1 Mayıs 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

1 Mayıs 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Evlendiklerinin henüz ilk haftası idi, Ba- adetten sarhoş gibi idiler. İşte no zaman- Günberi bekledikleri güzel günleri yaşama- Üa başlamışlardı. Bir sabah amcası Najli Yanına çağırdı: > Oğlum Nail, dedi, yedi gündenberi ev- Misiniz. İkinizin de mesud olduğunuz gözleri- Bizden okunuyor. İşlerinden dolayı balayı #eyahatine filân da çıkamıyorsunuz. Hoş de olsa bütçenin buna müsald ol- Mâdığmı bilirim. Lâkin şöyle biraz daha Yalnız, daha başbaşa kalmak istediğiniz her en belli... Bunun için benim birşey geldi, Bizim köşke gitsenize... Bom” Boş duruyor. Hem sen orasını pek de sever» Orada istediğiniz gibi. sükün, sessiz Mik İçinde başbaşa, kendi kendinize kalırsı- Biz. Tatlı birer rüyayı andıran günler ge- Sirebilirsiniz. Keşke ben de genç olsam, &€Y- kadını atıp oraya gitsem... O tenha- » O sükünet içinde inanılmıyacak de- ke tatlı günler geçirsem... Zaten köşkte- bekçi de köyüne gitmek için izin istiyor- du.. Onu da köyüne gönderiverirsiniz.. win bu sözleri üzerine Naliin göz- eri pariadı. Bu hakikaten mükemmel bir Aç. Vakıa köşk şehirden çok uzakta idi, eta dağ başında sayılırdı. Sonra çok eski bina idi. Fakat bütün bunlardan onlara 062. Zaten genç karı kocanın istediği de tenhalık, yalnızlık. Şehirden, gürültüden ik, tabiatle ve aşkları ile başbaşa kol- Mak değil miydi?... Bütün bunlar için es- Kİ küşkten daha güzel bir dekor mu olur- du? Hemen ertesi gür köşke gittiler. Sa- $ide tamamile yalnız kalmaları için yan- hizmetçi de almamıştı. Köşkteki bekçiyi © gön İstanbulu gön- iler, Bekçi İstanbuldan da köyüne gi- ekti, Artık koca köşkte yapayalnız kaj- İki mektep kaçağı gibi bir kısmı DoŞ olan bir sürü odadan odaya koşuyorlar, dan salona giriyorlardı, Köşk hakika- çok büyük hattâ biraz da korkunçtu. vârları arasında korkunç cinayetler ge çen romanlardaki orta çağ şatolarını andı- Fjordu. Loş odaların, girinti çıkıntılı ko- rların esrarengiz bir bali vardı, Mall bir âralık genç Karısına köşkteki bir Bizli merdiveni gösterdi ve: — Babamın babası kim bilir he maksadla bu gizli merdiveni yaptırmış!... Bu merdi- Veli #â köşkün altındaki mahzenlere kadar Eder, (Kotasının bu sözleri üzerine Sâside kü- Şük bir çığlık kopardı. Daha nişanlı iken silin bu köşk ve bu gizli merdiven hak- da kendisine anlattığı müthiş bir hikâ- Ye aklına gelmişti. Kocasma sordu; y ç Hani senin anlattığın cinayet bu giz- Merdivenin başında olmuştu değil mi? boylu, sırma saçlı güzel Çerkes hala- cesedini bu karanlık merdivenlerden İndirmişler değil mi? Nall, kafısına korkunç vakayı batır- İtmakla yaptığı hatayı anladı amma işiş- VEN teçmişti, Gizli merdivenin kapısını ka- tayı karısmın üzerindeki dehşetli bau- © Ederek için bl felssfe savurdu: evler, 7- Bu köy de pek tenha galiba... Civarda iki üç köşk var.. dedi, Kali güldü; tup EYER, 0 köşkelerde tanıdıklarımız otu- Ni Hele biri pek sevdiğim bir arkadaşımın, ein köşkü. Köy tenhadır amma gü- Berâberlerinde iç barul getirmişlerdi. çamaşır, havlu, yastık, yatak apyalları vard. Saelde köşkte yatak oda- için dan en güzellerinden birini kendileri seçti, Yatağın çarşaflarını değiştirdi. Akşam yemeğini balkonda yediler. Köy de- Tefrika No. 142 Tuzak içinde Tuzak nizden çok yüksek olduğu için manzara fevkalâde idi. Yemekten sonra İstanbulun umaktan görünen ışıklarını seyrederek birer sigara içtiler. Sonra da ilk gecenin heyecanı e odalarına çekildiler. Yattılan Kimbilir ne kadar sonra tatlı derin bir uykuya dal- Lâkin o çocukluğundanberi geceleri böyle uyanır, kendisine dişarida periler geziniyor gibi gelirdi. Korkulu dakikalar geçirir, yor- ganının altında ürperirdi. Böyle zümanlar- da eve mutlaka birisinin girdiğine ka- ni olurdu. Lâkin sübalileyin uyandığı za- man etrafı güllük gülüstanlık görür, geceki korkusunun ne kadar boşuna olduğunu an- Jardı. Genç kadın bu sefer de yatağından dışarısını uzun üzün dinledi. Belki de bü- Adeta ayak seslerine benziyen gürültüler O zaman kadın yatağında doğrul- du. Âdeta nefesini bile keserek dışarısını dinledi. Yanılmıyordu. Dışarıda birisi ge- siniyordu. Birdenbire işittiği bir kapı gı- cırtısile tüyleri diken diken oldu. O bu gı- cırtıyı gayet İyi tanımıştı. Nal) gizli merdi- kapısını açarken de bunu işitmişti. Bu, o önünde cinayet'işlenen gizli merdiven kapısının gıcırtıa idi, Yanında muntezam nefeslerle gayet müsterih bir halde uyuyan kocasını dürttü: — Nail. Nail. Hirsiz! dedi, Najl uyku sersemliği içinde: — Hıraz nu?.. diye bağırdı. O zaman genç kadın saçları önüne dökül- müş, dekoltesi büsbütün açılmış bir halde kocasına doğru eğildi. Parmağını dudakla” rma götürerek; — Sus... dedi, yavaş konuş... Dışarıda bir takım gürültüler oluyor... Nail onu süküncte getirmek için: — Yok yavrucuğum. Farelerdir... dedi, Ba- $ini yastığa koydu. Lâkin Sacide; — Dinle, rica ederim dinle Najl!... diyor- du. Tum bu esnada dışarıdaki 6 kapı gıcır- tası tekrarladı. Sacide mırıldandı: — Gizli merdivenin kapısı!... Kall sükünetini muhafaza ederek: — Muhakkak kapı rüzgârdan açıldı!,. de- di. Lâkin o bu sözü bitirmemişli ki, dışarıda birşey devrildi. Genç adam elektrikenmiş gibi yerinden fırladı, Yanlarında tabanca filân da yoktu. Lâkin daha hayatlarını bir- Jeştizeli pek az olan genç zevcesine karşı kendisini korkak göstermek istemiyordu. Gözüne konsolun üstündeki büyük pirinç şamdanlar ilişti. Bunlardan birini eline alâ- hayet ipleri çözdüler. Bu sırada sabah olu- yordu. Nall adamın pijamasına bıraktığı kü- gıdı açtı. Bu İlerideki köşkte oturan, deli- cesine şakalarile meşhur arkadaşı Müfidin yazısı idi, Okumağa başladı: «Evlendiğim gece bana oynadığınız oyu- nu bilirsin. Sevgili karımla ben: bütün ge ©e uyutmamıştanız. Ben de sana: «Bunun acısını çıkaracağım» diye yemin etmiştim değil mi?... İşte dediğimi yaptım... Hem bi- 2e komşu gelirsiniz de haber vermezsiniz ha... Vay hâinler vay.» Hikmet Feridun Eş Nakleden : (Vd » Nü) Kolonbeyler ailesi onun yüzünden | hepsi bir belâya uğramıştı. bir darbe yemişti. Düğün ala- YI bir an içinde cenaze merasimine ü. Gi gelir gelmez, meşhur adliyesi, Ferhad, kömlser, Süha ve #yahlar giymiş Şermin büyük sulon- “üydlar. Diğer bir misafir odasında kaptanla Hidayet oturuyordu. On- da — derece endişedeydiler. Evin kısmında ise Dürrüler ve Mkrabanın diğer şahsiyetlerile ihtiyar foila bey başbaşa vermişler, mesele. Rin hereye varacağını merakla bek- kaliya Fe ş i Murad, her an yerinden Yor, kapıya yaklaşıp kulak veri- Diken üstünde gibiydi. Haya- ihtimal birinci defa talihi ma- bir istikamet almıştı. Bütün sev- * Kizı Maide, torunu Belkis, Yordu. tamda, küş Kaptan, öteki salonda, kârısına! — Üzülmeyin... İçeride... Görüyor- sunuz ya... Her iş yoluna girecek... Kızınız burada... Onu göreceksi- niz... « diyordu. — Kadın: — Ah, müthiş... Müthiş... — Nedir müthiş olan? — Başımıza gelen. Bahanın Korsanoğlu ile kavilleşti- fi zaman, işte gelmişti. Burhan kap- tan, mahud zarfı açacaktı, Bir köşeye çekildi ve zarfı açtı. İçinden çıkan kâğıdları okuduğu müddetçe, yüzünde dehşet ifadesi be- Jiriyordu. Kendire tevdi edilen bu işi yapmak istemiyordu. Fakat söz ver- mişti, yemin etmişti: Hem bu vâzi- yette nasıl susulur? Baha, Sühanın tevellüd esrarını gösteren kâğıdların arasına, bir de kaptana hitaben birkaç salır yazmıştı. Burhan beyefendi, Bu hikâye kısaca şöyledir. Bende- niz Kolonbeyzade Kudretten nefret ediyorum. Kendisi benim düşmanım- same Ee aşi Türkiye Kadyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu 1643 m. 182 Ke/3. 120 Ew r. , 31.7 m. 9465 Ke/s 20 K. W. T.A. 0. 19.74 m. Ec/s WE. W. ÇARŞAMBA 1/5/M0 Türkiye saatile 1230 Program ve memlekef &aat ayari, 1835 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,50 Müzik: Muhtelif şarkılar (P1). 1330-14 Mü- şik: Küçük orkestra (Şef: Necip Aşkın), is Rob. Brecht: Bir hikâye (küçük parça), 2- Becce: Amalfi serenadı, 3- Spero Koch- mann: Ebedi arkadaşlar (Marş), 4- Brahms; Macar dansı, No, 1-2, 5- Cösar Cul; Cunta» bile. (Viyolonsel solosu), 13 Program ve ratmaleket saat ayarı, 18,05 Müzik: Fasıl heyeti, 18,55 Müzik: Okuyan - Mahmuâ. Karındaş, 1- Rifat bey - Hicez şarkı: (Ateşi suzani firkat), 2- H. Arif - Hicaz şarkı: (Aman dağlar um dağlar), 3- Rifat bey - Hicaz garkı; (Niçin büldül fi- gan eyler), 4- 5. Kaynak - Hicaz şarkı: (Ba- tan gün), 19,10 Memleket saat ayarı, Ajans ve meteoroloji haberleri, 1930 Konuşma (Dış politika hüdiseleri), 19,45 Müzik: Çalan- lar: Fazıl saz heyeti, 1— Okuyan: Musta- #a Çağlar, 1- Ferahnak peşrevi (Zeki Meh- met ağa), 2- Cevdet Çağin - Ferahnak şar- kı: (Akşam olsun şu perdeler insin), 3- Melekset - Perabnak şarkı: “(Tiirer yü- reğim, 4 — Şakir ağa - Ferahnak : (Genç ömrümde (Bir di'beredi), 2 — Okuyan: Safiye Tokây, 1- Lami - Muhayyer şarkı: (Beokasız hüsnün güvenme anın), 2- Belâ- nikli Ahmed - Muhayyer şarkı: (Görünce ben seni), 3- M, Celâlettin - Hüseyni şar (Sevdiğim cemalir), 4- Refik Fersan » Hi seyni şarkı: (Birkaçı birleşerek), 2015 Konuşma, 2030 Temsili: Par Günt, Yazan: Heinrish İbsen, Tercüme eden: Seniha Bed- ri Göknil, 21,30 Müzik; Riyaseticümhur ban- dosu (Şef: İhsan Künçer), 1- Frederic Cur- zon: Bravada (Paso Doble), 2- 1. Ganne: Zafer (Vals), 3- Saipt - Saens: Ölüm dan- 9), 4- Moszkowski: Serenata, 5- Franz Liszt: Les Preludes isenfonik purça), 22,15 Mem- leket saat ayan, Ajans haberleri, ziraat, e8- bam - tahvilât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 2235 Müzik; Cazband (Pl), 23,25- 2330 Yarınki program ve kapanış. AKŞAM Abone ücretleri Posta ittihadına dahli olmıyan ecnebi memlekeller: Seneliği 3600, allı aylığı 1200, üç aylığı 1000 kuruştur. Telefonlarımız; Bayw.uharrir: 20565 — Yazı işleri: 20765 — İdare: 20651 — Müdür: 20497 Rebiülevvel 23 — Kasım 170 S. İmsak Güreş Öğle İkinal Akşam Yatsı E. 759 953 506 887 1200 144 Va, 3,04 458 1201 1602 19,05 2049 İderehar.e: BabıAl civarı Acımusluk sokak Na. 13 dır. Zira, dostunuz benim ailemi mahvetmiştir. Annemin ve babamın ölümüne sebebiyet verdi. İşte intika- munı alıyorum. Baha Salonda, dört duvar arasında, râ- kibi Süha ile komiserle ve Şerminle kapanmakta Ferhadın bir maksadı vardı; Rezaletin önüne geçmek, Ko- lonbey ailesinin şerefini kurtarmak istiyordu. Fakat her hakikati henüz öğrenemediği icin birkaç dakika için- de, hayretten hayrete düştü. Sühanın aklı bambaşka yerlerdey- di: İbtiyatsızca yuvarlandığı bu teh- likeden kurtulmanın mümkün olup olmadığını düşünüyordu. Bahanın kendisine yolladığı mek- tup üzerine gözleri açılmıştı. Esasen onu almasaydı bile metresinin böyle bir yerde ansızın karşısına komiserle bir- likte çıkışı ona her şeyi anlatacaktı. Darbeyi vuran Şermindi, Fakat onu bu düğün yerine kim sevketmiş ola- bilirdi. Kızın karakterini tanıyordu: Böyle şeyleri kendiliğinden yapacak» lardan değildi. Zaten Sühanın ken- disine ihanet ettiğinden de şüphelen- miyordu. Baha, sır kutusu gibi kapalı bir insandı. Hayatta birine karşı müthiş bir düşmanlık beslediğini . Sühaya müteâddid defalar söylediyse de Kud- ret Kolonbeyin adını ağzına bile al- iki p öl Akla heri 4 rg > : pe. 'Tefrika No. 50 Yazan; İSKENDER FAHREDDİN Azra sarayda sağa sola koşuyor, cariyelerin güneş tutul- ması karşısında fikirlerini öğrenmeğe çalışıyordu «— Cengizin ordusu, sizin ordunuzdan on misli büyüktür. Moğollar bu imparator- Yuğu at ürtünde kurdular. Bu sebeple ata binmesini sizden iyi bilirler. Cengizin as- kerleri de sizinkilerden fazla cesurdur, On- Jar, üzerine yürüdükleri bir memleketi feth- etmeden geri dönmezler. Bizin kırk bin ki- şilik ordunuza mukabil, Cengiz isterse, Çin- den ve Karakurum dağlarından üç yüz bin Kişilik bir ordu toplıyabilir. Onun etrafın- daki asker, mektubunda yazdığı gibi, ka- rıncalardan daha kalabalıktır.» (1) Sultan Mehmed karşısında o dakikada Cengiz konuşuyormuş gibi titremişti Bu sözleri işitince, derhal göğsünden iri bin elmas çıkarıp Mahmuda uzattı: — Ben seni çok severim, doğru sözlü bir adamsın! Cengiz hanın bana «oğlum!» diye hitap edişine kizmıştım. Fakat, şimdi ona bük verdim, Karakuruma dönünce benden kendisine selâm söyle, Tebaalarına memle- kelimin kapıları her zaman açıktır.Şstediği şekilde müuahede yapmağa da hazırım. Cengisin elçileri bu şekilde anlaşarak, Buharadan döndüler, Sultan Mehmed bu elçilerle Cengize Harzem metaımdan birçok hediyeler göndermeyi de ihmal etmedi, Bu elçilerin gelişi sultan Mehmedi tik de- fa Moğollar hakkında şüpheye düşürmüş- $ü. Oğlu Gıyasla konuşurken: — Gözünü aç, dedi, bu herif bana «0ğ- Yum» diye hitap edişine bakılırsa, beni ida- resindeki emirler kadar küçük görüyor. Gıyas, babasına: — Velinimetim! dedi - Moğolların ülke- mizde gözü olduğunu ben çok iyi biliyorum. Buraya gidip gelen Moğol tacirlerinin hiç birisi, hakikatte Harzem İline ticâret mak- sadile gelmemişlerdir. Bunlardan bir kaçı- ni hapsettirdim. Casuslukları meydana çıks tı. Eğer Buharaya gelmemiş olsaydınız, beni bu görüştüğünüz elçileri de casus diye hap- sederdim, Sultan Mehmed oğluna kızdı: — Sen elçi ile casusu farkedemiyorsun! Mahmud benim eski adamınıdır, Bana Ka- rakurumda olup bitenleri gizlice anlattı, Adamlarının yanında başka türlü konuş- mağa mecburdur. Cengizin ordusu, bizim- kinden on misil büyükmüş. Onunla iyi ge- çinmeğe bakmalıyız, Şiddet her yerde fay- da vermez. Diye söylendi ve Buharadaki mahpus Mo- ğol tacirlerini serbes bıraktı. Sultan Meh- mede; — Sen Moğollardan korkuyor mu- sun? diyenlere hükümdar: — Hayır, onları korkudan değil, Moğol- Jara yeni dostluk ve ticaret muahedesi yap- mağa karar verdiğimiz için affediyorum, diye cevap veriyordu. '.. Güneş tutulurken.. Sultan Mehmed'Buharadi haldığı müd- Getçe askerin talim ve Islukina, memleke- tin düşmana karşı müdafaası için yeni ted» birler almağa çalıştı. Ve oğlu Giyasa? © -— Sen burada uyumuşsun! deği - Dün çarşıdan geçiim.. Halk çok serindi ve ku- Jağıma garip sesler erişti: «Oğlunun yözü- nü görmüyorduk. Babası, Buharaya geldi- £İ gündenberi çarşıyı, pazarı geziyor ve or- duyu teftiş ediyor!. Bu sözler hiç hoşuma gitmedi, Gıyas! Ben Buharsya gelelidenbe- ri saraydan dışarıya çıkmamışa benziyor- sun! Cengiz han nasıl imparatorluğunu at âstünde kurmuşsa, ben de sizleri çadırlar- da yetiştirdim.. Ve bu geniş ülkeleri çadır- da yatarak, dağ başlarında sabahlayarak, hasılı bin bir müşkülât çekerek kurdum, düşmanlarımız gözlerini açmışlar, bizi uy- kuda bastırıp mahvetmek için fırsat arıyor- dar, Dedi, Ve oğlu ile birkaç kere şehri dolaş» tı, ordunun eksiklerini oğlu ile birlikte ta- mamladı ve Gıyası harekete getirdi. Prens Gıyaseddin, gerçek, Buharaya gel- diği gündenberi cariyelerin içine karışmış, memleket işlerini vezirinin eline bıraka rak, kendisi akılları durduracak bir sefa bat ve eğlence âlemine dalmışlı, Kafeste yaşattığı sevgilisi, Azrâyı üç ay kafeste mapus ettikten sonra, tekrar serbes bıra» karak, kendisine ilimad göstermişti. Azrâ, prens Gıyasın nikâhlı karısı olamı- yacağını anladığı gündenberi, Buharadan ak sevdasına iştü. Arap dil- beri kendi kendine şöyle düşünüyordu: — Madem ki"prensin zevcesi olamıyorum. Hiç olmazsa, halifeye verdiğim sözü tutup, memleketim hesabına hayırlı bir Iş göre- yim. Halife Nâsır ben! Semerkanda gönde- rirken: «Sultan Mehmedin prenslerinden bi- rini veyâ kendisini, öldürmeğe muvaffak olur da buraya dönebilirsen, Bağdad hazi- mesinin yarısını sana vereceğim. Dünyanin en zengin kadını olacaksın!» demişti Şim- di bu fırsat elime geçiniş bulunuyor, Prens selahate daldı.. Babasını aldatıp eğleni- yor. Eğer beni nikâhla almış olsaydı, onun hakkında böyle Kötü şeyler düşünmez ve ömrümü onunla geçirmeğe razi olurdum. Zaten ilk önce, beni zevce olarak nacak di- ye her ıztıraba tehammül etmiş ve bekle- miştim. Fakat, bugün, anladım ki, Gıyased. din beni nikâhlamak fikrinde del r. O halde, halifeye verdiğim sözü tutinalı ve Bağdada dönmeğe bakmalıyım. Azrânın buna karar verdiği gün, bir te- sadür eseri olarak güneş tutulmuş, öğle üze. Ti gökyüzü kapkaranlık olmuştu. Asri: — Harzemliler, güneş tutulmasını uğur- suzluk sayıyorlar. Sultan Mehmed de Bu- barada, Acaba ölüm hangisinin başında do laşıyor? ş Diyerek, sarayda sağa sola koşuyor, ca- riyelerin fikirlerini öğrenmeğe çalışıyordu. Gıyasın çariyeleri hep birden yerlere yata- vak: — Allahım! Sen efendimizi sıhhat ve afis yette dalm et! Sen orun saltanat ve debde- besine halel getirme! Diye yalvarıyorlar, güneşin etrafımdaki kara bulutların biran evvel dağılmasına dua ediyorlardı. Bu hâdiseden sulan Mehmed de teşe'üm ederek — Axrall bügün büyüklerden birinin ea- nına kıyacak. Diye söylenmişti. Güneş bir müddet son- ra parlak çehresini göstermeğe ve karabu- Tatlar gökyüzünden sıyrılmağa başlamıştı. Azrâ o gün bu fırsatı kaçırmak istemedi, Sultan Mehmedir teması yoktu. Şehzade Gıyasın yanına giderek: — Memleketimize bir uğursuzluk çökecek, değil mi şehzadem? diye sordu. Gıyas, Azrâyı çok sevdiği için, onun ölü münü düşündükçe tüyleri ürperiyordu. Azrânın kafeste bir atmaca vardı, Azri kafesten çıktıktan sonra, bu kafesi hatıra olâ- râk saklamış ve içine, Gıyasın avdan getir diği bir atmacayı koymuştu. Azrâ bu macasını çok severdi. Atmaca kafeste yiyip içtikçe büyüyor, pençeleri sertleşiyor, ba“ kışları İnsana dehşet ve Korku veriyordu. Azrâ o gin Giyasa! (Arkası var) (1) «Cengiz hanın, Harzem sultanına gön- derdiği hediyeler arasında gümüş külçeler de vardı, Moğal âdetinee, gümüş, külçe ha- linde ancak imparatorlara hediye olarak gönderilirdi. Bundan başka bu hediyeler arasmda keçi, yeşem taşı, Tarkul denilen ak yün elbise de vardı. Keçi hakaret için gönderilirdi. Yeşem taşı, hiç bir yerden yar- dım görmeyen insanların esir düştükleri zaman tılsımından meded umdukları bir taşlı, Tarkal elbisesini ekseriya kölelere ve &sirlere giydirirlerdi. Sultan Mehmed bun- ların mânalarını bilmezdi, Zaman geçince, Harzemli Mahi ki, Cengizin gönderdi- ği üç elçiden biridir. sultan Mehmede bun- ların mânalarmı birer birer anlatmış ve Cengiz hanın ticaret muahedesi teklifinin zaman kazanmak icin döşünlmüş hile. den başka birşey olmadığını söylemişti, mamuışlı, Bu sebeple, Süha, hocasile kayınpederinin arasındaki “eski ha- diselerden malümattar değildi, Fakat işte hakikat: Şermin ona ihanet etmişti! Onu ele vermişti. Niçin? Şüphesiz ki kıskençliktan! ( Ya- but Süha bunu öyle sanıyordu.) Meşum bir tesadüf ona - Sühanın gizli tutmak istediği - bu izdivaci öğ- retmiş olacaktı. İşte böylelikle talih delikanlının âleyhine dönüvermişti, Yüzmüş, yüzmüş de kuyruğuna ge lip boğuluyordu. Şayet aradan bir hafta daha geçseydi, intisap ettiği ailenin verdiği salâhiyetleri kullana- cak, eline yüz binlerce lira nakid par Ta geçirecek ve bunları alıp metresi- le birlikte dünyanın tâ öteki ucuna kaçabilecekti, Mukadderat ona bu mühleli ver memişti, Ne yazık ki mâskesi düşmüş bulunuyordu. Lâkin profesörü Baha, ona her türlü tehlike karşısında soğukkanklı- ğını muhafaza etmek usullerini öğret- mişti, Son demine kadar kötü ta- lihile çarpışacak; galip gelmeğe uğ- raşacaktı. İçindeki heyecanı göstermemek ve zahiren soğukkanlı durmak için bü- tün gayretini ve zekâsını sarfedip dimdik duruyordu. Esâsen ümidi de kati surette kırılmış değildi. Her şeyi, her şeyi feda ederek kendini kurtara- caktı. Yalnız Şermini feda etmek is- temiyordu. Ferhadın gözlerine o anda dikkat- le baksaydı, bu nazarlarda her şey- den ?iyade kin ve intikam hislerinin hâkim olduğunu görecekti, Aradan bir müddet geçti. Ferhadla Server, salonun bir tara- fına çekilmiş, heyecanlı heyecanlı konşuyorlardı, o Anlaşılan, Serverin Söyledikleri genç adliyecinin hayreti- nİ mucip oluyordu. Görülüyordu ki, komiserin iddialarına karşı: — Olamaz!..: - Kabil değil... - gi- bi hareketler yapıyordu. Süha, bu vaziyetten İstifade etti, 'Hasımlarının meşguliyetini fırsat bi. dip metvesine yaklaştı. Genç kız, bir koltuğa oturmuş, bâ- şını avuçları içine almış, sessiz sessiz ağlıyordu. Delikanlı, yavaşça: — Şermin! - dedi, Kiz cevap vermedi. Erkek daha tatlı: —Sana hak veriyorum... Fena şeylere ihtimal verdin... Fakat zava- hir seni aldatıyor... Ah, eğer bilsen... (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: