6 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

6 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

PAZARTESİ KONUŞMALARI: HMâccei Tanzimat 1839 da ilân edilmişti. Bundan bir sene sonra bir büyük ada- mumız doğdu: Namık Kemal. Ondan | Ahmed Mithat | dört sene sonra da dünyaya geldi, Doğumları arasındaki bu kısa fasılaya mukabil ölümleri ara- sinda tam bir çeyrek asır yar. Namık Kemal kırk sekizinde öldü. Ahmed Mit- , yetmişi doldurmak için bir ordu. Öldüğü yıl, başka Iki değerli insanın ölümüne tesadü! eder: Recaizade Ekrem, Ebüzziya Tevfik. Biri altmış beş! atlamış, öbürü bu had- de bir yıl aralıkla yaklaşabilmişti. Yoksullukla başlıyan, Tuna illerin- den Bağdada kadar uzanmış yolculu- Bunda hayatın her türlü güçlüklerine, mihnetlerine metanetle karşı koyan, sürgünlüklerinde bile neşe, ruh sükün ve huzurunu bozmaksızın çalışan uzun verimli: ömrile Ahmed Mithat efen- di merhum, Türk irfanının, zama- nında, en saygı değer ulu hizmetkâr- Yarından biridir, Bu yıl, ayni şekilde leri birer manevi kıymet taşıyan iki ölümdaşile beraber hayata gözlerini kapamasının. yirmi ; beşinci yılını yaşıyor. Ahmed Mithat efendi, hayatı kadar ölümile de bize ölmez bir nümüne ver- mişti, İri gövdesi üstünde, geniş ormuz- larına dayanarak yükselen sevimli başı, elmacık kemikleri çıkık yanak liyen beyaz, temiz sal rının altında birer ışık gibi yanan güözlerile ne zaman onu hatır- Jasam eski bir Türk şamanı üş gibi biraz korku ve pek çok sevgi du- yarım. Onda bir çocuk saflığı, bir ilk adam bi ve gene her ikisinin bi- tip tüke dı. Yarım asır, belki ondanda fazla, devrinin kendisini (Hâcci evvel) diye andığı ve bu ünvanın Türk okuyucu- suna kendisini tanıttığı bu kocaman ve yaman ihtiyar; yetmişe eren yaşı- nın zâaflarına ve yıkımlarına karşı koyarak çocukluğunu tanzir eden ye- tim Darüşşefakalılara ders vermek için geldiği ve genç bir muallim gibi gece nöbetine kaldığı bu halk müesso- sesinde, bu irfan yuvasında son nefesi» ni verdi. Bütün ömrünce yazarak ve söyliyerek bildiklerini öğretmişti, Ölü- mile de bilmediği hakikatin en güzel örneklerinden birini bize hatıra olarak bıraktı, Ahmet Mithatın son nefesi, &on dersi oldu. Ridvan Edgüer anlatmıştı: Balkan harbinden bir müddet önce Ahmed Mithat efendi Selâniğe gelmiş, O za- man İttihad ve Terakkinin himayesin- de bulunan Ravzai Sübyan mektebin! de ziyaret elmiş. Çocuklarla konuşmak arzusunu göstermiş. Onlara Türk ta- rihinden sormuş, haritada yerlerini göstertmiş. Kendisi de Türk milleti- nin tarihte gördüğü büyük işlerden, kahramanlıklardan bahsettikten son- ra yaşaran gözlerile şu sözleri söyle- miş: — Siz çok bahtiyarsınız çocuklarım. e bilmiyen tecessüsü var- | evvel Milletinizin tarihini ders olarak oku- yor, öğreniy nuz. Halbuki biz, ço- cukluğumuzda hangi milletten olduğu- muzu bile doğru di bilmezdik. Ahmed Mithat, Türktü, Türklüğü- nü bilen ve Türklüğü kudretince öğ- retmek isteyen”bir adamdı. Özbekler Şeyhi Mehmed Sadık efendinin Üssi Lisanı Türki isimli Çagatay gramerin- den bahseden eserine 1897 de, bundan tam kırk bir sene önce yazdığı takriz de bakın ne diyor: «Haseb ve neseb ile mübahat insan- Jar için ihtisasatı tabiiye hüzmünü al- mıştır, İnsanın en kıymettar varlığı kendi mevcudiyeti şahsiyesi iken mey- danı tefahiirde yalnız ben filânım de- mekle iktifa edemeyip ben filân oğlu filânım demeğe kadar gayreti tefabür onu isal eder... İşbu tefabür efraddan akvama da intikal eder, Kavimler da- hi «Biz şuyuz» demekle iktifa etmeyip «Bizim aslımız şuna müntehidir. diye isbatı haseb ve nesebe mecburiyet his- sederler.» «Lisanımızın aslı çagataycadır deni- Jiyor.-Öy'le değil a! Cengiz zadelerden Çagatay bey daha dünkü bir adamdır. Akvamı Türkiye meyanında herne 2â- man bir müctehid reisi zuhur ederse kabilenin namını onun namına tahvil etmek ve o kabileye mağlüp olan kaba- ili saire dahi o namı almak mutad oldu- ğu için bir zaman Türklük Çagatay na- İmına mensubiyetile şeref aramıştır. Na- sıl ki n dahi bu şerefi Özbek ve nasıl ki nihayet bu şerefi Osman namında bulmuştur. Yoksa Çagatay beyden bin, iki bin, üç bin sene mukaddem... Korkmiyalım, daha çıkalım; dört bin, beş bin sene | mukaddem demeğe ne ni var? E- hasıl miri müşarünlleyhten binlerce se- İ me mukaddem Türk lisanı dünyanın bütün kısmı şarkisinin ziveri zebanı | natıkıyeti idi Ahmed Mithat adını duyup da Tev- fik Fikret mahrumun (Timsali ceha- let) şiirini hatırlamamak kabil değil- dir. İnsan şaşarak kendisine sormaya mecbur oluyor: Fikretin Timsali ceha- Jeti, bu sözleri söyliyen adam mıdır? O hâlde Fikret için (Timsali irfan) ne idi ve nasıldı? Yalnız koca bir fem, Bir dağ gibi âdem. Kükrer, bağırır, dağlara çarpardı sadası; BI falde, eylerdi bütün kendine davet; Ablak yüzünün lihyel çarub - nümasi, Pür cür'etü nahvet, Eylerdi hitabet... Bu mısralarda tesvir edilen insan mi- dır ki, yüzlerce ve yüzlerce kitabı, bin- lerce ve binlerce sahifesile yazarak, hattâ bazen harflerini kendi dizip ba» bütün hayatınca çalışmış, çabalamış- İ tır. Elbette o da kusurdan salim de gildi, Onun da kabahatları ve zâafları vardı. Kul kusursuz olur mu? Bizzat Fikret, bütün faziletine rağmen günah- sız bir insan midir? Ahmed Mithat efendi, bütün bu ta- rizlerin üstünde hâlâ hatırasi canlı du- İMAZİNİN YÜKÜ ALTINDA... Aşk ve macera romanı Nakleden: (Vâ-Nü) Bu sözler o kadar katiyetle söylen- mişti ki. Atıf bey, mâni olamıyacağını anladı. Lâmlayı bu vaziyete düşürüp te üzmektense, böyle müşkül bir vazi- feyi kendi erkek omuzlarına almağı tercih etti. Helecandan değişen bir sesle: — Otur buraya Celâj ve beni dinle... - dedi, - Sana herşeyi anlatacağım... Bunları sana söylemek İstemediğime Allah şahittir... Hattâ bu anı yaşama- mak için bütün servetimi de feda eder- dim... Delikanlı bu hailenin ne olabilece- ğini, hayretle, merakla ve korkuyla bekliyordu. Gayri ihtiyari işaret edilen yere oturdu. Atıf beyin âsabi ürperme- leri ona da sirayet etmişti. Mühendis biran sustu, Beyninde mü- nasip kelimeler, oğlunu irkiltmiyecek cümleler arıyordu. Tekra ze başlıyarak; — Evlâdım! « dedi, « Sen kendini Na» M1 beyin oğlu sanıyorsun. Fakat mer- hum senin baban değildir. Genç bahriyeli öfkeyle yerifiden fır- Mayarak; Tefrika No. 31 — Ne?., Ne hakla annemle babama bü çirkin iftirayı atıyorsunuz, bey- efendi? Onları lekelemeğe hakkınız yoktur. Atıf, hararetle: — Asla hakaret etmiyorum... Bu fi- İ kir biran bile aklımdan geçmemiştir... Size ismnii ve babalık şerefini veren erkek, dünyanın en iyi, en namuskâr Imsanıdır, Annenizse cidden şayanı hür- met bir kadındır... Sesinin ahenginden, bu cümleleri bütün kanaatile söylediği anlaşılıyor- du. Celâl, şaşırmış bir halde tekrar yerine oturdu. Mühendis devam etti: — Eğer emin olmasaydım böyle bir şey söyler miydim hiç?.. — Peki bunu nereden biliyorsunuz?, — Annenizden öğrendim... Valideniz, on sekiz yaşında iken, Erenköyünde bir gençle sevişmiş... Gizlice nişanlan- mişlar... İki sevgili, âşklarının hara. retine mağlüp olarak, gayri ihtiyari bir hata işlemişler... Maamafih, evle- neceklerine kani idiler... Fakat hâdise- ler, onları biribrinden ayırmış... O de- Tece ayımış ki, ne bir daha görüşebil- sarak milletine birşey öğretmek için | sssesesasi zırhlılar Amerika yeni zırhlılarının hacmini arttırıyor Londra 5 (A.A. — Sunday Times'in deniz muhabiri yazıyor: «Yeni Ameri- kan ve İngiliz zirhlıları 16 pusluk toy- larla techiz edileceklerdir, Amerikalı- lar bu çaptaki topları taşıyabilmek için 45,000 tonluk gemiler inşa edil- mesini istemekte iselerde İngilizler 42,000 tonluk gemiler inşa etmekle iktifa etmektedirler. Fransa Vaşingtan muahedename- sile tahdid edilen mikdardan yukarı yani 33,000 tondan büyük gemi inşa etmemektedir. Kruvazürlere gelince, Japonyanın Super kruvazörler inşa etmediğinden emin olmak için İngiliz amirallik ma- kamırın büyük hacimde cüzütamla rın inşasını tehir etmesi muhtemel- dir. Bir yankesicinin üstünde afyon bulundu Çarşıkapıda Pazar yerinde dolaş- makta olan yankesicilerden Kâmil, şüphe Üzerine polisçe çevrilerek Üze- ri aranmış, ceketinin astarna sakla- dığı bir miktar afyon bulunarak müs sadere edilmiş, kendisi de mahkeme- ye verilmiştir. Hilâlspor klübünün ziyafeti Hilâl spor klübü, dün saat on üçte Suadiye plâj gazinosunda klüp men- subinine bir öğle yemeği vermiş, ge rek bu klübün, gerek diğer klüpler- den gelen davetlilerin iştirakile gü- zel bir gün geçirilmiş. Hava tazyiki makinesile uğraşırken ellerinden yaralandı Beyoğlunda B. Jaka aid eczanede oğlu İsak oksijen have tazyik maki- nesile uğraşmakta iken kazaen elle- rinden yaralanmıştır, İsak tedavi al- tına alınmıştır. Geliboluda kültür işleri Geifbolu (Akşam) — Gelibolunun kültür işleri pek mükemmeldir: Bu- ranın ancak 17 köyünde okul yoktur. Merkezde 3 tam teşkilâtlı olmak Üze- Te 4 okul vardır. Bunlar, nümüne ola» cak kdar bakımlıdır, Okuma çağında 2971 çocuk olup bunların ancak 1300 ünün okuma ih- tiyacı -karşılanmaktadır. Okulların 53 fakir çocuğu vardır. Bunların hepsi, Çocuk Korumu tarafından yedirilir, giydirilir, kitapları ve hattâ - Mâçları dahi temin edilir, Nahiye ve köy okul- larının 86 talebesine de kitap temin edilmişti; esasa saa sanasasane, ran bir sâl heykelidir. Ne bir (Üstadı âzamı), ne bir (Üstadı ekrem) ne bir (Şairi âzam), ne de bir (DehAi mü- cessem) olmadı. O sadece bir (Hâcel evvel)di. Dalma öğrendi ve durmadan öğretti, Bir fikir adamı için bundan büyük mazhariyet olur mu?. Hasan - Âli YÜCEL mişler,ne de mektuplaşabilmişler... Gü- nün birinde zavallı anneniz hâmile ol duğunu hissetmiş, intihara kalkmış; işte size İsmini ve babalık şerefini ve- ren o muhterem insan, hem annenizi lekeden, hem de ikinizi ölümden kur- tarmış... — Bu sebepten dolayı mı benim Na- zan hanımla evlenmemi İstemiyorsu- nuz?.. Fakat eminim ki, nişanlımın na- zarında bu bir mâni teşkil etmiyecek- tir. Salonla yazıhane odasının kapisi ara- sında ufak bir çıtırdı işidildi. Fakat iki erkek o derece dalmışlardı ki, bunu his bile etmediler, Atıf devamla; - Dinle beni, oğlum!... Herşeye he- nüz bütün mânasile vakıf değilsin. Bunları sana anlatmakla ne derece muztarip olduğumu birazdan öğrene- ceksin! Besi,an bean ciddileşiyor; erkeğin yüzünde ıstırap çizgileri artıyordu. Genç babriyeli, çılgın bir helecanla kalbi çarparak muhatabını dinliyor. Bir faciaya vakıf olacağına emin... Kısa süren bir sükütten sonra, mü- hendis, son sırrı da meydana vurdu: — Celâl! Annenin, genç kızken, ni- şanlısı bendim... Yani senin babanım... Genç erkeğin gırtlağından feci bir feryad koptu. Gözleri dışarı uğramış, deli gibi yerinden fırladı, Titrek dudak» işa boğuk boğuk cümleler çikiyor. eşme Ustad mimar Kemaleddin'in eseri tamir edildi Edirne (Akşam) — Meriç köprüsü başında ve Edirne şehir istasyonu ö- Dünde üstad mimar Kemaleddin mer- hum tarafından (25) yil önce Türk mimarisinde ve çok zarif bir şekilde yapılmış olan (Vali Haci Adil bey) çeş- mesinin işgal yıllarında bazi yerleri şarapnel ve top mermilerile parçalan- mıştı, Çeşme o vakittenberi tamir edil- miyerek harap bir durumda bırakılmış- tı. Trakya Umumi Müfettişi general Kâzım Dirik tarafından bu tarihi ve mimari değer taşıyan eserin kurta- rılması için Edirne belediyesi nezdin- deki teşvik ve teşebbüslerile belediye bütçesine bu iş içini tahsisat konulmuş ve tamirata da bundan birkaç ay evye başlanmıştır. Çeşmenin asıl şekli ve mimari güzelliği muhafaza edilmek suretile yaptırılan bu tamir Edirnede Belimiyenin sütun başlıklarını yapan mütehassıs taşçı ustalarından Fethiye verilmiş ve tamir işi birkaç gün evvel tamamlanarak büyük üstad Kemaled- dinin eseri kurtarılmıştır. Çeşmenin karşısında ve Meriç nehri kenarında yeni yapılmakta olan betonurme Me- riç gazinosunun da inşaali bittiğin- den Meriç köprüsünün başı ve Edirne şehir istasyonunun önü iki güzel eser- le süslenmiş bulunmaktadır, Salihlide himaye edilen yoksul çocuklar Salihli (Akşam) — Salihli ilkokul- larındaki yoksul talebe, teşekkül eden bir himaye komitesi tarafından hi- sicak yemek verilmektedir. Ders yılı Sona erinciye kadar bu yardımlarına devam eden hamiyetli zevat, yukarı- maye edilmekte ve yavrulara her gün |daki resimde talebe arasında görünüyor. -— Siz!.. Demek 8iz7.. O halde Na- zan... Ne facia!.. Aman yarabbi... Aman Allahım... Birdenbire koştü. Bir Iskemlenin üs- tünde duran kasketini kaptı ve timar- haneden kaçan bir çılgın gibi, evden dışarı, koşarak çıktı. Atıf, perişan bir halde, oğlunun de- Hee kaçmasını önlemek istediyse de buna muvaffak olamayınca, yazı ma- sasının üstüne abandı. Daima metane- tile, soğukkanliliğile meşhur olan bu adam, çocuk gibi, hıçkıra hıçkıra ağ- ladı. 4 “a O sabah, Celâlin gelmesinden biraz sonra, Nazan babasının odasına gitmek üzereydi ki, uşak: — Beyefendi yalnız değil... Meşgul- muşlar... Kimsenin girmemesini emret- tiler! - dedi, Genç kız, hayretle sordu: — Kim var içerde? — Celâl beyefendi, efendim. Nazanın kalbi sevinçle çarptı. Fa- kat iki erkeği rahatsız etmek isteme- diğinden, yan taraftaki salona geçti. Uslu uslu, bir koltuğa oturdu. Biraz- dan herhalde babasile nişanlısı da onun yarıma dönecek; güle oyruya, konuşa- caklar, bahçede gezecekler... Fakat acaba niçin Celâlin annesi de gelmemişti? Yoksa o da içerdeydi de, uşak mı söylemeği unutmuştu? Zile basıp sordu: — Celâl beyin yanında bir hanım da var mıydı? — Hayır efendim. : Genç kız, tekrar daldı: Niçin yalnız. geliyordu? Annesin! getireceğini vadet memiş miydi? Fakat belki kadın seya- hatten geldiği için yorgundur da bu ziyareti ertesi güne bırakmıştır. «— Celâlle beraber annesini ziyaret ederiz, daha iyi olur!» diye düşündü. Bu fikri gayet münasip bularak gü- Tümsedi, Fakat babasile nişanlısının konuşması amma da uzun sürüyor! Nazan sabırsızlandı, yerinden kalk- tı. Yazı odasının kapısını vurup aça- cak, geldiğini haber verecekti, Zaten ondan gizli ne konuşabilirlerdi?., Yavaşça tokmağı çevirdi. Birdenbire görünerek sürpriz yapmağı, kapıyı vur. mağa tercih etti, İşte, tam neşeli neşeli Kendini belji edeceği sırada kulağına babasının şu cümlesi ilişti: , «— Nail bey senin baban değildir.» Yarabbi!.. Babası neler söylüyor?.. Bu ne tahkir!.. Müthiş bir korku, genç kızı sarstı. Acaba ne gibi feci bir sırra vakıf ola- caktı? Bağırmak, mevcudiyetini anlat- mak istedi. Fakat kelimeler gırtlağın- da boğuldu. Şimdi artık gitmek, söy- lenecek sözleri istiyordu. Fakat demir gibi iki el, onu om! rından yakalamış, yerine mıhlamıştı, Kımıldanamıyordu. . (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: