15 Haziran 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

15 Haziran 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Bakı Eski ve yeni tedavihaneler arasındaki büyük fark, tedavi usulleri rköy hastanesi Eski Haseki mecanin müşahedehanesi ve Toptaşı bimarhanesinin büyük avlusu Bir kaç gün evvel 200 yataklı yeni bir paviyon ilâve edilen Bakırköy emrazı akliye ve asabiye hastanesi memleketimizin en mükemmel sıhhi müesseselerinden biri haline gelmiş- tir. Burası ile bir zaman akıl hastala- rının tedavi edildikleri yerler arasın- da dağlar kadar fark vardır. Profesör Mazhar Uzman'ın anlattıklarına gö- re vaktile İstanbulda akıl hastaları için küçük bir kaç tedavihane vardı. Bunlar kendilerine vakfedilen gelir- lerle idare edilirdi. Meselâ Selimiyede- ki şifahaneye Topkapı civarında bir maydanoz tarlası vakfedilmişti. Rüs- tempaşa şifahanesi de ayni şekilde idare olunurdu. Yıldırım Beyazıd ve Fatih zaman- larında İstanbulda büyük bir kolera çıkmıştı, Bu vaziyet karşısında İstan- bul şifahanelerindeki hastaların de- niz aşırı bir yere naklolunmaları dü- şünüldü. Münasib binalar arandı ve nihayet Üsküdarda «Toptaşı; müna- sib görüldü, Selimiye ve Rüstempaşa tımarhanelerindeki hastalar derhal 'Toptaşına nakledildiler. Bu suretle kurulmuş olan «Toptaşı» müessesesi beş yüz sene akıl hastalarına oldu, Bugün gayri tabii harekâ Tülenlere ağız alışkanlığiyle hâlâ: deniyor. Toptaşının idarecileri Şifahaneler uzun seneler ecnebiler tarafından idare edilmişti. Toptaşı ilk zamanlarda İtalyanlar tara dan idare ediliyordu. Sonra musevi- lerin eline geçti ve senelerden sonra "Türklerin mürakabesi altına girdi hastalaıkları için doktor ye- tıbbın bu cebhe- yordu, Bunun bir çok sebebleri vardı , staj yoktu. Ne talebenin stajtan ve ne hastalar üzerinde tedkikler yapması- na müsaade ediliyordu. Bunun içindir ki, profesör Mezhar — Toptaşına. Tefrika No. 27 — Rapor, rapor.. Ben de böyle esassız raporlar alırım. — Fakat vaka raporlara hak ver- Girecek mahiyette değil midir? Yüzbaşı gene koltuğa gömüldü, sus- tu. — Dairemizce yapılan otahkikat prensesin gizli bir teşkilât tarafından takip edilmiş olduğunu meydana çi- karıyor. Kendisile berâber, ayni var vuria Beyruta bir adam çıkmıştır, ay- ni ötele inmiştir, üç gün sonra Mısıra gitmiştir ve izini kaybetmiştir Ernest tekrar başını kaldırdı; Bolşeviklerden mi şüpheleniyof. sunuz? diye sordu. — Şüphe değil, kanaat! Yüzbaşının zaten sârı, perişan olan yüzü büsbütün sarardı, darmadağınık oldu: — Felâket! diye mırıldandı, Bu zaafından istifade için kölonel ©- na yaklaştı, omuzuna elini koydu, şef- katli bir sesle: hergün — Dostum, dedi, bildiklerinizi söyle. doktorların | Uzman doktor olduğu zaman deli | tedavi müsbet netice vermektedir, görmemişti. Kıymetli doktorumuz bu hususta şöyle diyor: — Mektepten çıktığın zaman daha bir tek hasta yüzü görmemiştim. Akıl hastanesini anlattıkları gibi biliyor, bizzat görmediğim için «Acaba mec nün nasıl oluyor?» diye merak edi- yordum. Nihayet erkek akıl hasta- larını görmeye muvaffak oldum. Çün- kü ilk zamanlar bizi kadın delilerin yanına sokmuyorlardı, Nihayet ka- dınlardan da hastaları gördük; gör- dük amma, aradan epi bir zaman geç- | tikten sonra... Bunun için biz, eski devirle yeni devir arasında bir «tredünyon> uz, vasledici hattız. Bakırköy hastanesi 200 yataklı paviyonun ilâvesile 2400 yatağa malik olan Bakırköy emrazı akliye ve asabiye hastanesine bugünkü modem çehre verilinciye kadar pek çok uğraşılmıştır. Bu ci- heti de profesör M. Mazhar Uzman- dan dinliyelim: — On sene evvel burası bimaris. tan değil, mâristan idi. Burad, başladığımız sırada bizi yılanlar ko- yalıyordu, Nihayet böyle bir hastane | meydana getirebildik. Fenni husu- satta hiç bir kusurumuş yoktur. Ye- gâne noksanımız fazla müracaati kar- şılıyamamaktır. Tam ihtiyacın te- kemmülü için daha on paviyona Jü- zum vardır, Vaktile Karacaahmedde cüzaml- ların bir miskinhaneleri vardı. Bakır- köy hastanesinde bir paviyon açıla- rak cüzamlılar da buraya nakledil- mişlerdir. Bunların yemekleri ayrı tesisatla nak Cüzamlıların kimse ile temaslar müsaa edil mez. Halen cüzamlı adedi 76 dır. Hastane sertabibi geçen sene Mısır- da cüzamlılar için kamp usulünün tatbik edildiğini görmüştür. Bu şekil Yazan: REFİK HALİD yiniz, hem rahatlarsınız, hem de bize baş vuracağımız çareleri öğretmiş olur. sunuz. Çıngırağa bastı, nöbetçi nefere emit| verdi: — Kimseyi kabul etmiyeceğim, ge- lenlet muavinimi görsünler. “”“* Ninayı İstanbulda tanımıştı, Rus mültecilerinin akını sırasında... Fır. tınalardan tüyleri örselenmiş, kanad. ları düşük, mecalsiz bir kuş sürüsü, bir sabah şehrin üstüne indi, sokakla- ra dağıldı. Dörder beşer, yorgun ar. gın, fakat canlarını kurtarmış olmak» tan sevinçli! aşağı yukarı dolaşıyorlar- dı. Yabancı bir dilin acaip şivesi de beraber gelmişti. Hemen her gördük- lerini beğeniyorlardı: «Haraşo!» gali- ba, bu kelime egüzel, âlâ!» mânasına geliyordu ve İstanbul halkı da beyaz tenli, pürüzsüz cildli, boylu boslu Rus kadınlarına bu ismi takmıştı: Haraşo.. En işkenceli, zalim bir ölümden kur. tulanlar için, selâmete erince, elbette i den | yonu bir kaç sene evvel Akıl hastaları artıyor mu? Bakırköy hastanesine müracaat ar- tıyor İse de bu cihet akıl hastalıkları musablarının çoğalmakta olduğuna değildir. Evvelce muntazam hastane olmadığı için deliler zabtedi- lemiyor, sokaklarda dolaşıyorlardı. Bir çok kimseler de hastalarını ev: lerinde muhafaza ve tedavi ediyor- lardı, Şimdi muntazam hastane oldu- gu için herkes hastasını Bakırköye gönderiyor. Dünya istatistiklerine nazaran mevcud nüfusa nisbetle akıl hasta- lıklarının mikdarı memleketircizde 18,000 olabilir, Küçük hastalar ve su Bakırköy hastanesinde çocuk pavi- açılmıştır. Hasta adedi hâlen 60 kadardır. Hastaneye, açılan arteziyen kuyula- nndan kireçsiz su temin edilmiştir. Tedavi usulleri Deliler fenni tedavi usullerinden başka tabii tedavi tarzı da tatbik edi- Myor. Meselâ; çalışmak... B. Mazhar Uzman diyor ki: — Çalışmak, sinir hastalıkları için en büyük tedavidir.» Bunun için hastalar, hastanenin arazisinde, tarlada çalıştırılmakta, vücude getirilen üzüm bağlarında kendilerine iş gördürülmektedir, Has- tanede 140 kütük üzüm yetiştiril- miştir. Bulgur ve saman ihtiyacı da hastane arazisinden temin edilmek- tedir, Yakında bir fırın açılacak, hastalar yiyecekleri ekmekleri de kendileri pişireceklerdi Süt derdi hastalara da miştir, Dışarıdan ahnan sütler dai- ma bozuk çıkmaktadır. Bu sebeble hastalara inek beslemesi öğretilecek, süt de dahilden tedarik edilecektir, N.E, sirayet et- hayat ve hayatın ufak tefek zevkleri. ni temin güzel görünürdü. Bu ruhi ! haletle beğenilmiyecek şeyleri de, se- faleti ve gurbeti de hoş buluyorlardı. — Ben, 6 zaman, Fransız işgal or. dusunda idim, mülâzimdim, diye başladı, Selânik cephesinde aldığım kurşun yarası yüzünden aylarca has tanede yatmış, çürüğe çıkarılmaklığım icap ederken israrımla kadroda alıko- nulmuştum. Bahsettiğim akın üzerine Beyaz Rus mümessilliği nezdinde irti. bat zabiti tayin edildim. Nina oraya geldi; birçok mülteci aras sında... Elinde bir takım vesikalar var- dı, ayakta bekliyordu, mahzun çehre- hi, dalgındı; güzeldi; hem başkalarına benzemiyen orijinal bir güzellikte idi; yumuk, çekik hatlı, ufak tefek, çok si- cak, cana yakındı. Yamna ben gittim, kâğıdlarına baktım: Prens Danilofun kızıydı. Mümessile sordum: — Gelenlerin içinde bir de prenses Danilof var, Siz- ce maruf mudui Beyaz Rus zabiti yerinden siçradı: — Prenses Nina mi? Buraya alalım, o bir kahramandır! Ve o gün öğrendim ki, bu çerden çöp- ten, tatlı yüzlü, göslerişsiz kız Çarlık için en tehlikeli işlere girmiş, misilsiz yararlıklarda bulunmuş, ün ahp san vermiş bir vatanperverdir. Sözümü tasdik edişinizden anlıyorum ki, Nina. Thetis ta Kurtulanlardan makinist Frank 5 başından geçenleri anlatıyor Thetis'in bugünkü vaziyetini Geçen hafta İngiliz sahillerinde ba» tan Thetis tahtelbahiri henüz yüzdü- rülememiştir. Bu sebeple kazanın ne- den ileri geldiği kati surette belli de- ğildir. Yalnız kurtulan dört kişinin ifadeleri vaziyeti oaydınlatmaktadır. Bunların anlattıklarına göre kaza şu suretle olmuştur: Gemi, denize dalmış olarak torpido atmak talimleri yaparken, anlaşılmı- yan bir sebepten dolayı birdenbire tor- pido kovanlarından içeriye sular gir- meğe başlamıştır. Bunun üzerine bu kısımdaki mürettebat derhal kıç ta- rafa geçmiş, aradaki bölmeler kapatı- Jarak suyun buraları da istilâ etmesi- nin önüne geçilmiştir. Geminin baş tarafı, giren sular'yü- zünden ağırlaştığı için aşağıya doğru ve denizin dibindeki çamur tabakasına saplanmıştır. Geminin kendi vesaitile kurtulamı- yacağı anlaşılınca dışarıdan yardım istemek içni iki kişinin çıkması mu- vafık görülmüştür. Gemiden çıkmak kolay bir iş değildi. Henüz kaza maha- Wine bir geminin, geldiği malüm olma- dığından çıkanların deniz ortasında kalmaları ihtimali de vardır. Maama- fih verilen emir üzerine yüzbaşı Oran İve mülâzim Woods, Davis maskelerini takarak geminin tahlisiye odasına geçmişler, oradan suyun sathına çık- mışlardır. Bir müddet sonra iki kişi yeniden tec- rübeye girişmek istemiş, bunlar mu- vaffak olmuşlardır. Bu iki kişiden bi- ri makinist Frank Shaw idi. Shaw hâ- diseyi şu suretle anlatmıştır: nın sergüzeştlerinden habersiz değil siniz; Nina bir destan yaratmıştır. Ernest onunla tanıştıktan sonra biz daha ayrılamadı. Nina Fransaya gitmek istiyordu. Sık sık buluşuyorlar, istikbal projesini konuşuyorlardı. Dünyanın hiç bir şeh. rine benzemiyen, zira, bütün coğrtaf- ya tariflerini hep bir arada içine top- lamış olan İstanbuldaki bu başbaşa ge zintiler, tabiatın da güzelliğine, sihri- ne karışarak aralarında aşktan farla temiz bir dostluk yaratmıştı. Pransız zabiti için genç Rus prensesini koru- mak bir vazife olmuştu. Bir gün Kala- miş kahvesinde çınarların altında otur. müuşlardı; bu yere meftundular. Zira hiç bir su tabakası üstünden o kadar çok, şaşaalı, birbiri ardına, durmadan renk geçemez, Rengi güneşten alır, gökten alır, etraftan alır, her su gibi... Fakat öyle zamanlar olur ki, dışarıdan bulamayınca içinden yaratır, sanki es- ki topladıklarını yavaş yavaş üstüne çıkarır, En gümüşi bir günde gene ya turuncuya çalan, ya menekşeye bakan hoş bir rengi, ihtiyat saklanmış boya ları vardır, Güneş batarken de, çoğu defa, körfez büyük bir peri «rövüssü için kurulmuş sapoteoz» sahnesini an- dırır, deniz gökten inmişe, gök deniz- den yükselmişe benzer, İşte bu tab loya karşı dalmış otururlarken Nina birdenbire şunu söyledi: htelbahiri! | Y — Kaza esnasında vapurun vi rafında idim. Sular girmeğe başi” ca kıç tarafa geçtim. Az sonra raf çamur tabakasına saplandk kes ciddi bir hâdise karşısında © nulduğunu anladı. Maamfih kini telâş yoktu. Zabitler toplanarak rüştüler ve yüzbaşı Oran ile mi Woods'un su yüzüne çıkmaları rar verdiler. Su yüzüne çıkmağaf lerse, geminin nerede bulund anlaşılması için ceplerine biret © tup kondu. Bunlar Sas denilen siye odasına geçtiler. Bu höcrey€ vâş yavaş su dolduruldu. Höcre © ca, kâpıyı açıp denize çıktılar. Bö nu höcreye bâkan cam penc€ gördük. Onlar çıktıktan sonra höc su boşaltıldı, dör kişi yukarıya mak istedi. Fakat bunlar muf olamadılar. Gemide vaziyet güçleşti. Hav tikge azalıyordu. Bu suretle yari” atten fazla yaşıyamıyacağımız ” dım. Suyun üstüne çıkmak için nüllü olarak müracaat ettim. Ben birlikte bir kişi daha buna talip” Davis maskelerimizi taktık ve t8” ye odasına geçtik. Burasının su İX ması bir iki dakika sürer. Bu müt” bana asırlar gibi uzun geldi. Nİ içerisi doldu. Kapıyı açtık ve dış çıktık, Bir kazaya uğramadan ke” suyun sathında buldum. dili” Ya kapıda bir ârıza olmuş, yahud lanlar da artık hareket edecek K kuvvet kalmamıştır. İçeride kalanlar niçin çıkama' Evlenelim mi, Ernest? £ kölonele anlatıyordu: — Evlendim. Zira Ninayı sevi dum, Ninayı kurtaracaktım. Kor dum ki, o da, birçokları gibi İstan da yeni açılmış Rus akalar sü, İngiliz zabitlerinin şahane vet hizmetçisi olmasın... Kumarhan çığırtkanlık yapmasın... Asker kâ? larının formalarını sökerek yoldâ “ ta satan eski Çar zabitlerile pansi? arkadaşlığı etmesin. İstiyordum güzel başının içine birikmiş kor” di vakaların çalkantısından kurtul tekrar refaha, sandete, lâyık oi kibar hayata dönsün. Felâketten; g faletten, © beni çekip çıkanyormu bi minnettarlıkla dizlerine kapandi ellerini hâlâskârımmış gibi $€“ heyecanla öpmeğe başladım. Kolonel, şimdi bu zabitin oturü koltuğa gömülerek, daha bir haft# yi vel, kendisine çete hakkında suf' soran yumuk gözlü, ılık, lâtif geni rısının bugün, şüphesiz pek feci # w de öldürülmüş olmasını düşünerek * rin bir yejs duydu. Ondan kâm ” mamış olan arkadaşına, bu bahtsi” ga acıdı. Ernest diyordu ki: — Bana, sonra, bir vazife daha dir tü: Ninayı siyasi rakiplerinin int mından korumak.., a (Arkası V

Bu sayıdan diğer sayfalar: