20 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5

20 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Moskova müzakereleri neden neticesiz kaldı? Reuter a jansına göre Almanyanın |“ Inanayım mi, yarabbi?,, masalı - Başka bir “Yarabbi!, fıkrası - Bir yazan, haline bin şükreden muharrir - müdahalesi buna sebep olmuştur Her tarafta gazeteler Türkiyenin tam dürüstlüğünden büyük takdirle bahsediyor yy 2riz 19 (AA) — Reuter ajansı Yiyor: Türk siyasetinin, Mosko- veçhesile garp devletleri veçhesini etmenin kolay göründüğü yarı mahafilde tebarüz ettirilmek» » Bunun kolaylığı, garp devlet Veşhesinin, yalnız Yakın Şark beş salkanlar meselelerile o münase- tar olmasındandır. Fakat, anlaşılı- ki, Ruslar birdenbire üçüncü bir teklifler dermeyan etmişlerdir. iş 9 Ribbentrop Moskovada. bu- Uhduğu sırada Balkan meseleleri- halledilmemesinden dolayıdır ki, © zamandanberi bu meselelere mü, e etmektedir. Londrada neşredilen bir tebliğ Londra 19 (A.A) — Hariciye Ne- a dün akşam şu mealde bir teb- İZ neşretmiştir: k - Rus müzakerelerini bir çık- Maâza sokan sebepler hakkında Lon- resmi mahfillerinde, tam malü- Mat, mevcut bulunmamakla beraber, tkiye Başvekili Dr, Refik Sayda- Yun beyanatına nazaran, Türkiyeye Yeni tekliflerde bulunulduğu ve Tür- kiyenin bu teklifleri reddettiği aş kârdır. Bununla beraber şu cihet ydedilebilir ki, Dr. Refik Saydam, Sövyet Rusyanm resmi tebliğinde Olduğu gibi, iki memleket arasmda. dostane münasebatırı devam etti- Gini zikretmiştir.» Hariciye Nezareti tebliği ilâve edi- Yor: «Londrada vaziyet hakkında Umumi surette yapılan tefsir, bütün İelerruatile doğru değildir.» İngiliz gazetelerinin makaleleri Zondra 19 — İngiliz gazeteleri Tür- Ye hakkında uzun makaleler yazi- Yorlar,. Gazetelerin (o makalelerinin hulâsası $udur: İşte sözünü tutan millet. Bunu takdir ve hayran. ikta kaydetmek lâzımdır. Daily Express: «Türkler sözünü tutan, imzasına hürmet eden insan- lardır, İngilizler böyle bir milletle © olmaktan büyük memnuniyet duymaktadırlar.» Daily Mail: «İki yüzlülüğün çok re- Vac bulduğu şu devirde Türkiye bü- e bir dürüstlük göstermiştir. di. or, News Chronicle ve diğer gazeteler de bu tarzda makaleler yazıyorlar, Fransız gazeteleri ne diyor? Paris 19 (A-A.) — «Petit Parisien» Saracoğlu - Molotof mü- Zakerelerinde gösterdikleri yüksek Tavuk Şimali Amerikanm O maahkemelerinden ç Birinde garip bir dava görülmüştür. John Ven Wyok isminde bir adamın zevcesi Mahkemeye müracaat etmiş ve kocasının evde otusmadığından ve yatmndı- şikâyet etmiştir. Hâkim ia müddet Münnda şöyle bir muhavere cereyan st- huy Kotanızın geceleri merede geçirdiğini yor musunuz? di Kocam evi büsbütün terketmiş deği s Yakat asıl eve gelmiyor? — Ya nerede yatıp sün Evin bahçesindeki kümeste. Bütün a, , tavuklar ile meşgul oluyor. Geceleyin bunların yarımda uyuyor. Şuur hakkında şu mütalâaları der. meyan ediyor: «Müzakerelerin, Rus - Türk me nafli hududunu geçtiği ve Moskova» nın ayni zamanda Berlin menaflini de müdafaa ettiği görülmüştür. Al- man diplomasisi, Boğaziçinin ve Ça- nakkalenin, büyük harpte kapatıl. masının ehemmiyetini hatırlıyarak, bu vaziyetin yeniden tahaddüsü için Kremlin nezdinde bütün gayretini sarfetmiştir, Fakat Türkler, beynel- milel muahedelere sadık ve Fransız İngiliz dostluğuna karşı dürüst kal- muşlardır. Montreux anlaşması hü. kümleri mer'i bulunmaktadır. An- kara hükümetinin azimkâruğı, İn- giltereden ve Fransadan yardım va- idleri almışolan Balkan antantı derletlerine yani Yunanistan ve Ro- manyaya karşı yapılabilecek bazı te şebbüsleri akim bırakmaktadır.» Ankaranın sarahatle ifade edilen azmi, Petit Jourmal, LejJour ve Obuvre ve diğer Paris gazetelerinin hepsi tarafından büyük bir takdirle karşılanmıştır. Diğer taraftan, von Papenin alelâcele hareketi, Türkiye üzerindeki Alman tazyiknın tam akameti gibi telâkki edilmektedir. - Le Petit Journal'da, Pierravt, ez cümle diyor ki: «Moskova, kendi he- sabına olduğu kadar Almanya hesa- bına da müzakerede O bulunmuştur. Almanya, daha yakınlarda, Ankara da tam bir akamete uğramıştı. Bu- nu Moskova vasıtasile telâfiye çalış- mış, fakat yüksek bir şuur eseri gös- teren Türkiye, bütün tazyiklere bo- yun eğmeklen imlina suretile, süzü- ne sadık kalmıştır.» : Ruma mahafilinin mütalâasi Roma 19 (A.A) — müzakerelerinin inkıtaı Roma dip- lomasi mahafilinin mülalâasma gö- Te, Avrupa sabasında büyük ehem- miyeti haiz bir hâdise teşkil etmek- tedir, Bu vakıanın sarih manası An- kara hükümetinin İngiltere ile Fran- saya verdiği söze sadık kalmak ka- rarmda olduğu ve Türkiyenin, Sor- yet - Alman nüfuz dairesine kaymak- tan uzak bulunduğudur. Ayni mahafil, Baltık memlekete. rinin nümüne teşkil ettikleri hali. hazır vaziyette Saracoğlunun Mos. kova müzakerelerine nihayet vere bilmiş olmasında, Türkiyenin, gerek siyasi gerek askeri bakımdan mut- lak istiklâlinin münakaşa kabul et- mez delilini görmektedirler, Nihayet, bu mahafil, Moskova müzakerelerinin inkıtaı ile von Pa. penin Ankaradan müstacelen Berli- ne harekeli arasında bir münasebe görmektedirler. Hiklm kümeste yatan adamın bu haline merak ederek sebebini sormuş ve şu cevatı almiştar; «— Karım beni mütemadiycu lüzumlu lü- sumsuz dırıltasi ile İz'aç ediyor. Bunun di- rıltızını dinlemekten ise tavukların gıdakla masını dinlemeği tereln ediyorum Hâkim, kadının hakikaten çaşaron bir mahlük olup kocasını eldden evden bezdir- miş olduğu kanaatine gelmiş ve kadını hal ve hareketinden dolayı takbih etmiştir. Hükln kadına: «— Bir daha kocana insanca muamele yap!» diye babaca bin nasihat verdikten Sonra İkisini de serbes bırakmıştır, 226 kilo ağırlığında bir adam day, hirede Kasrolayin hastaharesinde 7- deki Bdllmekbte olan Hasan Bayumu ismin- ti, © Htinan bir adamın vaziyeti bütün Mi- Böayektorlarını hayrette bırakmıştır. Bu Kaney tahteletld Bir hastalık dolaytsile BRs- Na ida Birmişti. O zaman tartıldığı zaman © Reşpan 9 libre gelmişti, Büpu;, biz batman on dört libre yani altı Sakar kilo olduğuna nazaran bu adamın 181 kilo idi, Fakat birkaç ay geçtik dara bu adamın sıkleti on batman Artmış ve 228 kiloyu bulmuştur. Dün- “Su kadar ağırlıkta bir adam bulun- madığına göre Hasan Buayumu hastanede tedavi edilecek yerde şişmanlıkta cihan rekorunu kırmıştır, Bu kadar ağır bir vü- cudü çekecek bir karyola olmadığından Hasan Bayumu biribirine yanaştırılmış İkt karyola özerinde uyumaktadır. Kendisinden şikâyeti olup olmadığını a0- ran nöbetçi doktoruns son günlerde dalma şa cevabı vermiştir: — Kendimi iyi buluyorum. Fakat bir tür. lü doymak bilmiyorum, Yemeklerimi artğir- manızı rica ederim, Rus - Türk | AKŞAM SAP ve SAMA gi YAZAN; REFİ HALİD “Bu, buda başka bir hikâye,, «Arkasına bakmış ki bir arpa boyu yol gitmiş...» kabilinden, böylece, yar ta konaklıya, raola verip tekerlek ve dingil tamir ede ede, nihayet Sivas Diye haykırıştık. Gözlerime inana- muyordum ve kendi kendime: — İnanayım mu yarabbi? diye söyle- niyor, başımı göke dikmiş, âdeta, «min tarafür rahman» bir işaret, bir teyid alâmeti, bir cevab bekliyordum. Burada uzunca İki «lstitrads ya- pacağım; yani lügat tarifi mucibince «asıl bahis mevzuundan olmayıp mü- nasebet getirilerek söz arasında irad edilen fıkra; lardan iki tane de ben anlatacağım. Yukarıda zikrettiğim <İnanayım mı yarabbi?» tabiri bana birinci fıkrayı hatırlatmış, lügatın <istitradı marifetinde aradığı müna- | sebeti bu süretle temin etmiştir; y ni yaptığım bu iş usul ve kaideye uy- gundur; maksadım hafif mevzular üzerinde, sap derken saman diyerek dolaşmak olduğu için de gayeme ay- kırı düşmiyeceği şüphesizdir: Vaktile, beldelerden birinde bir oy- nak kadın türemiş, Bezmine giren bir daha bermek nedir bilmez, evine adımını atan bir daha ayrılmak is mezmiş. Asıl garibi bu hatun öyle hasnâ, müstesna bir mahlük da de- ğilmiş, ne gözleri bademe, ne kaşları kemana benzer, ne keklik gibi seker, ne bülbül gibi ötermiş. Adamın biri meraka düşmüş: — Yahu, demiş, (daha o zaman «beyahus tabiri icad edilmemişti, in- sanlar daha ustruplu konuşurlardı) şu çirkin hasbadaki keramet nedir ki güzellerin yapamadığını yapıyor, bir defa meclisinde bulunan bir dahi eteğinden başını alamıyor? Dayanamamış, yolunu bulmuş, hal- veline girmiş. Girmiş, fakat daha iki lâf etmeden kadın hemen misafiri. İ nin önüne atılmış: — Ah, efendim, demiş, bilseniz, şimdiye kadar meclisinizden mah- rum kaldığıma ben nasil yanıyor. dum, telihsizliğimden nasıl sızlanı. yordum, Yıllardanberi hasretini çek- tiğim, yolunu beklediğim, yoluna kurban gitmeğe hazır bulunduğum yiğit sizdiniz. Erkek dediğin işte böy- le, sizin gibi, siz boyda, Siz bosta, siz yaşta, siz çağda olur. Artık ben azad kabul etmez bir halayığınızım, Evim evinizdir, gönlüm esirenizt Adamcağız bu coşkunluk, bu ilti. fat karşısında apışmış kalmış. Niha- yet ayrılık zamanı gelmiş, elini kese. sine gölürmüş. Kabil mi, kadın, and, şart, para kabul etmiyor, eBen size Aşığım, akçenize değile diye çırpmı- yor, ağlıyor. Bu sarih muhabbet hüc- ceti üzerine erkek câhdan yürekten sevildiğine inanmış, daimi ziyaretci. si olmak kararile memnun, vedaa hazırlanırken, aksi olacak, çat çat kapı vurulmağa başlamış. O devirde, zahir, kocalar hesapsız, kitapsız, sallapata heriflermiş, devam. saatleri yokmuş, akıllarına esince kâlkıp evlerine dönüverirlermiş ki kadın bir feryad koparmış: Eyvah, kocam geldi! İte kaka, alelacele, merdivenlerden yukarı, herifi tavan arasına atmış- lar, saklamışlar. Sus pus yere uzan- miş, bin helecan içinde, Karanlığa gömülü beklermiş, O sırada gözüne bir “budak deliği ilişmiş; meraklı ol. duğunu söylemiştik ya, heyecan gö- zünü yaklaşlırmış: Aşağıdaki odada, kadın bir erkeğin dizlerine kapanmış mınl mınl bir şeyler anlatıyor; kulak vermiş... Acayip, biraz evvel kendisi. ne sarfedilen iltifatların aynı değil mi? Senelerdenberi beklediği, özle- iği, hasretini çektiği yiğit, meğer- kese faslı gelince ona da aynı dilleri dökmüş, «Ben paranıza değil, size âşığım!» demiş; yeni müşterinin de hayretinden ağzı açık kalmış; bu memul haricindeki iltifat ve aşka inanamamış; bir aralık gözlerini, ta- bil bir sevkle yukarı kaldırmış, tered- düdünü gidermek, hayretini bildir. mek için yüksek sesle, tıpkı bizim şoseyi görünce sevimçlen yaptığımız gibi, mirıldanmiş: — İnanayım mı, yarabbi? 'Tavandaki meraklı adam bunu işitince dayanamamış, ağzını deliğe yaklaştırmış; — İnanma ya kulum, demiş, de- min bana da öyle söylemişti! Meşrutiyet devrindeki her fırka- dan Devlet ricalinin <efkârumum!- yes tabirile murad ettikleri dönek ve her idareye uysal menfaatçiler kala- balığına bakarak, o zaman benim bu zevata, hattâ birazda kendime, şöy- le diyeceğim delirdi: — İnanmayın dayılar, sizin cefkâ- numumiyes ismini verdiğiniz poh- pohcular zümresi, o fettan sizden evvelkilere de öyle söylemişti, size de öyle söyler, sizden sonrakilere de! Şükür ki, umum! harb nihayetin- de bu mücerred kelimenin pabucu dama atıldı; yerine her memlekette, daha müsbet bir tabir, bir emilli men- fast» terkibi kondu; bizde Erzuruma treni o götürdü. İkinci fıkram da «Yarabbi!» üzeri- nedir amma bunu tecvitli okumak lâzımdır: Sultânhamid zamanında vükelâ dalkavuğu bir Hüsameddin molla vardı, kısaca «sarıklı Hüsam» derler- di. Bir nikâh cemiyelinde bulunmuş, sarığına aldanarak «duayı tebprrü- ken sen ediverş ricasında bulunmuş. lar. Hoca sarıklı amma asıl sanatı hanendelik ve soytarılık.. Ömrübil lâh imamlık, hatiplik, duagüluk et memiş. Molla ellerini açmış, gözleri. ni yummuş, vecd ile, şevk ile başla miş: — Yarabbi! Yarabbi! Fakat ötesi gelmiyor; yine: — Yarabbi! Yarabbi! İşte o kadar... Beş, on, yirmi, bu «yarabbi» ler lekerrür edip arkası çıkmayınca hazır bulunanlardan biri eteğini çekmiş: — Hocafendi, «yarabbi; artık ne yapacaksan yap! Deyince molla başını çevirmiş, şu cevabi vermiş; — Dua edeceğim amma aklıma bir şey gelmiyor! Şu sırada büzı siyasi başmakalelere göz gezülrirken aklıma hep bu sarık. 4 Hüsam'ın «yarabbi, leri gelir, ken- di kendime: — Muharrir dua edecek amma aklına bir şey gelmiyor, eyarabibi» le- Tİ tekrarliyor! Der, kariha yoksulluğuna bakar, hayrete düşerim; lâkin dünya ahva- Mini düşününce eveleyip gevelemek- ten başka yapılacak bir şey olmadı- ğım anlar, neticede kendilerine hak veririm. Üzerlerine aldıkları vazife, benimki gibi mütevazi değildir; Nuh Nebi zamanından kalma fikraları «istitrad» olarak başmukaleye soka- mazlar. Onun içindir ki ben bir ya- zar, halime bin şükrederim. ... Ne diyorduk, ha, sürgün kafile- si şoseyi bulunca yere eğilip tozunu, toprağını yüzüne, gözüne sürecek ka- dar sevindi; imkân müsuid olsaydı kurbanlar kesip şükran secdesine bi- le kapanacaktık, Bu sevinçle Vezit- köprü, Havza, Merzifonda konakla- dık, Yeni menfamıza bir günlük yo- Jumuz kalmıştı. Kulağımıza korkunç bir haber ak- setli: Yakup Cemil beyin çetesi Ço- rum civarında bulunuyormuş! — Size ne? Diyeceksiniz... Hakkınız var; fakub Ruyard Kipling'in dediği gibi: «Bu, bu da bir başka hikâyes, Onu ve sor- güzeşlin iç Anadoluda geçen öte ta- rafını, biraz nefes alayım ve aldım- yım, ayri bir başlık altında.ve ayrı tarzda anlatmak niyetindeyim. Refik Halid yetişir, GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ Mezarının nakledilmesi münasebetile Evliya Evliya Çelebinin mezarı Şişhane kara- kolu civarındaydı. Son Belediye aslahatı münasebetile oradan başka münasip bir yere nakledilecekmiş ve merhumun vası- yeti mucibince, başına bir ağaç dikilecek» miş, Evliya Çelebi, Türk dilinin şüphesiz ki en caxip muharrirlerindendir. Tahmini ola- rak 1611 de doğup 1681 de vefat eden meş» hur seyyah muharrir Kütahyalıdır. Baba- s Derviş Zall Mebmod, Büyük babası Ka- Ta Ahmed, onun da büyük babası Yavuz Özhek'tir. Kendi ağı Mehmed Zal Evliya- dar. Evliya Çelebi, arapça okumuş, hafızlığa çalışmış, tarihe ve musikiye heveslenmiş- tir, Sadrazam Melek Alned paşa teyzesi- nin kocasıydı. Bu sebeple Evliya Çelebiyi Abaza zannedenler olmuştur; fakat ken- tür. ti. Lâkin 1640 ta dördüncü Muradın vefa- ta üzerine suruydan çıktı. Babasından gizli olarak Bursa ve civarını dolaştı. Oğlunun seyahat aşkını gören babası onun dünya yüzünde büyük geziler yapmasına müsa- petrol damarı bulundu Çorum 19 (A.A) — Yapılmakta olan cezaevi temel hafriyatında pet- rola tesadüf edilmiştir. Vilâyet — işle yakından alğkadar olarak bi bir mütehassısın hemen celbi için müracaat etmiştir. Damarın zengin olduğu tahmin edilmektedir. Kalp para sürücüsü İzmitte sahte para imalinden dolayı mev- kuf bulunduğu sırada, kaçan ve İstanbul zabıtasınca Sâryerde gizlendiği bir evde Çelebi ade etti. : yerlerde paşaların müozzinli- Bini, imamlığını yapar, sesi ve sohbeti gâ- zel, tabinti mülâyim olduğu için raubabbet celbederdi. Erliya Çelebi, bazan memuriyetlerie, vü zan da maiyetlerde yarım asır kadar, yani bütün hayatınca seyahat etmiştir. Gezdiği yerler guralarıdıpı Anadolu, Rumeli, Macaristan, Tranai- vanya. Moldovya, Polonya, Avusturya, Al- manya, Hollanda, Bosna, Hersek, Dalmaş- ya, Cemubi Rusya, Kırım, Kafkasya, İranın bir kısmı, Suriye, İrak, Musir, Girit, Hicaz Gezdiği yerlerde mahalli âdetleri, bina- ları, maruf adamları, tarihleri, hattâ leh- tedkiko çalışmıştır. “im Çelebini in rumca ve lâtinceye âşi- na olduğu da, anlattığı hurafelerin çoğunu bu dillerin kitaplarından aldığı zannedilir. Evliya Çelebinin seyahatnamest on cilddir. Bu kitabın içinde efsaneler varsa da haki- kat cihetleri pek kuvvetlidir. Çelebinin an- latışı pek lâtiftir. Seyahatnamesinin bazı kısımları macareayla, almancu ve ingiliz- ceye tercüme edilmiştir. M istanda tevkif edilenler Budapeşte 19 (AA) Mülga Hungarist hareketi müntesipleri gizli bir faaliyet takib etmektedir, Bunlar gerek hükümet merkezinde, gerek vilâyetlerde hareketli bir lisanla ya- zalmış beyannameler dağılmağa büş- lamışlardır. Beyanname bastırıp da» Kıtmak suçu İle kırk kişi tevkif edil miştir. Yapılan tahkikstta, keza gizli bir teknik cihaz bulunmuştur... Ayni tahkikat esnasında, omünbesipleri Sralasi hareketine yârdım etmek yakalanan Örer dün jandarma muhafaza- Sında İzmi; hapishanesine inde olunmuş” tur, Ömer, hapishaneden kaçtığı için ayri- ca muhakeme edilecektir. iğ PA AŞANLAR 17 üzere yemin eden bir Hungarist leji. yonu teşkiline başlandığı anlaşıl- mıştır, Tahkikata devam edilmektedir. ii zn ln İsman ği

Bu sayıdan diğer sayfalar: