4 Mayıs 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9

4 Mayıs 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife —» Japon ordusu —— Arılardan istifade etmek çaresini arıyor. Arılar, posta güvercinlerinin ye- rinde kullanılacakmı: —— — Soldaki kadının BŞ boğas — felecinden tutulan dili, bir arı sokmakla tek- rar açılmıştır. Sağ- da, vücudü üze- © rinde binlerce arı « dolaşan bir arı yetiştirlei. Yamagata hastanesinin baş- hekimi meşhur Japon doktoru Mihon Matsu, arıların Japon ordusunda posta güvercinleri yerinde kullanılması için tecrüs beler yapıyormuş! Yeryüzünün en meşhur arı yetiştiricilerinden — birisi — olan İngiliz Foster, hususi surette yetiştirdiği zekâ itibarile öteki arılardan daha yüksek bir arı cinsinin ilk örneklerini Japon- yayâ göndermiştir. Askerlikte kullanılacak arılar Japonyada üretilecek olan bu cins arılardan olacaktır. Japon doktorunun fikri, anı- lari umumi karargâhların, harp sahaları arasında haber götü" zen güvercinler. xerine kullan. maktır. Yirminci asrın çeşit çeşit mu- habere vasıtaları meydanda du- rurken askerlikte güvercin kuk lanılır mı diye gülmemelidir. Bütün ordular güvercinleri he- Büz faal kadrolarından çıkara- mamıştır. Her manevra, henüz ordularda güvercinlerin kullanıl- masını icap ettirecek vak'alar, yerler, ve hâdiseler - olabilece- ğini meydana çıkarmaktadır. Doktor Matsu evvelâ arının ne suretle mektup götüreceğini araştırmıştır. ÂArının götüreceği mektup pirinçten yapılmış bir kâğıd üzerine yazılıyor. Bu kâ- ğıd çok ince ve çok hafiftir. Tabü mektuplarda kullamlan yazı son derece kısaltılmış bir şekilde, şifreli olarak ve göze görünmiyen bir mürekkeple ya- nliyer. Yalnığ terkibi gizli tutulan bir mahlâle batırılınca meyda- na gçıkıyor. Yapılan tecrübelere göre, bür sigara kâğıdı büyük- lüğünde olan kâğıd üzerine Japonların bu hususta - kullar nacaklaşı şifre ile 132 kelime yazılabilmektedir ki, bir ku- a ndatın vereceği emirler için bu kıdar kelime de kâfidir. Bu gektup, her türlü hava tesirlerine mukavim ince mad- deden yapılmış bir zarf içeri- sine kenuyor ve arının kanad- larının harekâtını işkâl etmiye- cek surette vücudüne sarılıyor. Zarf, mektup ve bağların ağır lığı 3 gramı geçmiyor ki, bu vezin, arının uçuşu esnasında his bile edemiyeceği bir ağır- hletır. Japonyada yapılan tecrübeler arının posta — güvercinlerinden daha emin bir surette istika- met temin edebildiklerini ispat etmiştir. Arılar güvercinlerden daha çok çalışkandırlar. Daha vok uçcarlaı, daha geç yorulür: ETAT moy lar. Uçuşları çok - hizlidir. Bir arının saatte 30 mil süratle uça bildiği tesbit edilmiştir. An, iyi muamele edildiği takdirde, çok çabuk insana alı- şan bir hayvandır.. Daha çok zaman evel Amerikada yapılan tecrübeler ârıların insanı sebeb- Çıplak vücutleri lerce arı dolaştıran arı yetişti. riciler pek çoktur. Arılar hak- kında yapılan müşahedeler arı- ların şahsiyeti ve seciyesi oldu- Şi tiğini, yalnız kaldıkları vakit halinden şikâyet eder gibi inik tiye benziyen bir vızıltı ile vız- ladıklarını iddia ediyor. Tei AY b met etmedikleri ve daha bir- çok hususlarda faydalı olduk- ları muhakkaktır. Ziraat saha- sında —arılardan — Amerikada birçok sıretlerde istifade edil- mektedir. Arı kovanları civa- rında bulunan mi ağaçlarr ma daha çok mahsul verdiği Amerika ziraat enstitülerinin raporlarında yazılıdır. Bu yazıyı aldığımız mecmua, yazısını şu garip vak'a ile bi- *“Bundan yirmi sene evel Bel- çikalı Madam Alis Kolenin bir boğaz felci neticesinde dili tutuldu. Kadıncağız, yirmi sene ne bir kelime söyliyebildi, ne ne de bir ses çıkarabildi. Bir gün evinin kapıs: önünde eşiğe oturmuş hava alıyordu. Uçan bir arı kadını soktu.. Madam Kolen gayri ihtiyari Bu haykırış onun haykırdı. ; yirmi sene- * denberi çıkardığı yegâne sesti. : Sonra ayağa kalktı ve kolay- hkla “Allaha çok şükür, cüm- lesini telâifuz edebildi. tamamile iyileşmiş, konuşuyor. Söz söylemek kudreti, bu ka- dına kızgin bir arının sokması sayesinde g:ldi! Arnavudluk krallii nun yardımı ile Kraliçe için bir lu'lı'nî K yapacak Tiran, 3 (İ_îıdyo) — Kral, yapmağa karar vermiştir. Bu kilise, saraya yakın bir yerde inşa edilecektir. Polonyadaki Rus ekalliyetleri Varşova, 3 (AA.) — Başve- kil Polonyadaki Rus ekalliyet- lerinin bir heyetii miştir. Heyet Başvekile Rusla- rın metalibine dair bir muhtıra vermiştir. Şimdi | ANADULU SK Denizler üstünde geçen yeni bir filim. Doroti Lamur bu son eserinde de Bugünkü artist- , lerin en güzel ve en füsunkârı olan Doroti Lamur son defa olarak Jon Hol ile yeni bir deniz filimi çevir- miştir. Muvaffak- Ş yet çok büyük ol muştur. Filimin adı *Harri Cane, dir. Mevzuun güzelli- ğinden başka, tek- niğin zorlukları da çok olan bu filimin mevzuu şudür: Tataogi, doğder di henüz doğan Tita ismindeki çocuğun- dan uzak — bulun duğu devirde idi. Sebepsiz — yere hücumuna uğradığı bir adamı öldür- düğü -için, Tahiti adasında hapsedil- mişti. Fakat — Tarangi gibi hayatın, kuv- vetin ve cesaretin timsali bir adam hiç hapiste kalma- ğa tahammül eder mi?. Bu sebeple, çol geçmeden, hapis- haneden — sıvı; nın çaresini — bulu- yor. Amma,neçare yakayı ele — ver- mekte gecikmiyor. Bu şekilde kaçıp yakalanmaları biribirini takip ediyor. Ve, her seferinde de, hapis cezası ar Hiyor. O, bir iki sene zarfında, kendini bütün ada halkına sev- diriyor. Memleketinden ayrılalı altı sene olmuştu. Karısı Marama, onu sabır ve tahammülle bek: liyordu. Babası Fakahan da, damadı- nın geri döneceğini ümüt edi- yordu. Bir gün gene, hapishaneden kaçtığı haberi ortaya yayılıyor. Fakat Tahiti adasının valisi, onu tekrar yâ- kalayıp kalebent cezasile Kai- yen” hapishanesine attırmağa azmediyor. Bu işe de, Laaj isimde birini tayin ediyor. Saaj, Taranginin : Taranginin Motu Tongaya kaç- ; i i  $ $ i tığımı ve orada karisile, — çocu- güyle, kayınpederile birleştiğini bilmiyor. Motudan da daha emin bir yere kaçmaları için, kayınpede: rinin karde; çocuğu Mako- büyük bir yek ığa lüzumlu olan erzaki iyor. Fakat, Laaj, Taranginin bu- lunduğu yeri öğreniyor ve te- şebbüslerine mani olmak için faaliyete girişiyor. Motu Tonga adasının bütün yerlilerini sefer» ber ederek sahilleri çepeçevre aratıyor. Lâkin — tekmil araştırmalar hiçbir netice vermiyor. Bunun üzerine, “Katopua, inde bir velkenliyle, Tarang'yi ada- dan adaya takib etmeğe - giri- şiyor. Takibin başladığı sırklarda, çok muvaffak oldu. Filimden bir görünüş ora denizlerinde büyük - fırtına- lar oluyor. Tarangi yarı yoldan geri dönmek — mecburiyetinde kalıyor. Fakat, Laajın kendisini takib ettiğini öğrenince tekrar denize açılıyor. Aradan on beş gün geçiyor. Katopuaâ Montu adasına dönü- yor. Laay, valinin Terangi hak- kında malümat istemesi üzeri- ne, ona şunları söylüyor: — Tarangiyi günlerce deniz üzerinde takip ettim. Onun, bir hayal gibi, azgın dalgalarla uğraştığını hayretle seyrettim. Kendisi, kaârısı ve çocuğu ölü- mo karşı kabramanca mücâdele ediyorlardı. Hayat ve istikbal: leri için cesurane didinen bu çiftin hali beni rikkate getirdi. Tarangiyi tevkif etmekten vaz- geçtim. Bunun için beni ceza:- Tandırabilirsiniz. Onlar şimdi çok uzak ve kimsesiz bir ada- da yaşıyorlar.., Taranginin bu son macerası, bütün adalıların ona karşı de- rin bir. sempati duymaların: sebep oluyor. Nihayet halkın ricasile, vali Tarangiyi affedi- yor ve onu buldurtarak, duğu memlekette yaşamasına müsaade ediyor. Viyanada Avusturya nasyona. listlerinin tevkifine devam olunuyor Viyana, 3 (Radyo) — Avus- turya nasyonalistleri tevkif edik mekte ve Yahudiler de hudud haricine çıkarılmaktadır. Dün tevkif olunan Yahudiler arasında Amerika tebaalı olan- lar da bulunduğu için, Ameri- kanın bura konsolosu protes- toda bulunmuştur. doğ | Motörün up- uzun ambarı- na, fasulyenin içine sıralanan fasulye taneleri gibi —inekler, öküzler sıralanmıştı. Motörün baş gemicisi ve kaptamı pembe gü- ler, pembe görür bir adamdı. Büyük (Alpüften) tütün şirketi- nin eksperi Bay Haşmet Oğuz: man Daçya tarafındaki — tütün mahsulünü teftiş için motörle palamut büküne geçecekti. Halis altın kaç ayarsa Bay Haşmet de o ayarda eksperdi. Kelli felli, çalımlı, |kurumlu idi, Her oturup kurulduğu sandalya bir abide kaidesi kesiliverirdi. mı idi; oranın muteberanı “Hoş gel- giderler. Kâtipler, dak- tilolar çantalarını hammallara bırakmazlar, — kendileri — taşır, kasadarlar muhasipler eksperin yatacağı yeri hazırlarlar, ticaret- hane sahipleri de lokantalarda tertibat alıp kuzu çevirtirlerdi. B. Haşmet Oğuzman oturunca hepsi elpençe divan dururlar, ortada uzun bir süküt parçası uzanır, müfettiş bey de davudi bu süküt parçasının or- tasına deve yumurtası gibi bir inci yamurtlar. Tepeden tırnağa kadar göz kulak kesilmiş din- leyiciler, birdenbire gayri mer'i bir yaş harekete gelmişler gibi, sözün gidişine göre “Evet efendim, ne isabeti, —yahud “Ammada alçak herilmiş, tü- tüne hiç böyle dalavera katı. hr mı? Amma namussuzluk, in- san bayağı insan olduğuna uta- nıyor., derler ve Bay Haşme- tin her sözüne lâzimgelen tas- dik veya takbih edici cevabi gürültüleri tedtrikte kusur eb mezlerdi. Dede kaptan tam denizci idi. Yani kendi birşey, unvamı baş- ka birşey değildi. Dibine son: dayla varılabilecek denizi de- nizden saymazdı. İki yüz kulaç suyu, kara telâkki ederdi. Ya- rım asır böyle tabanı olmıyan $ denizlerde gezmişti. Mısıra ki- 3 ireç, Cozayire arpa götürmüş, ? Londraya, Marsilyaya Kızılde- ; nize Basraya varmış gelmişti. $ Bir gün Aden kıyılarında bü- İ yük bir fırtınada iki direkli | Tirhandilini keybetmişti. Ken- disinin ©o vak'âyı anlattığını ateşte asıtılmış bir kundakla ! sargılanmıştı. — Bütün gemiciler ; durup duürürken — biribirlerine ? Sikelenip çatışıyorlardı. " Hepl- mizin sinirleri üzerimizdeydi. Ufukta bir karayer belirdi. Bu ı karartı göklere doğru tırmandı. Kanadı doğudan batıya ulaşan koca bir karakuş üzerimize abandı. Göz gözü göremez oldu. Bir çılgın yeldir esti. Geminin kerestesi, — direkleri herhalde vaktile ormanda birer — dallı badaklı ağaç oldüklarım hatır ladılar ki haykırışıp katıla katıla İki günlük hikâye Dede Kaptan ağlamağa ko- yuldular. İpler yılanlar gibimr lık çalıyorlardı. Dünya döndü döndü. Kıyı yar nındaydım. Ben kendimi bir kayanın üzerinde buldum. De- nize baktım; gemi yok. Deni- zin başı o kadar dönmüştü ki bizim koca gemiyi bile unut- muştu. Dede kaptan kaptan kayığını kaybdince elinde kalan azbuçuk para ile bir bakkal dükkânı açmış. “A canım onmazsak ta donmayız a, demiş. Fakat dar ve boğucu kazanç havası ona ağır gelmiş, yedi kuruşluk zey- tini sekiz kuruşa satmakta bir mana görmemiş. Bir taraftan eş dost ta veresiye almışlar. Her ne kadar dükkânın duva- rına * elkâsibü Habibullah , levhasının — yanıbaşına — “malı veresiye veren, kuşu salıverir gelesiyel, Diye bir tabelâ ar- mışsa da boynu bükük ve ta salı gelen züğürt dosta iki okke pirinç bir okka fasulye vermek- ten kendini alıkoyamamış. Hep *“alışveriş miskal ile dostluk kantarla, deyip dururken alış- verişide, — dostluğu da — geniş yüreğinin nâmütenahi — ölçüsile *ver Aliye yaz duvaral, der- ken topu atmış, yapayalın olarak evelce kaptanı ve sahibi olduğu kayıklardan dâha küçüklerine, altımış yaşından #sonra gemici kaydedilmiş. Eksperti Daçyaya götürecek motörde tayfa eksikliği olduğu için Dede kaptanı da — tayfa diye almışlardı. Motör açıldı, denizde çıt yoktu sanki.. Ölen bir dünya koyu ve kızgın buğu- lardan ibaret bir mezara yatı- rılmıştı. Güneş hamam halveti- nin kubbesindeki toparlak me- me gibi pençereden dumanları emmeğe uğraşıyordu. Gök gü- rültüsünün koca sesi, misafirleri tehdit ede ede uzaktan uzağa homurdanıyordu. Denizin yüzü ve kabarıp inen soluganlar sı- cak bir kurşun levha gibi renk- siz ve somurtkandı. Batan gü- neşte bir ebedi batış hali vardı. Sanki güneş hiç bir daha doğ- mıyacakmış gibi, ağır bir ka» ranlık çöktü. Zifiri - karanlıktı. -Apânsızın ı'o:ıöru:’ı yanıbaşlarında —uzun gi » şimşekler gibi geli geçtiler. Sanki ıütllıi:ıbir'f:tiIIZ ayı görerek saçları dimdik ol- muş, gözleri patlamış cinler, haykırışarak kaçışıyorlardı. Elin: de dümen, ayakta duran motör kaptanının saçlarını yolacak gibi çarpan sağnak, kasırganın ilk soluğu idi. Akdenizi uysal der- ler, rahvan at tekmesinin ne pek olduğunu bilmezler. Ufuk bir baştan bir başa kadar ça- kıyordu. Uzaklarda milyarlarca tambur, milyarlarca boaru Ege- nin en korkunç kasırgası o'an Provezzayı, yani fırtınaların im- — Lütfen çeviriniz —

Bu sayıdan diğer sayfalar: