25 Şubat 1944 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

25 Şubat 1944 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B" günkü korkunç harp ve ihtilâl kıya- âk sisteminin tesiri altında medenileşti; ta- biat kuvvetlerine karşı istiklâl ve zafer kazandı. Yıkılan medeniyet ve irfanları yenileri takip eder. Her medeniyet bir irfan man- zumesini cami ve her irfan bir ahlâk sis- temine müstenit bulunduğuna göre, yeni doğacak her dünya görüşünün, besiline bir ahlâk sistemi yontmakla mükellef ol- ğu bir bedahettir. Dalma olduğu gibi, rınki nizamın ahlâkile dünün ahlâkı ara- sında, mutlaka müşterek noktalar bulu- nacaktır. Bu zamana kadar, dünya yüzü, birbirini istihlâf eden bir sürü fikir sis- temi gördüğü halde, bu sistemlerin hayr ve şer telâkkisi arasında büyük farklara şâhit olmamıştır. Zira bütün bu ölçülerin dayanağı, insanda selim akıl ve his oldu- ğuna göre, İnsan oğlu hiç bir zaman v. kânda, bu kıdar keskin bedahet kıstas- larını tersine çevirecek kadar muhakeme- sini kaybetmemiştir. a bakımdan, insanlığın şana bütün eyyide kıymetlerini zaman zaman kay- baklin olsa bile, ebedi bir damar halind e yaşayacak ve devir devir fatihini bekle- yecek olan ahlâk cevheri üzerinde, onu saran müsbet ve menfi im etrafında, küçük bir hülâsaya varmalıy: Birçok mütefekkir, müsbet “İlimler mes deniyetinin bugünkü yüksek terâkkisile, insanların kadim ahlâk telâkkisi arasında bir nisbetsizlik, bir ahenksizlik bulundu- unu iddia ediyor. Bu görüş ne dereceye ar leyl kan mevzuun bu " lalu incele ç İlim ve asli. Hüğiiktilini ahlâkt ve yüktür, Dört yanıma bakıyorum: “seri gibi kendine yontmak istiyor | uu vaziyeti, içinde yaşamak ıztıra- “nnda bulunduğumuz harp hali mi doğuruyor ? Yoksa içtimai düyguyu azaltan bâşka âmillermi var ? Ben, ikinciye daha çok inanıyorum; ve cınıyorum ki, elbirliğile yürümek, elbirliğile belli bir gayeye varmak, nihayet bağlı olduğumuz milleti kuvvetlendirip yaşatmak için elbir- gr Prof. Hüsnü HÂMİT ARA DAİR siyasi nizam arasında başlayan tezat, da- ha 18inci asırda vicdanları bulandırmaya başlamıştı. O zamanlar göze çarpan tezat uçurumu, henüz bu kadarda geniş ve derin değildi. Bugün vaziyet daha tehli- keli görünüyor ve mesele iki cepheden münakaşa ediliyor. Büyük mütefekkirler- den bir kısmı ilmin ahlâktliği, bir kısmıda lâahlâkiliği üzerindedir. Teknika ilimden doğduğu için, bütün nazarlar ve istifham- lar ilim üzerinde toplanıyordu. 19uncu asır- da bir kısım fikir adamı, ilme müstenit bir ahlâkın mümkün olduğu neticesine vardı. Bu zatlar, insan ruhunun hakikat ile te- masından ancak iyilik doğabileceği kana- atindeydi. Bunlara muhalif bulunanlarsa, ilmin, insanın mücerret iman ve aşk his- lerini söndürdüğü, bir çok faziletini ifna ettiği dddllasdeydı Bu ilim adamlarına göre biyolocyadaki mücadele eri insan cemiyetlerine teşmilinden çıkarılan bazı hükümler, iptidai kavimlere hâs bazı insiyaki âdetleri, medenilerde tekrar uyandırıyor; hareket ve menfaat riyaziyesi istiyenler, ahlâk kanunlarını, matematika dâvaları, fizika kanunları gibi itirazdan salim buluyorlar ; herkesin bunlara riayet şe mükellef bulunduğunu İleriye sürüyorlardı. İlmin, lâahlâkiliği Üzerindeki fikir, mad- deye veya radyuma sonsuz bir kuvvet ve kudret izafe edilmesine benzedi. Madde ve radyum, Allah fikrini ne kadar çürütmeğe vasıta yapılmak istendiyse, ilim de, ahlâk mefhumunu o derece kıymetten düşür- meğe alet kılındı. Birçok filozof; ortaya bir ahlâk nazariyesile tamamlamak istedi. Hulâsa geçen asırda ahlâkın menba ve munsap kanallarile o kadar oynandı ki, bu zavallı kevser nihayet süyunu çekti. Ancak müstesna ruhlu fertlerin münzevi vicdanlarına sıgındı; ve orada, mahzun ve perişan, yaşamaya devam etti, Ime müstenit bir ahlâk tesis etmek İs- liğile çalışmak istenmiyor Vazife ve mesuliyet, yukarıda da dedim, bir terbiye işidir, okul sıra- larında başlarsa, ikinci bir tabiat haline geçebilir. Hem terbiye, in- sanda ikinci tabiatları yaratmak değil midir ? İnsan içtimai bir mah- lük istidadını taşırsa da, içtimai bir ruhla doğmaz; bu ruhu içinde ya- şadığı içtimai çevreden alır. Yıkılan müesseselerin yerini dol- duracak bir mefküre kuvveti olmaz- sa, yeni müesseseler kurulamaz. Bu xb teyenlerle, ilmin lâahlâkiliğini müdafaa edenler, beraberce şu noktada yanılıyor. lardı: İlimle ahlâkın menşeleri bir değildir. Bu iki mevzu ve dâvadan biri, diğerine irca edile ilim hakikat ve akıl ve tecrübeye, Ahlâk his- h lik YE ve şerri, hatayı tesbit eder. İlim ahlâk his ve heyecana dayanır. sedilir, ilim idrâk olunur. lim şahit, ahlâk amirdir. ye dâva- sı veya sukut kanunu, işari; sevgi ve saygı ise emri birer kaziyedir. İlim hakika- tin kanunlarını arar; bulduğu neticelerin iyiliğini veya kötülüğünü tetkik etmez. Ahlâk, hayrın ifasını emir ve şerrin İcra- sını meneder. Ahlâk tebliğ edilmez, tel- kin edilir. İlim dıştan, ahlâk içten gelir. İlim bir makine ise, ahlâk, bu makineyi işleten kuvvettir. Aileye muhabbet, il sada- kat, âcizlere yardım hisleri çok defa ha- kikatın da üstündedir. Hakikatı aramak büyük bir şeydir; fakat şeref ve kahra- manlık gibi ahlâki mefhumların kıymeti daha büyüktür. Çünkü insan bunların uğ- runda, çok defa, en aziz varlığını ve hattâ hayatını feda eder. Doğruluk ve şecaat gibi iyi hareketlerin kaynağı hisdir. Vazife aklı deseydik, bundan bir mâna çıkarıla- mazdı Akıl, hissin Mein çok defa tasvip etmez. Elindeki ekmeğin yarısını arkada- şına veren 1 fakirin hareketi akıl kârı değildir. İnsan, insan olduğu için his ve heyecana sahiptir. Dil yalnız aklın değil, iyi hisle- rin de ifade vasıtasıdır. Ahlâk zaman ve mekân ile değişmez. Doğruluğa karşı duyulan incizap, yalan- cılığa karşı beslenen nefret her zaman ve her yerde birdir. Eğer ahlâkın esası akıl olsaydı, ahlâksızların ahmak olmaları lâzımgelirdi. Çok defa, çalışkanların zeki- lere tercihi, çalışmanın ahlâki bir vasıf, ve zekânın'da sadece bir ilim unsuru ol- masından ileri gelir. /Bir sayı daha sürecek) mefküre, bugün için, bir milliyet duygusu şeklinde olsa gerek... Hal- buki milleti bilmiyen, milliyet duy- gusunu nasıl edinir ve milli bir mefküreye nasıl iman eder ? Vazife ve mesuliyet... Bugünün ve yarının her Türk'ü için edinil- mesi mutlâka lâzım baş duygu ve şuur... Bunları ikinci tabiat yap- mağa çalışmazsak, bu bulanık dün- yada, berrak bir gökyüzü göre- meyiz. Kâzım Nami DURU

Bu sayıdan diğer sayfalar: