26 Haziran 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

26 Haziran 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KOMŞU GÖZÜ Ferdi o günü evde yalnızdı. Canı Mikılıyordu. Okumak için kütüphane- | #inder bir kitap aldı, Açtı, Fakat bu bir şiir kitabı idi. Yeni tarzda yazıl- | Muş manzumelerle dolu idi, Elime al- tığı kitap Ferdiyi üstüste üç kere €s- Metmekten başka hiçbir işe yarama- dı. Şilr kitabını biraz daha okumağa devam edecek olsa horul horul uyu- | Yacağı muhakkaktı. Halbuki Ferdi Uyumak istemiyordu, Kalktı, Oda- Min içinde bir aşağı bir yukarı dolaş- Mağa başladı. Bir aralık penceresi- Bin önünde durdu. Dışarıya baktı, Buradan komşusu Ahmedin bah- Şesi tabak gibi görünüyordu. Ferdi'kendi kendine: — Şu Ahmedin bahçesi ne kadar Çüzel... dedi, halbuki sözüm ona ben de bahçe meraklisıyım.. Bir onun bahçesine bir de kendi bahçeme ba- kiyorum da aradaki farkı anlıyorum. dlyordu, Tam bu sırada karşıdaki bahçeye genç bir hizmetçi kız çık- Muşta, Ferdinin dikkati büsbütün ziyade- Testi, İçinden: — Bu kız, dedi, sinema filmlerin- deki çıtı pıtı, güzel hizmetçileri an- dırıyor. Boyu, posu, kaşı, gözü, yü- Tüyüşü, hareket edişi, herşeyi güzeli. Bu ak pâk, eli yüzü yerinde, ter- temiz kızın elinden bir su içmek bi- İe zevktir. Yüzüne baktıkça insanın Ki açılır. Diyorum ya şu Ahmedin şeyde talihi vardır. Hizmetçi hususunda bile... Halbuki ben o ka- Üâr aradım taradım, nihayet bizim hizmetçi kızı bulabildim, Bizim hiz Metçi Ayşe de genç filân amma pek Buratsız, pek aksi şey canım... Hal- şu Ahmedin hizmetçisi ne ka- “ör güler yüzlü, ne kadar şirin kız, Ferdi bahçedeki genç Kızı daha İyi görebilmek için pencerenin ca- Manı açtı, Hizmetçi kız çoraplarını Yıkamıştı. Onları birer meandalla çedeki iplere asıyordu. Ferdi mı- Yidandı: — İnsan şu kızı sokakta görürse İizmetçi olduğuna katiyen ihtimal Yermez, Mümkün olsaydı şu kızı ben kandırır, hizmetçi diye alırdım. Fa- Kat nerede ben de o talih?.. Bu aralık Ferdinin gözüne karşi- i evin penceresinde genç bir adam işti. Bu mahallede münasebetsizli- b, aşırı derecedeki çapkınlığı ile meş- Mir bir adamdı, Gözlerini Ahmedin sinde çoraplarını asmakla meş- Kul olan genç kızdan ayırmıyordu. ita ona bazan bir takım işaretler de ediyordu. Hizmetçi kız bunlara aldırış bile iyordu, Penceredeki adamın işa- fazlalaşınca genç kız hiddetle Wkasını döndü. Hızı adımlarla içeri Ürdi, Ferdi yine kendi kendine: — Güzeliğine, şirinliğine rağmen “ddi kız da... Karşıdaki sulu çocu- 4? Aferin doğrusu... Şu Ahmed hiz- hususunda son derece talihli... Tarmayı gözünden vurmuş kâfir oğ- kn... Halbuki bizim hizmetçi Ayşe öyle mi ya... O da iyi su getiren Sw un genç çırağı ile al takke ver âh... Yediği halta bak hasbanın.. ta şu Ahmedin hizmetçisi kadar tüzel olsaydı ne yapacaklı acaba? suratsızlığı, bu aksiliği ile kırdığı *eviz bini aşarsa artık o zaman ne tatar ederdi bilmem... Hizmetçi kız içeri girdikten sonra Yergi ku sefer komşunun bahçesini Mt kere daha kuşbakışı gözden ge a Birdenbire mırıldanmağa baş- — Bak, bak, Ahmedin gül fidan- anan hepsi açmış... Hem de ne gü- WI güller vermiş. Halbuki şu fidan- a Ahmedic beraber getirtmiştik. kimiz de ayni günde bunları bâhçe- dikmiştik, Vakıa benim fidanlar İN açtı açtı ayıma Ahmedin fidanla- t aki şu güzelliğe bak bir kere... ahu şu Ahmed toprağı tutsa altın ... Herifteki talihin derecesini ndan anlamalı... Yerdi böylece mırıldanarak bir si- ta yaktı. Şimdi karşısındaki bah- €n gözlerini ayırmış, Ahmedin Ming bakıyordu. Ferdi komşusunun İni de son derecede beğeniyordu. Kehaş kendine: W Canım ev ev Ahmedin evi... Va- i arsasını benden. sonra aldı, Evi- benden sonra yaptırdı amma mi- tan münasebelsizliklerine nasıl kız- , marı çok usta adammış doğrusu... Şw- rTadan bak hele... Balkonları, pencere- Jeri ne güzel olmuş. Hele şu odadan kim bilir ne kadar güzel deniz görü- nür, Bizim mimarın akılsızlığını şimdi daha iyi anlıyorum, Eğer ben bir da- ha ev yaptıracak olursam nasıl ha- reket edeceğimi bilirim. Fakat artık iş işten geçti. Bu meselede de Ahmed kazandı doğrusu... Herifin talihi her şeyde kendisine yardım ediyor, Ferdi hakikaten komşusu, arkada- şı Ahmedin her hususta talihine şa- şardı. Onun evi, bahçesi, “ çiçekleri, hizmetçisi daima dikkatini çekerdi, Hatta kapıdan bir satıcı geçse, Ah- medle beraber ayni adamdân ayni malı alsalar bunda bile komşusunun talihi gözüne batardı, Muhakkak satıcı Ahmede, Ferdi- ninkinden daha güzel mal satıyor- du, Ahmedin talihi Ferdiyi çıldırta- caktı, Aradan birkaç hafta geçti. Ferdi- nin evine misafir gelmişti. Bir ara- lik talih meselesinden lâf açıldı. Fer- di gülümsedi: — Birader, dedi, talih dediğin şey sende bol bol var.. Penceremden evine baktıkça ne talihli adam ok duğunu bir kere daha anlıyorum. Ferdinin bu sözü üzerine Ahmed atıldı: — Asıl Allahın talihli kulu sensin birader... Ben de senin her hususta- Xi talihine hayran oluyorum. Evine bakıyorum, Dağrusu mimarn pek usta, sanatında pek mahir bir adam- mış. Evini o derece derli toplu yap- miş ki hayran oluyorum. Bahçen dersen fevkalâde güzel... Benim bah- çem seninkinin yanında çöplük gibi kalıyor, Sonra birader beraber alıp da bahçeye diktiğimiz gül fidanları- na bakiyorum, Vakıa benimkiler de açtı amma nerede senin güllerin ne- rTede bizim bahçede güller... “ Ahmed İskemlesini Ferdiye biraz daha yaklaştırdı. Gülümsiyerek ya- yaş sesle ilâve etti: — Asıl mühim olan bir nokta da- ha var aaizim... senin hizmetçi husu- sundaki talihin., Bir kendi hizmet- çime bakıyorum, bir de senin hiz- zel, hem ciddi kız... Halbuki bizim hizmetçi eve gelen bakkal çırağile aşna fişne,.. Talih, talih sende kar- Ferdi hayretler içinde Ahmedin yüzüne bakıyordu. Birdenbire âklı- na eski bir söz geldi: «Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür...» Hikmet Feridun Es 168 m. "Türkiye Radyosu TAG. 19,74 m. 15195 Ke/s. WEw. Ankara Radyosu TAP.3L,T0 m. ANKARA RADYOSU TÜRKİYE SAATİLE Pazartesi 26/6/939 1230: Program, 1245: Türk müziği -Pil, 13: Memleket saat a ajans ve meteo- roloji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Karı- gık program - PL), 19: Program, 19,06: Müzik (Bir uvertür - P1), 1915: Türk müziği (Faml heyeti), 20: Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- reloji haberleri, 20,15: Konuşma (Dokto- run saati), 2030: Türk müziği (Kadın küme ses ve saz heyeti): 1 - Hicazkir peşrevi, 2 - Sadullah uğa - Hicazkâr şar“ kı - Hıramet gülşene, 3 - Hicazkâr şarkı - Mâni oluyor halimi takrire, 4 - Şevki bey- Hicazkâr şarkı - Gönlümü düçar eden bu hale hep, 5 - Keman taksimi, 6 - Rahmi bey - Hisarpuselik şarkı - Bir nevcivansın, "I - Micazpuselik şarkı - Küçük suda gör- düm seni, 8 - LAtİf ağa - Hicazkâr şaf- kı « Gönlümü bir taflı dilbaz, 9 - Hicaz- kârsaz semaisi, 21,10: Mili musikilere dair ikinci konuşma - Rumen musikisi! Halil Bedi, 21,25: Neşeli piâklar - R, 2130: Müzik (Opera aryaları - Pi), 22: Müzik (Küçük orkestra - Şe?: Necip Aş- kın): 1 - Rudolf Nöütziader - Haydi bana bir hava daha çal, 2 - Beethoven - İskop- ya havaları, 3 - Kari Föderi - Viyana şarkısı, 4 - Fellix Glessmer - Sabah selâm (Fantezi), 5 - J. Sirauss - Mavi “Tuna valsi, 6 - Pepi Müller - Lapaloma şarkısı üzerine fantezi, 77 - İtalo Azzon! - Sabah şarkısı, 23: Son ajans haberleri, ziraat, esham, tahbvilât, kambiyo - nukud borsa- sw (flat), 2320: Müzik (Cazband - Pl), 23,55 « 24: Yarınki program. Avrupa İstasyonları Saat 20 de Münih 20 dans — Melnik 20 saon mu- zikası — Athlone 20,45 orkestra Peşte 20,25 salon muzikası — Bükreş 2015 or- kestra — Hüversum II 2025 senfan. kon- ser — Londrr 2050 piyano — Sofya 20 Sehuberi şarkıları — Sottens 20 hafif muzika — Stokholm 20,30 senfon. konser. Saat 2 de Berlin ve Breslar 21,15 karışık muzika — Frankfurt 21,15 karışık muzika — Ham- burg 9115 karışık muzlka — Keipeig 2115 hafif muzika — Viyana 2115 senfon. or- kestra — Melink 21,15 opera dansları — Prag 31 otkestra — Bari 21,15 Yunanca neşriyat — Belgrad 71 Giurdano'nun «Andre Chenler» operası — Peşte 2130 orkestra — Bükreş 2115 orkestra — Laibach 21,30 konser — Lille 213 - 30 konser — Sottens 21,15 hafif musika — Toulouse Pyrenees 2130 - 2330 konser, Saat 22 de Frankfurt 22 .Musiki düşmanı» operet — Küönigsberg 12 Alman - Japon konseri — Münih 22,20 salon muzikası — Melik 2235 salon muzikası — Brünn 2210 or- kestra — Fiorans 22 hafif muika — Mi- lâno 22,30 senfon. konser — Paris P.'T.'T. 22 salon muzikası — Roma 2245 piyano — Sofya 2240 hafif muzika ve dans. Saat 2ide Berlin, Frankfurt, Kolonya, Königsberg, Lelpsig, Münih, Ştuttgart, Viyana 2330 - 1 hafif muzika — Breslav 2330 konser — Meinik 23,20 - I güzel plâklar — Peşte 23 dans — Bükreş 23,15 salon muzika- sı — Hilversum 23,10 orkestra — Roma 2330 operet muzikası Saat M den sonra Prag 74 Çek muzikası — Peşte 24 çin- gene çalgı — Londra 2410 dans — Plo- rana, Milâno, Roma 24 dans — Hamburg, Münih ve Ştuttgart 1 - 4 orkestra, Bir tek tüp sizin de bu neticeyi almanıza kâfi gelecektir ! Bugün ilk iş olarak RADYOLiN alınız ve bitinciye kadar her yemekten sonra kullanıniz. Bu müddet sonunda dişleri- nizin evvelkinden çok daha parlak, çok daha beyaz ve çok daha temiz olduğunu göreceksiniz. RADYOLİN'in bellikaşlı iki hususiyeti vardır; Evvelâ dişlerdeki kir taba- kasını söker, yemek, içki ve sigara dumanının husule getirdiği lekeleri çıka- nır, sonra dişleri yıkar, parlatır ve mikropları $, 100 öldürür. RADYOLIN DİŞ MACUNİLE DİŞLERİNİZİ MUNTAZAMAN FIRÇALAYIN 102 Ke/1. 120 Kw. 0465 Ke/1, 20 Kw. Mütercimi Mebrure SAMİ 'Tefrika No. 45 Ana, kızmın söyledikleri acaba doğru mudur kuruntusile, artık gö- | zünü dört açmış; neler olup bitiyor, diye bakıyordu. Gelinin hiç bir ter- biyesizliği, nadanlığı yoktu, görünü şe bakılırsa nazikti bile. Amma zâ- vallı kör kıza, fırsatı düşürür düşür- mez bir iğne batırmaktan, bir taş at- maktan da geri kalmıyordu. Anâsr nın sözüne bakılırsa, onun çanağına, hem de gözü kala kala azıcık yemek koyuyordu. Hatta bir defa, sofraya kör kızın farkına bile varamadığı, pek öyle her gün pişmiyen güzel bir şey gelmişti de, yengesi zavallıya, bundan vermemişti. Hoş ananın kes- kin gözleri olmasa, bunu kimse gör- miyecekti bile, herkes kendi gırtlak işine dalmış aftıştırıp duruyordu. Ana birden: — Domuz ciğeri ile pişti bu çor- ba... Sevmez misin, canın çekmedi mi bugün a yavrum? diye sordu. Kız da şaşırarak, tatlı bir sesle: — Sevmez olru muyum hiç... Sofraya geldiğini bilrfiyordum Ki, de- di. Ana da uzandı, kendi kaşığı ile hem etinden hem de çörbasından alıp kızının kâsesine koydu. Gelinine nisbet olsun diye de, mahsus göste- re göstere yapıyordu bu işi. O hiç bozmadı, renksizliklerine rağmen çok ta kalın olan dudaklarını âzıcık ki- pırdatarak terbiyeli terbiyeli: — A, affedersin kardeşim... Sana da ve rildi sanmiştım... dedi. Ana, kadınm yalan söylediğini pekâlâ anhyordu. Bazan, görümcesi için terlik diker. ken, - çünkü evdekilerin hepsinin de pabuçlarını gelin hazırlamağa mec- burdu. - Şöyle acele acele, baştansav- ma yapıyor, incecik bir taban koyu- yor üstüne, bir çiçek olsun işlemeğe üşeniyordu Ana bunu da farkeder etmez, ağsinı açtı; — Elin mi düşer ayol, kızın terlik- lerine ufacık bir çiçek olsun işliye- miyor musun? Kendininkilere gelince kiç üşenmiyorsun, dünyanın nâakışını vurmasını biliyorsun... O da taze... diye bağırdı. El kızı da küçük, donuk kara göz- lerini açtı: — İsterseniz yapayım anne; yal niz nasıl olsa görmiyecek diye dü- şündümdü... Bu kadar da işim var zaten... Kardeşinin ayağına pabuç yetiştiremiyorum. Her ay bir tane dikiyorum... Hiç durup oturduğu var mı? Boyuna gönül eğlendirmeğe şehre taban tepiyor... Ben de bu ka- dar dikişin arasında... Kendini güneşe vermiş, kapı eşi- ğinde oturup duran kör kız bu ko- nuşmayı ve yengesinin küçük karde- gi için söylediklerini duydu ve he- men lâkirdıyı kesti: — Aman anne... Nakşı ne edece- ğim ben? Ablamın hakkı var, çiçek- ten körler ne anlasın? dedi. Amma hiç te çatışıp, dalaşıyorlar- mış gibi halleri yoktu. Bu ufak tefek hadiseler kavgaya benzemiyorlardı. Yalnız, bir gün ana, domuzun ye- mek çukuruna sofradan kalan ar- tıkları atmağa gidiyordu ki, oğ! arkasından geldi: : — Ana sana bir diyeceğim var. Amma sakın kız kardeşimi evden at- mak, yada şurada yiyip içtiğini, giydiğini başına kakmak İstiyorum sanma; yalnız erkek dediğin elbette kendi yakınlarını düşünmelidir. Kız daha genç... Upuzun bir ömrü var önünde, Sonuna kadar onu ben Mi besliyeceğim ana? Hiç bir ağabeyin, ölünceye kadar kız kardeşinin bü- tün yükünü sırtladığını işitmedim ben.... Kimsede görmedim böyle şey... Zenginlere bakma, onlarda her şey bol... Canları ne isterse yapar- Jar zaar (zahir). Bizim bildiğimiz, bir erkeğin boynuna, anasına babasına, karısma, bir de çocuklarına bakmak borçtur. Kız kardeşim daha pek genç, bu işte pek sıraya bakılmaz, bilinmez amma, nede olsa benden evvel ölmez derim; kocasız bırakırsak bu kızı, o.vakit te hali çok kötü olur. Zaten kadın kısmına evlenmeden başka çare yoktur. Ana oğluna baktı. Öfkeden kaşla. rı çalıldı, yüzü güzü çarpıldı; — Bunları karın soktu senin ka fana, hep onun fiti bunlar. O odaya kapanıyorsun onunla, başbaşa verip konuşuyorsunuz geceleri, karı da di- Mile basıyor fiti, zehiri sana, kuruyor kuruyor... Sen de kendi «kanımaş karşı keliyorsun. Ne olacak, erkek değil misin?! Karıyı koynunuza alır almaz, hemen bataklık çamuru gibi yumuşarsınız... Fena halde canı sıkılan, içini bir acıdır bürüyen ana başını çevirdi, yürüdü. Domuza yemeğini döktü, Onun homur bomur çabucak önün- dekini sömürüp bitirişine baktı, Her vakit hayvanlarının iştahalı Iştahalı yemelerini seyretmekten pek hoşlan- dığı halde, işin doğrusu, o sırada ne- ye baktığını görmüyor, fark bile et- miyordu. Derdli derdli cevap verdi: Kız kardeşini kim ister? Bir isti. yen de çıksa bu adamdan ne hayır umulur? Olsa olsa ya beş parasız, yüreği taş kesilmiş fıkaranın fıkara- sı, ya da sağlam, kusursuz bir kız alacak kadar hali kudreti olmyan karı eskitmiş herifin biri... Bu değil mi bekliyeceğimiz? Oğlu çabuk çabuk, gibi: — Ne demek canım! Kız kardeşimi de düşünüyorum ben; ne olursa ok sun bir kocası olması başka şeydir... Mademki kendi de alil sayılır, pek O kadar kusursuzunu bulmasak da gene eyvallah demeliyiz! Her şeye rağmen ana daha epey bir zaman, inadından dönmedi; ev- lâdna koca aramağa kalkışmadı. Kendi kendine, kızma, küçük oğlu- na, komşu yengeye, hulâsa her önü- ne gelene, durup dinlenmeden: «Da- ha köpeklere maskara olacak kadar kocamadığını, evdeki yerinden, hak- kından, caymadığını: söylüyordu. “Çocuklarına istediği gibi hükmede- bilirdi; canı nasıl isterse öyle yapar- dı o! Kimse karışamazdı. Onun için de, oğluna, gelinine kala tutuyor, meydan okuyor ve kızını hırpalama- sınlar, ötekilere verilen, yapılandan, onu mahrum etmesinler diye gözünü dört açıyordu. Gelin de artık ne çiçek olduğunu göstermeğe başlamışlı. Alışıp yerini sağlamladıktan $#onra o eski nezâ- ket ve terbiye yapmacıklarını da bir- rakmıştı. Çoğu zamanlar, hep bir ara- da, bir kapı önünde toplanıp kom- Şularia beraber oturur, güneşlene güneşlene dikiş veya el işi yaparlar- ken, şöyle derdi: — Doğrusu ya, bir de çocuk do- Zurmağa başlarsam ne yapacağımı bilmiyorum... Evin bütün dikişi be- nim üstümde!... Kaynanam ihtiyar- hyor, tabil ona hizmet etmek, gözü- mü, elimi, ayağımı, ise yarayan her bir tarafımı ona kul köle etmek, boynumun borcu, Anamızdan babâ- mızdan böyle öğrendik, gördük... EKibette yapacağımızı biliriz. Amma benim derdim bir değil ki, bir kaynım var, kıpırdayıp iş görmez; sade ye. mek ister, karnı doymak bilmez, hay- di o gene neyse, elbette bir gün ge- lince evlenecek karısı yedirip giydir- meğe uğraşacak, yükü üstümden gi- decek, ya öteki? Kör kız ne olacak? Anası inadından dönmüyor, evlen- âirmiyor işte... Zaar (zahir) ömrü- mün sonuna kadar bu kiza kölelik edeceğim ben... Bazan gelin, bu Jâkırdıları mah- sus bağıra bağıra ederken, Kör yav- rücuk ta orada bulunurdu. O vakit herkes döner zavallı alile bakardı. Kız da üzerine dikilen onca gözün ağırlığını âdeta hisseder, âleme yük olarak sığıntı gibi yaşamanın utan- elle başını eğerdi. Kimi vakit ka- dınlardan biri, lâfa atılır: — Bu dünyada kör mü yok? Sade herkes böyle aylâk âylâk oturtmaz adamı, Küçükten şöyle bir kaç para getiren bir zenaat, ya da fal bakmar smı öğretiyorlar. Körler bize gözük- miyen bazı şeyleri içten görmesini bilirlermiş, derler, Körlükleri sanki bir kuvvetmiş gibi, onlardan ürken- ler, çekinenler vardır. Bu kızada fal bakmasını ya da buna benzer bir sey öğretseler hiç fena olmaz, derdi. Bİr başkası da; (Arkası var) ezbere söyler

Bu sayıdan diğer sayfalar: