28 Haziran 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

28 Haziran 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

22 Haziran 1939 HER AKŞAM BİR HİKÂYE etçiyi çağırdı: före, dedi, otomobili ha- gım. !.. diyerek dışarı ları arasına sikiş- prak sigarasını yaktı. Elli | da idi. ağarmıştı gindi, Hiç evlenmemişti. Son za- Manlarda kendisini büsbülün işleri Me vermişti. Odasından çıkmadan evvel şöyle #trafına bir göz attı. Bir şey unulup bnutmadığını anlamak istiyordu. Çok | #ikkatli iptizamı seven “bir adamdı Bu da dışarıdaki telefonun çal- dığım işitti, Salona geçti. Telefnu üçlı. Arkadaşlarından biri telefon tdiyordu. Telefonda konuşurken tam önündeki küçük masanın üzetinde &uran bir meklup gözüne İlişti, Evve- da b arkadaşile Kör telefonu Ken tuptaki şu cü şması bittikten sonra üzerine koyar. gördüğü mek er dikkatine çarptı: mas biraz nsiz bir gün anlıyorum, Y n dakikalar bâna yıllar ın geliyor. Ne olursa olsun, iy bir cesaret göstererek seni amcandan İstemeğe artık karar ver- dim. Fakat ne yalan söyliyeyim? Amca- hun bana iyi bir cevap vereceğine hiç emin değilim, Çünkü, biliyorsun ya, ben parasız bir gencim. Halbuki | amcan muhakkak ki seni zengin bir adamla evlendirmek niyetindedir. Bunun için, hiç ümidim Olmadığı halde yarın amcana gidip görüşece- ğim. Bakalım ne olacek?. İlh, ih..> Mektup böylece uzayıp gidiyordu. Şevki mektuptaki imzaya bakinca hiddetle köpürdü, Demek o Ferid is- mindeki beş parasız, serseri genç, ye- feni Neclâva bu mektubu yazmağa cesaret ediyordu ha?... Şe n hayatta yeğeni Neclü- dar baş yoktu. Senelerden- beri Neclâya bir baba şefkati göster- mişti. En büyük emellerinden biri Neelâyı iyi bir adamla evlendir. mekti. Bu beş parasız, İşsiz, güçsüz Feridi uzaktan tanırdı. Bunun için Şevki fena halde hiddetlenmişti. Hiz- metçiyi tekrar çağırdı. — Şolüre söyle, dedi, vâzgeçtim. Dışarıya çıkmıyacağım. Otomobili is- temiyorum, Sen bana Neclâyı çağır... Biraz sonra Neclâ içeri girdi. Genç, zarif, cana yakın bir kızdı. Gülümsi- yerek Şevkiye sordu; — Beni mi istediniz amcacığım?... Şevki sinirli bir tavırlar: — Evet, dedi, seni çağırdım... Otur Şuraya... Seninle mühim bir şey ko- muşacağım... Neclâ bir kanepeye oturdu. Amca- sını şimdiye kadar bu derece hiddetli görmemişti. Amca - yeğen pek ziya- de sevişilerdi. Dünyada bâşka kim- #eleri olmadığı için dört elie birbirle- rine sarılmışlardı. Şevki elindeki mektubu göstererek: — Bu ne Neclâ?. dedi. Genç kız kulaklarma kadar kıp. kırmızı kesilmişti, Kekeliyerek: — Şey amcacığım... dedi, zaten Ferid de bu mesele hakkında sizinle görüşecekti Şevki büsbütün hiddetlendi: — Benimle mi görüşecekti? Ne münasebet? Ferid benimle ne görü- şebilir. Acaba bu beş parasız, züğürt delikanlı seninle evleneceğini mi ümid ediyor? Eğer öyle ise avucunu yalasın... Yağma yok... Ben öyle ser- seri ile senin evlenmene müsaade eder miyim “ Neclâ: — Fakat amcacığım... diye sızlan- &ı. Şevki sert ve kati bir sesle; — Nafile Neclâ... dedi, Bip kelime daha söylemeni. İstemem, Bu mesele burada bitmiştir. Bir daha o adamı görmene müsaade edemem... Genç kızın gözleri yaşarmıştı: — Amcâcığım. Bugün O sizi gör- meğe gelecekti? — İstemem efendim, istemem... Kabul etmem... Ne münasebet? Şevki böyle söyliyerek büyük bir hiddet içinde salondan çıktı. Odasına kapandı. Bir türlü sinirlerini yatış aramiyordu. Kendisini oyalıyacak, | kadındı. na ehemmiyet vermedi. Fakat | Eski bir mektup hiddetini unutturacak bir iş arıyor- İ du. Kalktı, Kütüphane odasına geçti, Burada eski, küçük bir ceviz sandık vardı. Bunün İçinde eski mektuplar, senedler dururdu. Şevki kendisini meşgul etmek için sandığı açtı. İçin- de karmakarışık duran mektupları, senedleri çıkardı. Bunları yenibaş- tan, intizamla yerleştirmeğe başladı. Bu esnada eski, sararmiş bir mek- tup eline geçti, Senelerce evyel yü Zilmış bu mektubu tutarken heye- candan elleri titriyordu. Bu eski mek- .tubu ona Sabiha yazmıştı. Sabiha, Şevkinln hayatında yegâne sevdiği Şimdi Şevkinin gözleri önünde bu eski macera olduğu gibi canlanmıştı. Sabihayı sevdiği zamanlar beş para- sız bir gençti. İstikbalinden hiç ümi- di yoktu. Sabihayı çılgın gibi sev- mişti. Onu babasından istemiş. lâkin red cevabı almışlı. Sebep te kendisi- nin parasız ve işsiz bir genç olması idi. Sabiha ile evlenemeyince uzak- larda bir iş bulmuş, senelerce bu ümidsiz sevgisini unutmağa çalış mıştı, Ondan sonra gönlünün bütün kapılarını aşka kapamış, kendisini yalnız işe vermiş, çok para kazan- muşta. Bu şimdi eline geçen Sabihanın ona yazdığı son mektubu idi. Gözleri bu mektüptaki şu satırla» ra takıldı: «Artık geni görmiyeceğim demek ki... Babamın verdiği bu müthiş ka- rara bir türlü inanamıyorum. Seni görmemek, bir daha seninle karşılaş- mamak benim için yaşamamak de- mektir. Sensiz hayatın ne mânası var ki?.> Şevki, kendisinden, ayrıldıktan sonra Sabihanın çok bedbaht oldu- gunu işitmişti. Şevki ceviz sandığın önüne oturdu. Sabihanın bütün mektuplarını çe kardı. Birer birer okudu, Mektupları okurken aklına daime yaşlı gözlerile yeğeni Neclâ geliyordu. Bir aralık kapı vuruldu. Hizmetçi içeri girdi: — Bir genç gelmiş sizi görmek is- tiyor... dedi. Şevki dalgın sordu: — Kim bu genç?... İsmi ne imiş? Hizmetçi korka korka: — İsminin Ferid olduğunu söyle- di... dedi. Şevki ceviz sandığın kapağını ka- pattı, Hizmetçiye: — Buyursunlar!.. dedi. Ferid içeri girerken Şevki seneler- ce evvel parasız bir gençken sevgili- sini istemek için Sabihanın babası- nın yanına girişini hatırlamıştı. Fe- rid de tıpkı ayni sıkılganlıkla odaya giriyordu. Şevki gülümsiyerek genç adama: — Buyurunuz... dedi, oturunuz, Ziyaretinizin sebebini aşağı yukarı biliyor gibiyim... Konuşabiliriz, Bir saat sonra ikisi de gülerek, memnun bir tavırla odadan çıkıyor- lardı. Hikmet Feridun Es Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu 14 m Türkiye Radyosu TAG. 19/14, 1196 Ke/s. 20 Ew. Ankara Radyosu TAP.3170m. $465Ke/«. 20Ew. ANKARA RADYOSU TÜRKİYE SAATİLE 182 Ko/s. 170 Kw. Çarşamba 25/6/919 1230: Program, 1236: Türk müziği -Pİ, 13: Mebleket sant ayarı, ajans ve meteo- Toloji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Riya- seticümhur Bandosu - Şef: İhsan Küneçr): 1 - E. Reeves - Hobomöko: Hint şarkım, 2 - J. Fucik - Kış rüzgârları (Vals), $ - G. Parfs - Konser uvertörü, 4 - Techalkovsky - Hazin şarkı, 5 - Mas- senet - «Le eld» operasının antraklı ve balet parçaları. 19: Program, 1005: Müzik (Valsler - PL), 10,15: 'Türk müziği (Paml heyeti), 20: Memleket saat ayan, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,15: Konuşma, 2030: Türk müziği (Müşterek ve solo teganni): 1 - Ni” havend peşrevi, 2 - İsmalli Hakkı bey - Nihavend ağır semai - Seni hükmü ezel, 3 - Rakım - Nihavend şarki - Ne'yanan kalbime baktı, 4 - Ut taksimi, 5 - Salâ- haddin Pınar - Nihavend şarkı - HAJA yaşıyor, 6 - Sadeddin Kaynak - Nihavend tarkı - Gönül nedir bilene, 7 - Nihavend şarkı - Hatırımdan hiç çıkmıyor, 8 - Arta- ki - Nihavend Şarkı - Koklasam'saçlarını, 9 - Faiz Kapançı - Nihavend şarkı - Gel güzelim Çamlıcaya, 10 - Refik Fersan - Ni- bavend şarkı - Kız sen geldin Çerkeşden, 2110: Haftalık posta kutusu, 21,25: Neşeli plâklar - R, 210: Müzik (Oda müziği - PL), 22: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın): 1 - Franz Lehar - Çareviç öperetinden potpuri, 2 - Leopold - Karls- bad hatırası, 39 - Orleg - Pergünt sülti, 4 - Jae, Grit - Marş, 23: Son ajans ha- berleri, airaat, esbam, tahvilât kambi- yo - nukud borsası (fiat), 2320: Müzik (Cazbend - P1), 23,55 - 24: Yarınki prog- ram, Avrupa İstasyonları Saat © de Kolonya 20,15 filin ve operet havala- rı — Münih 20 akordiyon — Athiene 2020 ianfar — Peşte 2025 orkestra — Bükreş 20,55 erkestrn — Florans 20,10 salon mu- zikam — Londra 20.30 eğlenceli muzika — Paris P. T. T. 2045 hafif muzika — Riga 20,05 hafif muzika — Sofya 2030 Mas- senet'nin «Manons opera — Toulouse 20,45 karışık konser. Saat 2ide Berlin 2115 salon muzikası — Breslav 2115 - | karışık muzika — Denzig 2115 Lehar havaları — Kolonya 21,10 karışık muzlka — Ştyttgart 21,15 hafif muzika — 21,20 hafif muzika — Bari 21,15 Yunanc. meşriyat — Peşte 21.15 Lahar havaları — Fiorans 2130 hafif muzika — Lille 2145 - 7345 Ducas'nin «Ariane et Barbe Bleües operası — M. Ceneri 2140 - 2330 Verdi'nin «Palstaffo operası — Rennes 2145 Saint Saens'in «Samson et Dallas operası — Sotlens 21,30 orkestra — Stokholm 21,15 Lehar havaları — Toulouse 2145 Lille'den nakil, ii Saat 22de Berlin 22 operet ve film havaları — Ştutigart 2230 salon muzlkası — Viyana 22 meydan konseri — Prag 22,10 orkestra — Prag 22,10 orkestra — Florans 22 Res- pighi'nin «Alev» operası — Hilversum 1 2250 hafif muzika — Milâno 22 Lehar havaları, Saat 23de Berlin, Breslav, 2330 - 1 karışık muzi- ka — Frankfurt, Kolonya, Königsberg, Lelpsig, Münih 2330 - 1 Viyana muzika- m — Hamburg 23,45 salon muzikası — Bükreş 23,15 Rumen orkestrası — Milâno 2310 keman konseri — Roma 2330 or- kesira, Saat Miden sonra Melnik 2420 hafif muzlka — Prag 4 salon müzikası — Peşte 24 çingene çal- gu — Hilversum İl 2410 hafi muzi- ka — Londra 24,10 dans — Milâno ve Roma 24 dans — Hamburg, Münih ve Ştuttgart 1 - 4 güzel melodiler, DİŞ DOKTORU DİYOR Kİ: . Kisa bir müddet «RADYOLİN> kullandıktan sonra dişlerinizi inci gibi parlattıktan başka mikropların kâmilen mahvolduğunu, zararlı sal ya ve ifrazatın kesildiğini, diş etlerin- deki iltihapların durduğunu ve nihe- yet ağzınızda lâtif bir rayiha başladı- ğını duyacaksınız, GAYET TEMiZ GAYET SIHHİ GAYET UCUZ Her gün sabah, öğle ve akşam yemeklerinden sonra günde 3 defa dişlerinizi RADYOLİN İLE ği FIRÇALAYINIZ Mütercimi Mebrure SAMİ Tefrika No. 47 — Söylediğin doğru imiş kadınım, Kızım için de daha hayırlı olacak, gö- rüyorum artık, Evlendirelim şunu, Öyle başkalarını arıyacak, takatim, halim de yok. O senin söylediğin adâmla yapıverelim, bitirelim gu işi. Bir iki yıl oldu, hâlâ da o musibet bastalıklan bir türlü iyice kurtara- madım, toparlıyamadım kendimi...- Bir hayrım kalmadı artık! deği, Ucu kendi kesesine dokunmadan, yapılacak &lA bir iş çıktı diye sevinen ihtiyar dedikoducu, bir el arabası ki- raladı ve babasının oturduğu köy bo- zuntusu yere varmak için -on mil ka- dar çeken- yolu, az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti ve aştı bitirdi. İki üç gün orada kaldı, döndüğü akşam da, bemen vardı, anayı buldu, kadını di- şarı çağırdı ve kısır kisır; — İşler yolunda kardeşim, bir ay içinde olup biter artık. Bende pek yoruldum, canım çıktı amma, eh sâ. na da bir iyiliğim dokundu işte... Ar- tık kardeş sayılırız, dedi, Ana koynundan, bu iş için ayırdı- fı çli bir gümüş çıkardı ve ihtiyara uzatta, O bu eli itti, yeminleri basa- rak: «Eş dost arasında, hiç böyle şey olur mu, dünyada İstemem, almam!u diyerek türlü nameler yaptı amma 80- nunda tabii gene aldı. Herşey böylece olup bitince, ana kendi kendini hayırlı bir iş yaptığına inandırmak için epey gayret sarfetti ve bir gün gelinine de açtı. İl kızmın etekleri zil çaldı amma ne içten pazar- hıklı hinoğlu hin idi o, hemen: — O kadar aceleye ne lüzum vârdı anne? Görümcemle bir alıp veremiye- ceğim yok ki, benim. Elimde olsa, onu burada daha bir iki sene, sözü mü olur ömrünün sonuna Kadar da ala koymak isterdim amma gel gör ki, fukaralık, belimizi büküyor... Bir boğazın fazla, eksik olması bizim için bayaği hesaba katılıyor...» dedi. O günden sonra da lil kıza karşı daha güler yüzlü oldu. Kendiliğinden gelinin dikişini dikmeğe kalkıştı. Za. ten topu topu üç parça şeydi dikilecek çeyizi! Lâciverd bir yelekle şalvarı, bir de en fakir bir kızın bile düğün günü giymeğe mecbur olduğu al bir şalvar. Nasılsa gelinin bir iyi tarafı tutmuştu, iki çift de terlik dikti hazır- ladı üzerlerine de bir sap kırmızı ipek- le, küçük bir çiçek, bir de yaprak işle» di. Karşılığına hediye filân almadan kızı bedavaya verdikleri için, hiç bir Şenlik eğlenti yapılmadı. Hem ne he- diyesi gönderecekti? Damad da parlak bir İş mi görüyordu sanki! Kör kıza gelince, ağzını açıp da hiç hiç birşey demiyordu, Anasının nasihatlerini bir bir, sessiz sadasız dinliyordu. Sade bir gece uzandı, yanında yatan anasının üzünü elledi elledi, sonra da birden. bire: — Anaciğim çok mu uzak bu gide- ceğim yer? Bari ara sıra olsun beni görmeğe gelecek misin? Bu kör gözler. 1e bilmediğim uzun yolları, dağları Ovaları aşıp ben nasıl gelirim sanal diye mırıldandı. O vakıt ana da ellerini uzattı, kızı- nın tir tir titrediğini görünce, gözlerin. den yaş boşandı amma, biç belli et. meden karanlıkta, yorganın ucu İle hemen yüzünü sildi, üst üste: — Gelmez olur miyim yavrum, gel. mez ölür miyim hiç... Elbette gelirim sen de bana herşeyi söyler anlatırsın... Eğer hırpalıyacak olurlarsa seni ya. pacağımı bilirim ben; dünyada hır- palatmam seni, dedi. Sonra da çok, çok tatlı bir sesle: — Vah benim yavrum, vah sana. Daha hiç uyumadın mıydı bu gece? diye sordu, Kiz da: — Uyumadımdı anne, hem sade bu gece mil cevabını verdi, — Korkma evlâdım. Sen körsün amma, bildiğimiz körlere benzemez. sin... Beceriklisin, elin tetiktir, kork- ma, Hem görmediğini biliyorlar, sak. lamış değiliz onlardan. Kafana kaka. mazlar... Birşey diyemezler... Merak etme sen. Kız daldı... Hafif bir kuş uykusü idi bu. Ananın gözünü daha epey bir za- man uyku tutmadı. İçini bir pişman- liktır kemiriyordu. İşlediği bir suçun ceza yükü, görüyordu işte, kızının Üs- tüne çöküyordu. Olup bitenlerden Dü- yük birşey anlamıyordu amma, «Ner- den bu günaha bulaştım, nerden!» di-. ye inim inim inliyordu. Kızını gelin etmek için daha yakın bir yer bula- madığına da yanıyordu. Öyle yapsay- dı, hiç olmazsa her ay başı bir kere gi- der de, onu yoklıyabilirdi. Keşki fu- karanın birine birkaç para verseydi, belki de yerini bucağını bırakmağa Tazi olur da gelir burada onların kö- yüne yerleşiverirdi. Aklına bu gelin- ce, ananın İçin büsbütün kabârdı, acaba gelini ile oğlu bu uğurda bir- kaç parayı gözden çıkarırlar mıydı di- ye düşündü; öyle ya artık kesenin ağ- zı onların elinde idi. Mahsulden al. dıklarını göstermiyorladı bile. Sonzüz bir kederleniş ve üzüntü ile içini çekti ve kendi kendi «Kimbilir belki de döverler bile yav- rumu. Öyle bizim ev gibisi nerede? Kaynana, koca dayağı yemiyen gelin mi var! Gözümün önünde kızını dö- vecekler, ya da yakın bir yerde otü- Tunca, böyle birşey kulağıma gelecek, belki kızım dayanamayıp bana derd yanacak, o vakıt ana ol da gel dayan bakalım, yüreğim parçalanacak, ken. dimi yiyip bitireceğim. Elimden de nasıl olsa birşey gelmiyecek Evlenmiş bir kıza anası ne yapsın. Göz göre göre hirpalatmaktansa, böylesi daha İyi... Uzaklaşır gider, bende bir bilmem... Gönül de katlanır, umu! mr zaar» diyordü. Ana bir zahtan daha, sanki üzerine bütün ömrünün ağırlığı çökmüş gibi hiç kıpırdanmadan yattı durdu, sonra birden aklına birşey geldi; kızına bir- kaç gümüş para verecekti... Hani kö yünden çıkıp ayrıldığı günü, anâcağizi nasıl kendisinin avucuna sıkıştırıve: mişti, tamam işte, o da böyle yapı. caktı. Şafak sökmeden, karanlıkta usulca kalktı, hayvanları, tavukları Ürkütmemek için bin bir ihtiyatla yer- deki gizli çukurunun başına gitti, top- rağı eşeledi, «Günün günü varı çıkı- Dını çıkardı. Üst üste bastığı düğüm- Yeri çözdü, içinden beş tane çil çil gü- müş ayırdı, koynuna soktu, çukuru tekrar ö Bu paranın göğsüne de. gişini hissettikçe, biraz rahatladı işi ferahladı, çünkü kendi kendine; «Fukara evinden gelin giden kızlar. da zor bulunur böyle bir para, hiç olmazsa benim yavrumun böyle bir şeysi var ya!» diye düşünüyordu Bu kuru teselliye âdeta bütün var- hiğile sarılarak, tutunarak nihayet gö- züne uykuyu getirebildi ve daldı ,Günler böylece tadsız tuzsuz geçtiler. * Ana, arasıra küçük oğlu çıkıp geldik- çe bile, pek sevinemiyor, kalmış veya gitmiş, hiç aldırmıyordu: Sıhhati ye. rinde, yüzü de gülüyordu ya «oh, oh!» deyip geçiyordu. Bir baltaya da sap ol. muştu galiba. Gördüğü iş nenin nesiy- di? Pek bilmiyordu amma, şu aralık, bunu da tasa edecek değildi ya, Kı- zndan ayrılma zamanı geliyordu. Ana da yüreği gam, derd yüklü bir halde, kör yavrusunu almağa gelecek adamı bekliyordu. Aklını bir tek şeve vermiş sade düşünüyordu: Acaba kı. zını emanet edip eline vereceği bu in- san ne biçim şeydi? Baharın ilk günleri idi, işle vbu «adam» da nihayet çıka geldi. Daha yılın döndüğü bile pek belli değildi ortabk kış uykusundan iyice silkine- memişti. Mevsimin değiştiği, sade köy çocuklarının, çiy çiy yemek için ko- pardıkları bazı tezcanlı yeşil otlardan; söğüd dallarını boyayan filizi renk. lerden, şeftali ağaçlarının daha pek büyümeğe bile vakıt bulmamış kahve rengi tomurcuklarından farzediliyor- du. Toprakta daha kışın verimsizliği, o kısır, kudretsiz hal vardı; buğday- ları filiz vermemişti, sade toprak ka- bartıları arasında tek tük bir şeycikler gözüküyordu. Rüzgâr, soğuk soğuk esiyordu, ” (Arkası var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: