13 Mayıs 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

13 Mayıs 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

vE Nuri beni görünce koluma, asıldı, söylen“ meğe başladı. — Beni hain, vefasız geni. Ne zaman» &anberi bir kere olsun bal... Yahu bu ne biçim arkadaşlık? Bu nasıl dostluk?... Hakiksten onu epey zamandanberi gör- Memiştim. Bir türlü işlerimden vakit bulup arkadaşımın evine uğrayamamıştım. Nuri; — Sana burada ras gelmem pek iyi oldu. İşte tam bizim sokağın başındayız. Yürü bizim eve gidiyoruz. Onun ne derecede inadcı olduğunu bildi- Bim için Fazla israr etmedim. Zalen otur- duğu apartıman da pek yakındı. Konuşa konuşa yürüdük. Merdivenlerden çıktık. Ar- kadaşım anahtarı ile kapısını açtı. İçeri girdik. Nuri: — Sen şu balkonda biraz otur da ben gü- gel bir çay hazırlıyayım... dedi, Balkoma çıktım. Lâkin oda birdenbire telâşla yanıma geldi, Gülerek: Benin öyle huyun yoktur amma, dedi, sakın şu Karşıki balkondaki genç kadına srıtayım filân deme... Yoksa bundan cina- yet çıkar. Baktım, karşıda yeni tarzda yapılmış bir binanın balkonunda hakikaten çok güzel, genç bir kadın... İki balkon biribrine pek ya- kın olduğu için genç kadının yüzünün bü- tün hatların iyice görüyorum. Arkadaşım- lâ bu güzel kadın karşıdan karşıya gülüm- #iyerek selimlaştılar. Nuri ile beraber tek- Tar içeriye girdiğimiz zaman sordum: — Güzel komşunla aran pek iyi gibi görü- nüyor... Ahbaplığı nasıl bu derec ileri gö- türdün?... Nuri gülümsedi: — Onunla ahbaplığı nasıl ierlettiğimi otu. Fup sana anlatsam kadın ruhunun De ka- dar karma karışık birşey olduğunu bir ke- re daha anlarsın... Hele dur evvelâ şu çay- Yarı bazırlıyayım Biraz sonra balk odada çayları ha- sırlamıştı. Karşılıklı geçtik. Uzaktan genç kadını görebiliyorduk. Nuri bana: — Nasıl? dedi, ark gerer sa in ne güzel pirltısı var mi2... REada ahbap olmak İçin her fedakârlığa katlanmak değmez mi?... Pevkalâde güzel bir kadın... Sen de öyle bulmuyor musun? — Evet, çok güzel — Bak onunla nasıl ahbap olduğumu sa- na anlatayım. Buraya laşındığınlın beşin- ci günü idi, Ancak yerleşebilmiştik. Yorgun Yuğumu almak için şu pencerenin yanında- ki iskemleye oturmuş bir sigara tellendiri- yordum. Birdenbire gözlerim karşıki balko- ma ilişti. Bu güzel kadını gördüm. Onu sey- Felmek bile bir zevkti. Yeni evimin pence- resinden bu kadar güzel bir manzara gö- ründüğünü tahmin etmemiştim. O günden sonra onu her zaman gürüyo- rum. Artık benim için en büyük zevklerden biride bu olmuştu. Evime gelir gelmez pencereme, balkona koşuyor, onu seyredi- yordum. İşin gülünç tarafını söyliyeyim mi? Bal- kona çıkmadan yahud penceremin kenarı- na yaklaşmadan evvel sanki güvey girectk- mişim gibi saçımın taranış tarzına kadar berşeyime, üstüme başıma dikkat ediyor- düm. Onun nazarı dikkatini celbetmek için Eramolonumda, hiç de sevmediğim halde, en hassas, en ince musiki parçaları olarak tanılan alafranga havaları çalıyordum. Bu suretle ne kadar ince zevkli, ne kadar has- #a3 bir adam olduğumu ona İsbata çalışıyor- dum, Halbuki doğrusunu İstersen ben bah- riye çiftetellisinden başka hiç bir mrusiki- den ne anlarım, ne hoşlanırım... Lâkin dün- Yara meşhur musikişinasların en güzel âi- ye tanılan eserlerini çaldığım balde onun dikkatini çekemiyordum. Genç kadının yüzü onun pek ince ruhlu bir mahltk olduğunu Âdeta uzaktan bağırı- yor gibi idi. Nihayet onun dikkatine çarp- Mak, alâkasını üzerime toplamak için ken- dime bir sanatkâr süsü vermeği kararlaştığı dım. Bir metre muşamba, bir alay fırça ala- ahbab olmuş rak güyn balkonda resim yapıyormuşum gi- bi davrandım. Bu sahte ressamlık da para etmedi. O, gene bana ehemmiyet vermiyor- du. Nihayet kendi balkonumdan bir takım si- neme artistlerinin taklidini yaparak sanki ona pek ziyade meftunmuşum «ibi hareket- ler yapmağa başladım. Meselâ işaret par- mağımı şakağıma dayıyarak, eski saman Aşıkları gibi santlerce gözlerimi ona di- kiyor, böylece kalıyordum. Fakat herşey nafile id. Ona uzaktan yaptığım iltifalı hareketlerin hiç biri pa- ra etmiyordu. Bir gün etrafımı daha dik- katli kontrol edince hayretler içinde kal- dım, Meğer güzel komşumun meftunu Yalnız ben değlimişim. Civardaki apartımanların üçünden, muhz telif yaşta Üç erkekten ona daha ne iltifat. | hişaretler yağıyordu. O bütün bunlara, ben de dahil olduğum halde, Katiyen aldırış et- miyor, hergün balkonunda rahat rahat gü- neş banyosu yapiyordu. Artık ben de onunla ahbap olmaktan ümidimi kesmiştim. Lâkin bir gün son bir defa ona hayranlığımı ifade etmek için uzaktan bir takım işaretler yapıyordum. Lâkin o birdenbire Tena hiddetlermiş gi- bi yerinden fırladı. İçeri girdi, Balkon kapı- larını hızla vurup kapattı, Ben fena halde bozulmuş ve öfkelenmiştim. Onun bu ha- reketi pek izzeti nefsime dokunmuştu. Birdenbire nasıl oldu bilmiyorum, Kendi- mi mi kaybettim nedir? Ben de ona karşı yözümü buruşturdum. Ve dilimi çıkardım. Bu suretle günlerdenberi onun bana çektir- diği şeylerin, bilhassa son yaptığı hakare- tin intikamını almış oluyordum. Lâkin bu yaptığım âdi, çocukça hareket- ten hemen bir saniye sonra pişman olmuş- tum. Artık güzel komşumla aramda herşey bitmişti. Ben de ona hakaret etmiştim. Lâkin hayret!.. Benim dilimi çıkarmam, Yüzümü buruşturmam üzerine o lik defa olarak bana gülmüştü. Evet, bana bakarak gülmüştü. Hafifçe bir kere daha dilimi çıkardım. O da küçücük, uzaktan bile sivriliği ve kırmızılığı belli olan dilini çıkararak mu- kâbele etmez mi? Bir kere e ben dilimi çıkardım. O da çıkardı. Ben bir daha, oda bir daha.. Hem de gülümsüyordu. İşte biz böylece biribirimize dil çıkararak anlaştık, sellmlaştır. Bu hergün devam etti. Hayretler içinde idim. Ona günlerce en kibar en nazik şekillerde hayranlığımı gös- termiştim de mukabelede bulunmamış, be- pimle alâkadar olmamıştı. Fakat dilimi çi- kanıp, yüzümü büruşturunca mesele değiş- miti. Kadın ruhu bu birader... Civarda kendisi- ne o derece iltifat saçanlar olduğu halde 0 kimseye ehemmiyet vermemişti. Kendi- sine dil çıkarıp, sürat buruşturan adam- Ma ahbap olmuştu. Zahir iltifattan bıkmış alacak... Hoş bazı kadınlar da ren iş'arı ahire değin aşağıda yâzlı saatlerde açık bulunacaktır: VEZNE SAATLERİ Saat 9 dan saat 14 e kadar Adi günler Saat 9 dan saat 11,30 a kadar cumar- Saat 9 dan sant 16 ya kadar Adi günler Saat 9 dan saat 12,30 a akdar Cumar- tesi günleri er OAKŞAM pAoYO odilüzyon Postaları Öğleleri 1914 metre ve akşamları 31.7 metre kısa dalga pestalarile her gün yapıl- makta olan ecnebi dillerde haberler neşri- yatı programı: Birincl servis (o İkinel servis İranca Sant 1200 Saat 1120 Arapça » 1215 » MAŞ Elence » 1345 » 1845 Fransızca, » Me » de » M5 » 25 Bulgarca » M3 » 1 Pazartesi 12/5/949 1230: Program ve memleket saat ayarı, 1235: Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250: Müzik: Mühtelif şarkılar O(PJ), 1840 - 14: Müzik: Karışık program (PL). 18; Program ve memleket saat ayarı, 18,05: Müzik: Operet Potpuri ve Kuple'leri (PL), 1840: Müzik: Radyo Caz Orkestrası (Şef: İbrahim Özgür), 19,10: Müzik; Saz eserleri ve türküler. Radyo Saz Heyeti ve bütün okuyucular, 19,45: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20: Müzik. Çalanlar! Kemal N. Seyhun, Re- şad Erer, Fuhri Kopuz, İzzeddin Ökte, 1 — Okuyan: Sadi Hoşses, 1 — Neva peşreri, 3— Rauf Yekta - Neva beste: «Ey bülbül, 3 — Suphi Ziya - Uşşak şarkı: (Dökülmüş zanbak gibi), 4 —s. Kaynak - Tahir tür- kü: (Çıkar yilcelerden haber sorarını) $ — Türkü: (Yeşilde kurbağalar), 2 — Oku- yan: Nebile Ralf, 1 — Artaki - Eviç şar- kı: (Aşkınla harab olduğumu söyliyebil- sew), 2 — Artaki - Ferahnâk şarkı: (Ru- humda bahar açtı), 3 — Nikoğos - Ferah- nâk şarkı: (Bir tıflı yosma edasın?, 20,39: Konuşma (Umumi Terbiye ve Beden Terbi- yesi), 2045: Müzik. Çalanlar; Fahire Fer- San, Cevdet Kozan, Refik Persan. | — Oku- yan: Radife Erten. 1 — Medeni Aziz Ef, - Hicazkâr şarkı: (Vazgeçip nazı tdadan), 2 — Osman Nihad - Hicarkâr şarkı: (Elle- re uzaktan bak), 3 — Tahir ağa - Hicaz- kâr şarkı: (Gönlümü bir tıflı dilbaz), 4 — Zekâi Dede - Hica?kâr yürük semai: (Bül- bül gibi pür oldu), 2 — Okuyan: Mahmud Karındaş. 1 — Hicaz türkü: (Yürü dilber yürü saçın sürünsün), 2 — Hicaz türkü: (Baharın Zamanı geldi), 3 — Hicaz türkü: “Karanfil olacaksın), 21,10: Konuşma (Fen ve tabiat bilgileri), 2130: Müzik: Konser takdimi - Halil Bedii Yönetken; ve Radyo Orkestran iğef: Dr. E. Prsetorlus), 2230: Memleket saat ayarı, ajans haberle» ri; ziraat, esham - tahvllât, kambiyo - nu- kud borsası (fat), 2250: Müzik: Cazband <PL), 2325 - 2330: Yarınki program ve kapanış. BU GECEKİ Nöbetçi eczaneler Eminönü mıntakasında: Merkezde (Salih Necati), Kumkapıda (Cemil), Küçükpazarda (Yorgi), Alemdarda (Ali Rıza), Fatih mıntakasında: Şehremi- Binde (Hamdi), ükte (Puad), Karagümrük! 3, van), (Kemal Rebul), Şişlide (Halk), Galatara (İsmet), Ka- sımpaşada (Müecvyed), Hasköyde( Ha- betoğlu), Kadıköyde (Nejad), (Na- mik), Üsküdarda (Puad Hasip), Sarı- yerde (Osman), Beşiktaşta dada (Tanaş) eczaneleri. (Ortaköy, Arnavudköy, Bebek tcza- meleri her gece nöbetçidirler.) Tefrika No, 61 TÜRKÂN HÂTUN Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Vezir Nâzır İşoyu Valide Sultan aleyhine iyice tahrik etmişti, İşo birdenbire hidettlendi ve: ... — İmadın başını da kurtarabiliris, sulta- nım! Bugünlerde (Otrar)da mühirı hâdi- #eler cereyan ediyor. O civara yaklaşan Mo- Eolların hakkından ancak İmad gelebilir. Bultan Mehmedin, İmad hakkında daha şiddetli davranmamasını temin için, ken- disine: «İmadı Otrara gönderelim.» deme- niz kâfidir sanınm. Hem nalma, hem muhma hareket eden vezir Nâsır, nihayet valide sultanı kandır- mağa muvaffak olmuştu. Fakat, aralarında kararlaştırdıkları bu sultan Mehmede kim açacaktı? Vezir Nâsır, Türkün sultana: Oğlunuzun, bu gibi işlerde sizden baş- ka hiç kimseye itimadı yoktur!. Diyordu. Valide sultan, söz arasında, bu işi oğluna açmağa karar verdi, ... (İşo) nun doğurduğu çocuk kime benziyor? Otrar eyaleti etrafında dolaşan Moğol- Jarı püskürtmek için, oraya İmadın gön- derilmesini isteyen Türkân sultan, oğlunu bu mesele üzerinde mütemadiyen tazyik edip duruyordu. Valide sultan, ayni zamanda, oğluna: — Işonun karnındaki çocuğun babası sen değilsin! Demek fırsatını da bulmuştu. Fakat, sul- tan Mehmed — nedense — bu hâdiseyi büyük ve bekleniimiyen bir soğukkanlılıkla karşılamış, anasına: — Çoruk doğuncaya kadar bekliyeceğim, Çocuk kime benzerse, babası odur. Cevabını vermişti. Aradan çok geçmedi. Dokuz ay 9 sonra, bir sabah güneş doğarken, 139 dün- yaya bir erkek çocuk getirdi. heyecan içinde, çocuğunun kime ben- anlamak istiyordu. Başında du- ran cariyeler ve ebeler; — Sullanımıza müjdeler olsun... Şehza- desi tapkı kendisine benziyor. Dediler. Sultan Mehmede haber verildi, Fakat, hükümdar çocuğu kendi gözlle gör- mek istiyordu. Biraz sonra, İşo'nun doğurduğu çocuk sultan Mehmede götürüldü. Türkân hatun da o sırada oğlunun yanında bulunuyor- du. Hükümdar çocuğa dikkatle baktı ve annesine sordu; > Kime benziyor, anne, bu çocuk? Valide sultan çocuğu sevdi: — Çenesinin çukurluğu, gözleri, burnu tamamlle sana benziyor, oğlum! Fakat, gökten bütün melekler yere inseler ve bu çocuğun babası sen olduğuna sehadet et- #eler, halkın kafasında yerleşen şüpheyi ilmeğe muvaffak olamazlar, Zira herkes, İmad'ı çocuğun bu — Peki amma, bana benziyen bir çocu- fu, halk dedikodu yapıyor diye inkâr mı edeyim? İşte, eser meydanda.. İmad'ın; «Ben, İşo'nun eline elimi bile #ürmedim!» demesine inaniyorum artık, Çünkü o, ba- na bakiksti söyledi. İşo'yu sevdiğini sak- İamadı. Eğer daha ileri gitmiş olsaydı, bunu da itiraf ederdi. (Cehennem kule- si) ne on kere haber gönderdim, yeni (ti- raf edeceği bir şey var mı diye sordür- dum. İmad hep ayni şeyleri söylüyor. Ya- lan söylemediğini iddia ediyor. İmad'in doğru söylediğine ben de inanıyorum. İhtiyar ebenin kucağında ağlamağa baş- hyan çocuğun sesi gittikçe yükseliyordu. Sultan Mehmed; — Ben kendi kanımdan gelen çocuğu ta- tarım, anne! Ben onu İnkâr edemem. Deği, çocuğu hareme götürdüler ve sul- tan Mehmed © neşe ile İmad'ı affetti. — Pakat, bir şartla, dedi. Cehennem ku- lesinden çıkar çıkmaz, şehre uğramadan Otrar'a gidecek... Bana sadakatini, oradaki Moğol casuslarını yakal k ve onlarla döğüşmekle gösterecek. Sultan Mehmedin Semerkardda hazırlattı Bı bir fırka asker hemen yola cıkmışla Imad bu askerle birlikte Otrar'a gitti. Bir memlekette iki hükümdar.. Türkân hatun, İmad'ın tahliye ve affe- iliğinden çok memnundu, İmad gibi merd ve fedakâr bir adam ona her saman lâzım gincaktı. Fakat o, İşoyu da çocuğile bera- ber İmad'a yermek fikrinde id. Hatlâ İmad kaleden çıkarılırken, Türkân hatu nun âdamlarından biri, dellkanlınm ya nına sokulârak; — Bir çocuğun dünyaya geldi. İşo hü- kümdar zevcesi oldu. Fakat, yakında valide #ütan onu oğlundan ayınp sana vere- cek. Sen, hükümdara sadaksile hizmet etmekte devam eti Demişti. İmad sevinçle zinc rak Otrar yolunu tutmuştu, Valide sul- tan, Işo'nun Semerkand sarayında hü- kümdar zevceleri srasına geçişinden mera- nun değildi. İşo çok zeki bir kadındı, Onun hareme girdiği gündenberi suray kadınları telâş ve korku çinde yaşıyordu. İşo'dan herkes çekiniyor, onun şimşek gibi keskin ve mânalı bakışlarından bütün cariyeler korkuyordu. İşo, yavaş yavaş her şeye bur- nunu sokmağa başlamıştı. Sultan Mehmed, İşo'yu o kadar şimartmıştı ki... Bir gün, İşo: «Bu memlekette kaç hükümdar var?» sözile, Türkân hatunun da ikinci bir hü- kümdar salâhiyeti ile yaşadığını ima et- mekten kendisini alamamış ve bu söz der- bal valide sultanın kulağına gitmişti. Bu haberi getirdikleri zaman, vezir Nâ- sır, valide sultanla konuşuyordu. Türkân sultanın birdenbire müş: — Şımarık Bağdad yosması, nihayet ba- na kadar dil uzatmak cesaretini gösterdi. Diyerek, hiddetinden 3te3 püskürmeğe a. Vezir Nüsir: > Boş yere hiddetlenmeyin, sultanım! dedi. Kulunuz önün dilin! kolayca kopar. masını bilirim, — BHâyır. Onun dilini ben de koparabi- Hirim. Fakat, ben ömun saraydan uzaklaş masını İstiyorum. İmad'dan ne haberirr var? Otrar'dan muzaffer olarak dönebile- cek mi? — Çok iyi haberler geliyor, sultanım! İmad, Otrar civarında bir hayli Moğol cas susu yakalamiş., ve Moğollar Otrar'dan fi- rar etmişler, — Çok Iyi. Bende İmad'dan bunu umu- yordum. Yakında “dönerse, İşo'yu ona yer» çareler ariyalım. Bu kadın, oğlu- mun bütün zevcelerini gücendiriyor... * Vezir Nâsır, Barem dalresine serbesçe girip çıkardı. Bir gün, sultan Mehmed (Şâhüzinde) nin “türbesini siyarete git- mişti. Nâsir, bu fırsatı kaçırmadı, derhal hareme geçerek, İşo'yu ziyaret etti! — İmad'dan bir mektup aldım, yakında muzaffer olarak dünecekmiş.. Size de se. Jâmı var! dedi, İşo'nun camı #tkildı: — Benim İmad'la bir alâkam yoktur, Ben, sultan Mehmedin zevcesiyim. Bir da- ha bana ondan bahsetme! Nâsir gülümsedi; — Sultan Mehmedin nikâhlı zevcesi ole dunuz amma, hâlâ bir cariye gibi yaşıyor- sunuz! Valide sultan, sizden çok daha nü- fuzludur. O, her istediğini yapıyor ve yap- arıyor. Sir İse, (Şâhizinde) nin türbesini bir kere bile ziyarete gidemediniz! Vezir Nâsır, İşo'yu valide sultan aleyhi- ne iyice tahrik etmişli, İşo — ne de olsa genç bir kadındı. Saray entrikalarında tecrübesi yaktu — birdenbire hiddetlendi: Arkası var) dandan çıka- kam dön- Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No. 154 Nakleden * (VA - #âğ — Neymiş? — Sizi kurtarmak... Evlâdimmiş- miz gibi... — Görüyorum ki, evrakı Baha bey- den almışsınız... Zavallı, intikamını Mlmakla beraber, beni yâni arkadaşı- Bı ve şerikini de düşünmüş... O, beni bir dlet gibi kullandı... Tehlikenin Ortasına attı... Fakat ayn! zamanda da kurtulmamı istedi... Arkamdan — Cidden siz! kurtarmak istiyo- Tum, oğlum... Size acıyorum... Zen- &in bir adamım;.. Servetimin kuy- Yetile size yardım edebilirim... — Mersi, beyefendi. — Teklifimi kabul ediyor musunuz? — Kurtulmak... Para... Yardım... sen de... Bunların ne lüzumu — Paranın ve kurtulmanın lüzu- Mu olmaz mı?... İstanbuldan ilk ha- Teket edecek bir vapura yahut trene biner, hudud harici kaçarsınız... Ben kanım... oVasrlalarım çoktur... Size her türlü musveneti gösterebi- Virim, ör de spin £ — Para hususunda hiç bir sılan- tum yok... Benimde pek muteber, muhterem olân pederim yok mu?... Ondan icap eden muaveneti görebili- rim... Ben esasen kendimde zengi- — Amma sizin şahsi servetiniz gayri meşru yollardan ele geçmiş... — Vah zavallı... Hayatınız müthiş bir kâbus... Demek ki... — Birçok diğer insanlarınki gibi... Hayat memat mücadelesi... Muhare- beye benziyor... Yenmek lâzım... Yendik... Hayatım pek şaşaslıydı... Ve işte pederi zişanım gibi muhte- rem bir zalında kına talip ok dum... Piç, metrük bir çocuk oldu- gum halde onu bana verdiler... Ha- yatta muvaffak oluyordum... Eer işşm yolunda gidiyordu.. Önüme birdenbire bir talihsizlik çıktı... Beni bir takım cinayetlerle itham ediyor- lar.:. Beni tevkif etmek istiyorlar... Polis, mahkeme, sehpa beni bekli- yor... Görüyorsunuz ya... Ansızın, müstehzi tavrını terketti, 30 Sd — Hakiki mücrim ben miyim? - di- ye sordu, - Hayır... Ben ki, dünyaya gelmesini arzu etmemiştim... Gözlerinde bir damla yaş parladı. — Dümensiz ve yelkensiz bir tekne gibi, hayat denizinin dalgaları orta- sına atıldım, Nedefirtınalı bir ha- yaydı... Bu mukayeseyi yapıyorum. Zira kaptansınız. Takdir buyurun. Bu şerait altında ne olabilirdim? Te- sedüflerin cereyanları beni alıp sü- rükledi, İçini çekti; — Hâlâ hayalimde şekli menkuş kalan bir ihtiyar kadın, beni beş ya- şıma kadar büyüttü. O yaştan sonra, kendimi bir hocanın terbiyesinde bul- dum... Bu hoca... Onu tanımazsınız... ©, bildiğim insanların en sinsisi, en meş'umudur. Kaptan sözü keserek: — Baha bey mi? - diye sordu, — Evet, — Devam edin. Süha, gittikçe artan bir heyecanla konuşuyordu: — Baha, bir yılandır... Yılanın da zehiridir... Bu mahlüku, hayatta te- peleyen biri zuhur etmiş... Kim oldu. ğunu şayed bilseydim Baharın pro- jelerine hizmet etmezdim, Meğer har yatının birtek gayesi varmış: Yılan başını, ezildiği yerden kaldırıp has- mını ısırmak... Ve belki de sonra öl mek... Hakkı da vardı ya: Bu adam zengindi... Mukadderat, onun eline büyük bir servet tevdi etmiş... Para- bir eksiği olmuyanlar için iyilik yap- mak kolaydır... Halbuki babam, bü- tün hayatında bir tek iyilik yapma- muş... Bilâkis fenalıklar işlemiş... Baş- tan çıkardığı, felâkete sürük dediği kadma yardım etmek, dünyaya gel mesine sebebiyet verdiği çocuğun mu- kadderatile alâkadar olmak hevesini bile göstermemiş... Komşunun hizmet- çisini baştan çıkardıktan sonra üstüne bir belâ sıçramasın diye ustasının | dükkânindan kaçıp başka tarafta kapılanan bakkal çırakları gibi hare- ket etmiş... Bu insanların belki bir de mazereti vardır, Zira fakirdirler. Do- bunlar tahsil ve terbiyeden mahrum- durlar... Keridileri de biçarelerdir... Halbuki Kolonbey zade Kudret beye- fendi böyle mi ya?... Fevkalâde zen- gin, tahsilli, terbiyeli!... İçtimai mev- ki sahibi... Bir kaç bin lirayı gözden çıkarsaydı da metresile evlâdının ha- yatını yoluna koysaydı ne kaybeder. di?... Üç senelik emsalsiz bir sadakaf- tan sonra annemi koyup” atmak Sebebi!... Evlenecekmiş beyefendi... Annemin mektubunu siz de okursa- niz yüreğiniz parça parça olacaktır... İçini çekti, — Baha, intikam alıyor... Pek iyi ediyor... Annemin de intikamını alı yor demektir... Bu nefret ettiğim ba- bayı daha alçaltmak için, şayed kabil olsaydı daha fazla cinayetler işler- dim... Sonuncu cinayetimi bilmiyor 0... Size anlatayım, bakın... — Son cinayetiniz mi? — Evet. — Nerede? — İstanbulda... Dinleyin, bakın... Ben hırsızım... Caniyim... Tasavvu- runuzdan daha berbad bir heritim ben... Ah, şurada olup beni dinleme. sini öyle isterdim ki... Belkisçik... Za- valli Belkisçik... O, annesine çek- miş... Ben, zengin bir âilenin kızı ol- duğu için, sevmememe rağmen ona kur yapıyordum... Gönlüm başkasın- daydı... Benim gibi terkedilmiş bir kızı seviyordum... Hem de ne büyük bir aşkla seviyordum onu... Bu bah- settiğim kızı tanırsınız... Kaptan: — Heyat... Evet... - dedi, — Bu kz, sevilmeğe lâyıktır. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: