30 Ocak 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

30 Ocak 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

, e dın... “matiı, — Bir dakika müsaade, et... dedi. Hemen cebinden bir (not defteri çıkardı, şu cümleleri Kâydetti: «Evlilikte kıskançlık kahvede $€- kere benzer. Bazıları kahveyi az ş€- kerli severler; bazıları orta şekerli, bazıları çok. şekerli... Bamlarıda kahveyi şade içerler...» *” Rıfat Remzi zeki bir çocuktu. En büyük merakı güzel söz söylemekti. Parlak. cümlelerle ön hayran; bırakmağa , Cebinde dalma küçük bir not. ler taşırdı. Duyduğu, bir kitapta okuduğu güzel sözleri, vecizeleri a not ederdi. Hattâ arkadaşları onun için: «Vecize kolleksiyoncusu» derlerdi. O'dâ işine son derece meraklı, ha- kiki bir kolleksiyoncu gibi seneler» denberi vecizeleri topluyordu. Fakat Rıfat Remzi öyle her söyle- nilen sözü beğenmez, defterine kay- detmezdi. Onun küçük not defterine kaydolunmak için bir vecizenin, bir sözün pek parlak olması gerekti, Hattâ bazan Napolyonun vecize diye söylediği sözleri bile beğenmezdi. — Buda vecize mi?.'diye omuz silker, geçerdi. Bu sırada Rıfat Remzi, Muallâ Adında bir genç kadinla tanıştı. Müuallâ çok zengin ve güzel bir kâ- dındı. Ancak bir kusuru vardı. Hiç zeki değildi. Fakât Muallâ bu eksiğini bilmezdi. Kendisini son de- rTecede zeki, mlaümafli bir kadın sa- “nıyordu. Öyle herkesi - beğenmezdi. İkide bir ukalâlık etmeğe de kalkardı. Bir çok erkekler hem cahil, hem de ukalâ olan bir kadına katiyen tahammül edemezler, İşte Muallâ da zenginliğine ve güzelliğine rağmen bu yüzden hâlâ evlenememişti. Fa- kat Rıfat Remzi ile Muallâ çok ça- buk ahbab oldular. Artık haftada bir iki kere Rıfat Remzi, Muallânın evine çay içmeğe gidiyordu. Bir gün Rıfat Remziye yolda ras- Tadım. — Nereye gidiyorsun? diye sor- dum. Cevab verdi: — Muailâya, gay Tri Gülümsedim: — Muallâyı pek beğendin. gali. ba... Kanlarfınız pek Kaynadı... Rıfat Remzi ciddi ciddi cevab verdi: — Çok zeki, çok malümatlı bir ka- Onunla arkadaş olmak - bü- yük bir zevktir. Arkadaşımın bu sözlerine şaşmış- tım. Muallâ çok zeki, çok'malümatlı kadın ha? Tuhaf şey... Ben böyle düşünürken Rıfat Remzi: — Haydi, sen de geli. delim, dedi. Ben de Rıfat Remzi gibi malö- zeki, kendisine, her söylenilen sözü beğenmez bir adamla, Muallâ Beraber gi- - gibi basit, fakat ukalâ bir kadının karşı karşıya neler konuşabilecekle- Tini pek merak etmiştim — Peki, geleyim... dedim. Rıfat Remzi ile Munllânın evinin yolunu tuttuk. Mükellef apartımanın kapı- sını bize genç bir hizmetçi kız açtı. İçeri girdik. Salon ılkta. Güzel bir koku her köşeye sinmisti. Bir iki dakika sonra Müallâ olduk- “ça açık, şik bir tavaletle içeriye gir- di. Elimizi sıktı. Hakikaten bu âçık “tüvalet içinde Muallâ İnsana bir ket daha güzel görünüyordu. Fakat ah şu kadının o kısır zekâsile ukalâlığa kalkışmak huyu olmasa... Ötedenberilen konuşuyorduk. Bir aralık Munallâ müthiş bir fllozof tav- rile: — Hayat; dedi, balıkçıları, pastır- — macılan, peynircileri, yağcıları, sey- yâr satıcıları ile İstanbul Balıkpaza- rına benzer. Orada her çeşid koku ve her çeşld ses vardır!... Sen misin bünü söyliyen? Bu cüm- eler Muallânın ağzından dökülür © dökülmez Rıfat emzi hayran olmuş, - sanki bir mucize karşısında kalmış gibi: — Aman... dedi, rica ederim bir kere daha, bir kere daha tekrar edi- niz... Mualilâ büsbütün ehemmiyetli bir tavır aldı. Sözlerini tekrar etti; « benzer. Orada her-çeşid koku ve her Arkadaşım bitkin bir tavırla: — Harikulâde... Dehşetli bir söz... Şimdiye kadar ne Volter, ne Jan Jak Russo, ne de Sokrat böyle parlak bir söz söylememiştir. Müsaade buyurur musunuz defterimi çıkarayım... Rifat Remzi hemen iç cebinden not defterini çıkardı. Muallânin söz- lerini buraya yazdıktan sonra: — Ne buluş, ne buluş efendim!... — Başüstüne efendim, başüstüne efendim... diyerek defterindeki cüm- leyi tashih etti, * Bir müddet sonra Muallâ bir şey daha yumurtindı: — Para da bir kâğıddır. Fakat her kâğıda benzemez!... Bu söz üzerine az daha kâhkahayı atacaktım. Sanki bu da söz mü idi? Lâf kıtlığında asmalar budayım... Rıfat .Remzi, Muallânın bu ikinci sözü üzerine yerinden sıçradı: — Aman ne buyurdunuz? Ne bu- yutdunuz? diyordu. Muallâ sözünü tekrar edince Rıfat Remzi: — Ne söz, ne söz efendim!... Şekspirin de para hakkında bazı | kıymetli sözleri vardır amma sizin bu VECİZENİZ yanında onlar pek sönük | Muallâ biraz kırıttı, Rıfat Remzi- ye: tatlı tatlı bakarak: — Size öyle geliyor efendim... de- di, yoksa ben Şekspir kadar kuvvetli söz söyliyebilir miyim?... Rıfat Remzi hemen atıldı; — Aman efendim... Ne diyorsu- nuz? Şekspiri âdeta gölgede bıraktı- nız... Şekspir sizin elinize su döke- mez... Bunup üzerine Muallâ Şekspir hakkında bir vecize yumurtladı; — Şekspir, çilek ağacında yetiş- İkinci defa bir kahkaha savurma- mak için dişlerimi sıkıyordum. Eş mâ- na? Çilek ağacı, Şekspir, bostan patlıcanı!... Fakat Rıfat Remzi: — Müthiş... Müthiş... Ben haya- tımda böyle parlak bir söz ne işit tim, ne de bir kitapta okudum... Ha- rika bir söz... Defterine bunuda kaydetti. Artık hayretim son derece- yi bulmuştu. Rıfat Remzinin bu saç- masapan sözleri dinlemesine, hele onları fevkalâde güzel bulup defte- rine kaydetmesine pek şaşmıştım. Arkadaşım Napolyonun bile sözlerini beğenmezken Muallânm bu saçma: sapan ukalâlıklarına nasıl taham- müe edebiliyordu?... O günü Muallânın apartımanın- dan çıkarken genç kadın Rifat Rem- ziye sık sık tembih ediyordu: — Rica ederim, daima beklerim... Her gün size evim açıktır. Geliniz, böyle tatlı tatlı konuşuruz... diyordu. Rıfat ile Mualüânın arkadaşlıkla- rı günden güne ilerliyordu. Nihayet bes parası olmıyan Rıfat Remzi, Mu- allâ ile evlendi. Artık genç adam servete kavuşmuştu. Mükellef bir kütüphanesi vardı. En pahalı kitap- ları satın alabiliyordu. Lâkin evlendikten sonra karısı da- ha ağzını açar açmaz yeni bir vecize söyliyecek diye Rıfat Remzi kendisi- ni odadan dışarı dar atıyordu. İşi anlamıştık. Rıfat Remzi Muallâ ile evleninceye kadar onun acayip sözlerine tahammül etmişti. Şimdi Muallâ arasıra kocasına: — Remzi, diyor, artık sen benim sözlerime eskisi kadar ehemmiyet vermiyorsun. Onları defterine kay- detmiyorsun... Rıfat Remzi de karısına: — Aman nonoşum... diyor, vecize- lerini israf etme... O kıymetli söz- leri hovardaca harcetme... Kendine sakla... Hikmet Feridun Es program Pİ, Türkiye Postaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. 183 Kes. 120 Kr." TAG I974m. 15195 Kos 10 Kur. TAP. SiTom W65Kes 20 Kw. 1230: Program, 1235: Türk müziği-Pl, 13: Memleket'saat ayarı, ajans, meteoro- loji haberleri, 13,10 - 14: Müzik (Karışık 18,30: Program, 1835: Mü- sik - Dans Pi, 19: Konuşma (Doktorun saati), 19,19: Türk müziği (Şehnaz faslı), 20: Ajans, meteoroloji haberleri, ziraat borsası (flat), 2015: Türk müziği (Klâsik program: 1 - Tanburi Cemil - İsfahan peşrevi, 2 - Zaharya - İsfahan beste ağır senmi: Ey İebleri mül, 7 - İsmall De- de - Acem aşiran yürük sema!: Ne ha- yayı bağı, $ - Emin ağa - Acem aşiran saz semalsi, 9 - Reşad 5 - Leopold - Hungarya (Macar fantezisi), 8 - Lehar - Lüksemburg kontu operetin- den potpuri, 23,15: Müzik (Senfonik plâk- lar), 23,45 - 24: Son ajans haberleri, ya- rınki program. Salı 311/939 1230: Program, 1235: Türk müziği - Pl, 13: Memleket saat ayar, ajans, meteoro- loji haberleri, 13,10 - 14: Müzik doperet- ler - PU, 18,30: Program, 1835: Müzik (Sonat - PU, 19: Konuşma (Türkiye pos- 1919: Türk müziği (Fasıl heyeti: , 20: Ajans, meteoroloji 2015: çep Ha» TURAKINA TARİHİ ROMAN Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ 'Tetrika No, 43 Şutkanın cesedini Komutanın çadırı önünde teşhir etmişlerdi. Köylünün biri: - Şutka yaşıyor! diye bağırdı Biraz sonra Danef gözlerini açtı. Sevgilisini yanında göremeyince: — Şutka, neredesin? Diye bağırarak dışarıya fırladı. Danetin kalbi çarpıyor, dizleri titriyordu. Şutka nereye gitmişti. Danef ormana daldı. Kar üstünde izler arâmağa baş Tadı, Çok yürümeden buldu. Biraz ötede iki ağacın arasında anadan doğma bir kılıkla kar üs tünde yatan Şutkayı gördü. Danef korkudan titriyor ve ağlı- yordu. Yere eğildi. Kollarını çekmek istedi, — Şutka, Şutka... Diyerek göğsüne atıldı. Şutka buz gibi donmuşlu. - Kar üstünde bir kaya parçasi kâ- dar hissiz ve hareketsiz yatıyordu. yl çoktan soğumuştu. anl old dn onun yaman kaçtığını du; ! Diyerek ğine ei çk ve sedin başı ucunda hüngür hüngür ağlıyordu. Ölünün başında ağlamak neye Danef birden ayağa kalktı. — Şimdi ne yapmalı? Diye düşünmeğe bşaladı. Şutkanın izini küçük 1 - J. Strauss - Dynamiden rarengiz vals), 2 - Humphrles - Plerro- nun veğm (hazin serenad), 3 - Hans May - Sana son defa olarak seni sevdiği. mi söylüyorum (vals - boston), 4 - Jo- hann Strauss - vals), operasırıdan saatlerin dansı), 23,15: Mü- zik (cazband), 2345 - ak Son ajans ha- berleri ve yarınki progr Gareamle 1 12 2/9039 1230: Program, 1235: Türk müziği -P, 13: Memleket sani ayarı, ajans, met#oro- loji haberleri, 13,10 - 14: Müzik (Riyasa- ticüimhur bandosu - Şef: İhsan Künçer) 1 - Franz Von Bion - Dostluk bayrağı marş, 2 - Chambe - Endülüs valsi, 3 - Herald - Zampa komik operasının uver- türü, 4 - Kalman - Bayader operetinden potpuri, 5 - Halim - "Türk entermezzosu, 1830: Program, 18,35: Müzik (dans - Pİ, 19; Konuşma, 19,15: Türk müziği (İnce- saz heyeti - Karcığar fasin, 20: Ajans, Meteoroloji haberleri, ziraat borusası (£i- a, 2015: Türk müziği; Okuyan: Nuri Halil Poyraz, Radife Neydik, Çalan- lar: Vecihe, Reşat Erer, Refik Fersan, Fahire Fersan, 1 - Benli Hasan ağa - Rast peşrevi, 2 - Dede - Rast kârnev, 3 - Rast makamından müntehab şarkı - lar, 4 - Benli Hasan ağa - Rast saz se- malsi, $ - Refik Fersan - Tanbur taksi- mi, 8 - Salâhaddin Pınar - Akşam, 7 - Salâhaddin Pınar, Ne gelen var ne ha- ber, 8 - Mustafa Nafiz - Ümidsiz bir s8- vigle, 31: Memleket saat ayarı, 2108: Ko- nuşma (Mizah anasi), 21,20: Esham, tah- vüât, kambiyo - nukud borsası (flat), 2130: Temsii - Kavlera Rustikana, Ya- zanlar - G, Tareloni - Tozetti ve G, Me- sin şarkı Opus. 40 No.2,3 - Rimski - Korsakow - Sadko operasından düğün şarkısı, 4 - Offenbach - Musette (17 ci asır dans havası), 5 - Nevin - Naroisus Centermerzo), 5 - Tosti - İdeni (melodi), 7 « Leooog - Madam Angonun kızı ope- ramndan potpuri, 23: Müzik (cazband), 2345 - 24: Son ajans haberleri ve yarın- ki program, çıkınca küçük bir Kazak kulübesinin önüne geldi. Yorgundu. Buz parçası gibi don- muş koskoca cesedi güçlükle sürük- Jüyordu. Kulübenin kapısı önünde yaşlı bir kadın gördü. — Kocan yok mu senin? — Döğüşte öldü. — Kulübede bana yardım edecek bir erkek yok mu? — Ne yapacaksın? — Şutkanm cesedini Moğollara götüreceğim de. İhtiyar kadın titriyerek yere eğildi: — Ne diyorsun... Bu, Şutkanın c& sedi midir? — Benim kimsem kalmadı. Oğlum da kocamda onun yüzünden telef olup gittiler. Allah kahretsin onu Geberdiğine çok sevindim. Bir daha yüzünü görmek değil, adını bile duy- mak istemem. Danef, Şutkanın saçlarından tu tarak çekmeğe başladı. Kulübenin önünden uzaklaştı. Danef, bir saat sonra güçlükle Mo- ğol komutanının bulunduğu karar. gâha varabilmişti, «Kahrolsun Şutka...» Bir kaç gün önce peşinden koşan yerliler şimdi: (Kahorlsun Şutkal) diye bağrışıyorlardı. Şutkanın genç bir Kazak tarafın. sevindiler, fakat onu ölü olarak gö- rünce canları sikıldı. General Şi-Ting bu ihtilâlci kadını diri olarak gör- mek istemişti. Moğol komutanı bunu da bir mu- valfakıyet- sayarak; - — Verin şu delikanlının hakkını... Dedi. Danete beş bin baliş verdiler. Şutkanın cesedi komutanın çadırı önünde halka teşhir edilmişti. Şutkanın ölümüne inanmıyanlar onu görmek için uzak köylerden kal- kıp geliyorlardı. ai ya... Şutka ölecek bir kadın a aaa men bağl oku- muştu. Şutkanın cesedi Moğol komutanı nin çadırı önünde dokuz gün kaldı. Yerliler; — Bu dişi canavarı kim yakaladı? Diyerek, Danefi yakından tanımak istiyorlardı. Danef hem meşhur, hemde zen- gin olmuştu. Günün birinde, etraftaki köyler- den - Şutkanın cesedini görmek üze- re - iki Kazak geldi. Kazaklar, Şutkanın açık ve soğuk- tan donmuş yüzüne dikkatle baka- rür — Moğolları aldatmışlar. Bu ka- dın, Şutkaya benziyen bir çoban kı- zıdır. Dediler. Gerçek, Volga kıyılarında Şutkayâ benziyen bir çoban kızı vardı ve bir tesadüf eseri olarak bu çoban kızı o heye düşen Moğol: nöbetçileri; hadi- seyi komutana haber verdiler. — Teşhir ettiğimiz kadın," Şutka değilmiş. Dediler. .Moğol - komrtanı ertesi — Çağırın bu adamları... Diyerek, duvarda duran kaçını eline aldı. Kazaklar çadırdan içeri girince, komutan bunların sırtlarını kamçı ile ok$ıyarak: — Söyleyin bakalım, dedi, bu ka- dın kimdir? Kazaklar neye uğradıklarını bile- mediler... Can acısiyle her şeyi söy- lediler: — Biz Şutkayı çok iyi tanırız. Si- zi aldatmışlar. Bu, Şutkanın benzeri bir çoban kızıdır. Komutan hiddetle bağırdı: — Bizi şaşırtmak için geldiğiniz anlaşılırsa, ikinizin de etlerini lok- ma lokma parçalatırım. — Razıyız... Bu, Şutkanın cesedi değildir. Kazaklar kendilerine o kadar gü- veniyorlardı ki, Moğol komutanı da bunları dinleyince şüpheye düşmek- ten kendini alamadı. Moğol komutanının bütün plânla- rı altüst olmuştu, Moğollar, Şutka- yı ele geçirmekle, kanlı bir ihtilal devrinin kolayca kapandığına inan- yeti ve gösterdiği cesaret, bütün Rus- yayı istiklâle doğru götürebilirdi. Moğol komutanı bunu herkesten iyi biliyordu. Şimdi ne yapacaklardı? İhtilâlci Şutka acaba Moğollara böyle bir tuzak mi hazırlamıştı? Komutan: — Bu kadından her şey beklenir, nün birinde hiç umulmuıyan bir yer- den meydana çıkar ve bizi gafil av- larsa, vaziyetimiz tehlikeye düşebilir. emmi o gün, bü iki köy- lünün verdiği şüphe üzerine ihtiyar yerlileri toplıyarak, komutanın çâdi- Tı önüne getirdiler," — (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: