelerle istibdad devri nin, Sultan Hamid bendeliğinin en- der enmuzeci olan İbrahim paşanın hürriyet için çalışan bir muhitte hür- riyet için çalışanlara kumanda etmek cesaretinde bulunması istiğrab edili- yor ve derhal! kumandanlık makamini terketmesi ihtar ve taleb olunuyordu. Bundan sonra hakikaten İbrahim paşa Selânikte duramadı, Dediği gibi hokkasını alıp gitti.) Kâmil paşa - sadarete ne taraftan Vaki olmuş taleb ile getirilmiş oldu- ğunu bildiği için ilk zamanlarda cemi- yet âzasından kendisine müracaat edenlerin tekliflerini hiç bir taallül göstermeden tervie eder, İttihad ve Terakki cemiyetinin İstanbuldaki he- yetini daima Babıâliye davet eylerdi. Mülâkatlarda paşa herkesi zemmeder, kendisini servetten mahrum gösterir- di; cemiyetin müzaheretini isterdi. Heyetten hiç birisinin görünmediği gün Kâmil paşa kendilerini mutlaka davet ederdi. Fakat yavaş, yavaş vazi- yet değişmiş, paşa hareketinde serbest bırakılmağı ister olmuştu. Mülkiye mezunları Selâniğe bir seyahat tertib etmişlerdi. Kâmil paşanın büyük oğ- lu Mahmud bey de bu meyanda Selâ- niğe geldi. Diğer oğlu Said paşanın babası nezdinde bulunması ahali ara- sında dedikoduyu mucib olduğu, bu da halkın hükümetten emniyetini sel- bedeceği, Said paşanın bir memuriyet- le taşraya gönderilmesi muvafık ola- cağı orada Mahmud beye anlatıldı. Mahmud bey bu sözleri İstanbulda kendisine naklettikten sonra Kâmil paşa artık cemiyet murahbaslarını yanına çağırmaz oldu. Bu heyet şim- di Kâmil paşaya en mühim işler için bile müracaatlerinde şimdi ondan an- cak yarım ağızla cevaplar alıyordu. Geşot hâdisesinden sonra amiral Said paşa Şürayi Ümmet gazetesi ida- rehanesine gelerek Talât beye: — Babamla cemiyet arasında teb- liğ ve tebellüğe ben vasıta olayım. Her ne arzu ederseniz babama yaptır- mağı taahhüd ederim, Diye müracaatte bulunmuştu O gün Talât bey tecrübe için Kâmil pa- şanın on gündenberi memuriyetini tervle etmediği bir validen bahsetmek- le beraber vesatet teklifini cemiyet ar- kadaşlarile müzakere edeceğini bil- dirmişti; Said paşa bu vali işini he- men çıkartmıştı. Fakat cemiyet İzmir- de kendisinden o kadar şikâyetler et- tiren sadrazam oğlunun (9) sadaret makamile kendi arasında vesaletini tervic etmeyince Kâmil paşanın cemi- yete iğbirarı kuvvetlenmişti. Cemiyet erkânının Kâmil paşanın konağında bulunduğu bir gece Kâmil paşa boykotajın iyi netice vereceğini beyandan sonra adliye nezaretine Manyasizade Refik beyin getirilmesi hakkında fikir sormuştu. — Refik bey arkadaşımızdır. Bunu biz de isteriz, Ancak rahatsızdır; yor- gundur. Adliye nezareti çok faaliyet ister, Muvaffakıyeti şüphelidir, Ken- disinden muvaffakıyet görülmeyince gerek kendisinin, gerek âzasından bu- lunduğu cemiyetin itibarı için iyi ol- maz, e Cevabını almıştı, Kâmil paşa ertesi günü Refik bey ile görüşürken: — Sizin aranızda arkadaşlık hissi- yatı da yok. Adliye nezaretine tayini- niz hususunda reylerini sorduğum arkadaşlarınızdan (Refik bey matuh- tur!) cevabını aldım! Diyerek cemiyet erkânının araları- (3) (Siperlsaika) gazetesi, Kâmll paşa oğlu Said paşanın İskenderiyedeki ada- İ * tarmış olur, AKŞAM Konirakt Briç Meşhur eller No. 3 Her iki taraf birinel manşda, Küğıdı veren! Cenub. Deklârasyon Sistem: Cenub Garb Şimal şark I 2SA.(a) pas '3S.A.(b) pas pas pas | 166) pa 24 pes S.A. opas pas pas M 1SA.(d) pas 24 pas 2S.A, pas 3S.A, pas pas pas Deklârasyon hakkında notlar 8) Cenubun 19 sayılı ve her rengi tu- tabilecek kâğıdı vardır. Elindeki kuvvet birden iki sanzatu deklârasyonuna kâfi ve hattâ fazladır. b) Şimalin elinde yedi sayıdan başka iki onorlu ve beşli bir rengi bulanduğun- dan ortağının iki ile başlıyan sanzatusu- nu üçe çıkarmağa kâfi ve fazla biledir. ©) Elde dört buçuk ghor levesi bulun- duğundan ennratu yerine tercihen evvelâ renk gösterilir. d) Deklârasyon, sanıgtuda nihayet bu- iscak olursa cenub, oyunun kendi Üze- rinde kalmasını arzu etmektedir. Çünkü elindeki kâğıdların vaziyetine göre san- yatuyu kendisinin idare etmesi fazla leve teminine imkân verir, Oyun Oyun — 3 Sanzatu (o Sanzatucu » cenub Grab kupa beşlisini çıktı, cenub le tuttu. Sinek damını müteakiben onl oynadı. Yerin valesile tuttu. Şark ikinci 1evede de ası” basmadı ve bu hareketile rengi bioke etmiş oldu. Sanzatucu yerden bir karo oynadı, pas yaptı. Pas geçince elinden asmı ve üçün- cü bir karoyu oynadı. Şark run ile aldı ve sineğin asını çektikten sonra ortağına kupa çevirdi. Cenub kupayı tuttu ve Iki $ağ karosunu aldı. Sonra küçük bir pika oynadı. Garb asla tuttu ve elinde kalan iki sağ kupasını aldı. Sanzatucu bir içeri Eritik Sineğin damını aynadığı zaman cena altmış iki ihtimalle 3 - 2 olarak yz olacağını. b) Asın üçlü tarafta bulunabileceğini, €) As üçlü tarafta ise üçüncüye kadar levepi almıyacağını. Cenubun okupelardan evvel elindeki uzun bir rengi sağlayıp yapması oyunun en esaslı ve en hayati bir kısmını teşkil eder. Bu itibarla sinek damını yerin ru: sile tutması lâzımdır. Rua leveyi kaza hınca bir karo oynar, damı paz yapar. Pas geçince sineğin onlusunu oynar, ye- rin valesinp geçer. Bu Bareket şarkı te- reddüd içinde birakır. Eğer canubda baş- ka sinek yoksu asla almakla bir leve kur- ayni zamanda elindeki karo rTuasına karsı sanzatucunum yerden Ikinci bir karo çevirmesine mânl olur. Eğer ce- nubda üçüncü bir sinek varsa asla al- ması bittabi kendi zararına bir hareket olur. Eğer şark ikincide de gene boş verir- se, sanzatucu yerden bir ikinci karo oy- nar, tekrar bir pas yâpar. Böylece dokuz leve alır, Eğer şark ikincide as basıp bir kupa çevirirse © zaman on bir leve yapar. |, 7 BAŞ 605 8ST 1209 145 Va, 302 456 1211 1603 1907 2007 Idarebane: Babekli civan KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No. 217 Üçüncü Murad gözlerini açar açmaz Zühreyi sordu. Osman kâhya saraya yaşmaklı genç bir kadınla geldi «Zührevnin saraya geli Saray halkı çok telâşlıydı. Gündüz denizde kopan kasırgada padişahın âkibetinden endişe ediliyordu. Üçün- cü Muradın o gece saraya neşeli dö- hüşü herkesi hayrete düşürmüştü. Ufak bulutlu * havalarda bile deni- ze çıkmaktari çekinen Murad bu fır- tınayı nasıl atlatmıştı? Murad o gece Zühreyi düşünerek uyudu. Venedikli «lloşeda» on beş gün- denberi o hasta yatiyordu. Üçüncü Murad her gece «Hoşedas nın sihhar tini sorardı. O gece hiç kimseyi sor- madan yatmıştı. » ” «Hoşedâş nın vücudünü ağrılar kaplamıştı. Taş binalar, alçak tavanlı odalar içinde bunalan Venedik dil- beri nihayet uzun yillardan sonra hastalanmış, yatağa düşmüştü. Mu- râd ondan bıkniış mıydı? Yoksa hâlâ seviyor muydu? Bunu bilen yoktu. Hakikat olan şu idi: «Hoşeda» artık eskisi gibi sevilmiyordu. Eskisi gibi aranmıyordu. «Hoşedâ» nın birdenbire saranp solmasından şüpheye düşen Safiye sultan, bu amansız rakibesini saray- dan uzaklaştırmak için güzel bir fır- sat ele geçirdiğinden emindi. Padişa- ha: «— Güzdeniz gönül hastasıdır. Bİ- rini seviyor!» Diyecekti. Murad gibi vesveseli bir hükümdar için, bu şüpheler Hoşeda- yı gözden düşürmeğe yetmez miydi? Safiye sultan son kararını vermiş- Li. Ertesi gün bu meseleyi Murada açacak ve rakibesinin saraydan uzak- laşlırılmasına oçalışacaktı, «Hoşeda> Eski saraya atılırsa, Safiye sultan rakibsiz kalmış olacaktı. Bilmiyordu ki, «Hoşeda> Eski saraya atılsa bile yerine gelecek olan «Zühreş güzellik- te hepsini bastıracak ve hepsinin Üs- tünde bir mevki alacaktı. Üçüncü Murad o güne kadar hiç bir kadına: «Sen, bir içim suya ben ziyorsun!» dememişli. OO, kadınları çok sevdiği, kadınlarla çok düşüp kalktığı halde, çok az iltifat ederdi. 'Kadın kalbini okşıyacağı zaman ken- disinin o kadın karşısında küçüldü- günü sanır, derhal kendini toplardı. O gece padişahın «Hoştdâ> yı sor- maması haremde bülün kadınların dikkatini çekmişti. Acaba hünkâr rahatsız mıydı? Çünkü, Murad ra hatsızlandığı zaman kendinden baş- ka bir kimseyi, hattâ çok sevdiği şehzade Mehmedini bile arayıp sor- mazdı. Muradın Üsküdardan çok neşeli döndüğü anlaşılınca, Safiye sultan başta olmak üzere bütün harem hal- kının yüzü gülmeğe başladı. Üçüncü Muradın, güzdesini sor- mamasi bütün kadınları sevindirecek kadar mühim bir hadise idi. eHoş- eda» yi haremde kimse sevmezdi. Herkes onu kıskanırdı. <Hoşeda> nin haremde bir doslu vardı: Yahudi Kira. Bu kadın da Raziyenin sillesi- ne uğrıyarak saraydan atılmış, «Hoş- eda> kendisine sadık kalan bir zenci cariyesile yalnız ve himayesiz kal mıştı. Herkes Muraddan çekiniyor du. Hiç kimsede «Hoşeda»> hakkın- da padişaha bir şey söylemek cesa- reti yoktu. Fakat, Bir kaç gün ara- nıp sorulmazsa, «Hoşedâ> nın da Es- ki saraya sürülmesi mümkün olabi- 1ecekti. Bilhassa Zühre Üsküdardan geldikten sonra... * Ertesi sabah, Mihrimah sullanın kâhyası Osman bir kayık ile hün- kür iskelesine yanaştı. Yanında bir haremağası ile Zühreden başka kim- se yoktu. Üçüncü Murad erkenden uyan- miştı. Murad herkesten önce kızlarağa- sına, Üsküdardan Osmanın gelip gel- mediğini sordu. Kızlarağası: — Henüz kimse gelmedi, şevket- lim! dedi, Kızlarağası, padişahla görüşürken müjdeciler geldi... — Osman kâhya geldi, zeyketlimi Murad birdenbire sevindi: — Yanında kimse var mı? — Yaşmaklı genç bir hatun var, şevketlim! Murad çocuk gibi ellerini birbiri- ne çırparak pencereden pencereye koşuyordu. Zühre «Babı hümayun» dan - içeri girmişti. Murad sakalına «trışâhi> ler sür- dü... sarığına. sorguçlarını, beline zümrüdlü murassa hançerini taktı. süzgün süzgün haremağalarının yüz- lerine bakarak mırıldanıyordu: — Zühre. Bu, çok güzel bir isim. Osman kırk yıl düşünse bu adı bu- lamazdı. O, bence yıldızların en parlağı, en cazibelisi, Zühreyi nihayet Murada getirip takdim etmişlerdi. Padişah yeni gözdesile konuşadur- sun. Ayni günün akşamı <Hoşeda»- nın odasında tüyleri ürperten gizli konuşmalar geçiyordu. «Hoşeda» sadık cariyesine soruyor? — Yakından gördün mü onu? — Gördüm sultanımı — Güzel mi? — Güzel. — Çok güzel mi? — Sizin kadar değil. Fakat, çok güzel — Kaç yaşlarında"Yar? — On dört, on beş yaşında. «Hoşeda» dudaklarını ısırıyordu: — Demek benden on yaş küçük. Zenci cariye, hanımının başı ucun- da oturmuştu, «Hoşedas tekrar sordu: — Esmer mi, sarışın mı? — Kumral. — Gözleri? — Elâ... Fakat, o-kadar parlaktı ki... — Yeter artık, sus! — Niçin üzülüyorsunuz, sultanım? Sel gider, kum kalır, Zühre padişa- hı idare edemez. Çabuk gözden dü- şer. — O ne? Adı Zühre mi? — Evet. Öyle imiş. — Kimden duydun? — Cafer ağadan. — HAJâ çıkmadı mı huzurdan? — Hayır, çıkmamış... Beraber ye- mek yiyorlarmış... — Ne dedin? Beraber yemek mi yi» yorlarmış? Hem de lk akşamında, öyle mi? Arab kızı ağzından bir şeyler ka- çırmış gibi: — O, dün de Osman kâhyanın ya. lısında bir kaç saat efendimizle hal- vet olmuş, şarab içmişler. Hoşeda bunları duydukça yerinde oturamıyordu. O günlerde başlıyan kıskançlığı onu çok üzüyor, içindeki şüpheleri derinleştiren vakalar kar- şısında eski tahammülü bulamıyan müthiş bir sabırsızlıkla kendini yâ- taktan sedire, sedirden yatağa &ti- yordu. — Bu hayatın sonu nereye vara” cak? Ben artık bu yalnızlığa, bu son- suz işkencelere tahammül edemiyo- rum. Beni buradân kurtaramaz mı- sın sen? © — Rozlta da vaktile buradan ka» * çıp kurtulmak istemişti. Cariyesi Ayşe ona yardım vaadinde bulundu- ğu halde, Safiye sultan işi önceden sezip Ayşenin boynunu vurdurdu. Buradan kolay kolay kaçılmaz, suk tanım! — Rozita dedin de hatırıma geldi. O buradan kaçsaydı, nereye gide- cekti? — Kocasının yanına... — Kocası mi vardı onun? — Öyle ya. Sinan rels onun koca- sıydı. Rozitayı efendimiz zorla aldı onun elinden. (Arkası var) pF Yakında BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN .-.e MBA BBYBS asus Eyumdaş esed e SE EE$I3? EHHAFSE SEYPRSE BFİY YEEBOY REKSABEPEK His

Bu sayıdan diğer sayfalar: