17 Mayıs 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

17 Mayıs 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Her yarda belki yaşamadan yâşadım. Bir evde doğdum, Komşuda esmer bir kız sevdim. ! Sabahleyin uyandığım zaman onun belirsiz! hayaliyle uyanırdım. İçimde o vardı. beraber giderdi. İşim- nu akşamlayın komşu kızlariyle kapı önünde gördüğüm zaman; ne vakit bütün mahrumiytlerine, kederine, sevin- cine, derdine, dertsizliğine (katılacağım; onunla nasıl beraber üzüleceğimi, sonra nasıl gülüşeceğimizi; ellerini, yüzünü, dudağını, gözünü, dizkapağını, dirseğini, boynunu, ku- lağını, dişini nasıl öpeceğimi bir saniye için- de, düşünmeden görür gibi olur, duyardım. Herkeste olduğu gibi bende de bir şey olur- E ” K — gz 3 > 5 Uz e 9 e 8 5 s > . — — s — e 2 5 z 5 keyi hızlı hızlı atmağa,.. Kim böyle söy- lemez? Hangi insanoğlu, içinde bu acaip, bu tatlı duraklayıp koşuşmayı duymadı? Çoktanberi böyle mahalleleri dolaşmı- yordum. Şehrin büyük caddesinin o cazip havasına karışmış sürüklenirken Yorgiyayı tanıyınca mahallesini, evini de tanımak arzu- su yeniden bende canlandı. Sanki yirmi ya- şına dönmüştüm. Ama bu döhüş, o zamanki oluş değildi. Bu nihayet bir bilmeyerek tesir altında taklitti. Mahallelerde muhayyel sev- gililerle yaşaya yaşaya asıl segiliyi bulmak nasip olmamıştı bana r çipil akşamüstü, beş parasız, uzak edi * Sk tramvay, o içindeki insanlar, o buğulu, ıslak ee camlar; nerede bu, nerede onlar Şimdi tramvaya Me iiyebirlini o ıslak insan, nefes, âyak kokulu tramvaya, insanla- zim, ama yorgunum, bitkinim, yalnızım. Ni- hayet atladım. İki tarafından karanlık çöeşili; fakir evler inen bir sel yatağı... Yukarıdan aşağı evleri, caddeleri, Ae ei yuvarlanır gibi inen bu yokuşların manzarası görülmemiş bir şey gibi... Bir tarafında (randevu) evlerinin, öte ta- rafta umumi evlerin kaynaştığı bölge... Kari- desçiler, elektrik amelesi, ekmekçi, sirkeci, marangöz çirağı, garson, berber, akordeoncu, kitaracı, bar artisti,! revü figüranı, terzi çi- rağı gibi esnafın birbiri üzerine yığıldığı yo- kuşta birbirine karışmış her di Türk, Rus, Ermeni Çingene, Frahsiz, Katolik, Levanten, Hırvat, Sırp, Bulgar, Acem, Efganlı, Çinli, Tatar, Yahudi, İtalyan, Maltız, daha her türlü mille. berber çırakları yürür; berber çıraklarının arkasına da burma bıyıklı bir Arnauut ta. kılır. Perdeleri çekilmiş bir evden evvelâ bir lise bir havagazı lâmbasının ışığında cebin- deki bütün parasının aşırıldıgından şikâyet eder, Mahalle sessiz, karatilıktır. Ama evlerin içihde, hattâ bazı ağaçların arasında hayat fıkır fıkır kaynamaktadır. İki insanın dudak dudağa verdiği büyük, esrarengiz saatlerde bir sarhoş sesinden ürken genç âşıklar ka- sevişenleri inadına rahatsiz öpüşmesin artık» der gibi dü- çarlar. Bekçi eder, «kimse Gülizar öyle acı bir sesle : Kara kara kazanlar Kara yazı yazanlar Cennet yüzü görmesin Aramızı bozanlar der ki, aşağıdan mamanın kart oğlan sesi : «Zibanın bülbülü de susmak bilmez ki» kar- şılığını verir; mangalı karıştırır, haykırır : usacak mısın kart sesli karı! Gülizar ana avrat karıştıran bir küfür savurur. Dost,ayakkaplarını giyerken fırlar : mı söyledin ulan o lâkırdıyı? — Sa söyleyeyim, be delikanlı? — Bana söyledin... Baha söyledin... — Yok yahul Sana söylemedik bel Aşa- ğıdaki kocakarıya — Aşağıdaki kocakarıya buradan lâf atılır mı yaly ? Değil sana be! — Pe dedin. De erkeksen bir daha! — Ulan sana söyledim be! Ne olacak? Herif tükürür gibi bir tu dedikten sonra : — Bana ha! Bana! Benim anama kimse lâkırdı söylememiştir. Senin de, evinin de, mamanın da, kocakarının da... Para ürkmli için uydurulan bu ba- haneden sonra Çamur Şaban kapı dışarı edilir, Gülizar mamaya — Ben biliyordum onun ne çamur oldu- ğunu yal Bana çık diye sen söyledin. Bir başkası teşrif ederse ben hakkimi alırım. Para almak benim vazifem değil ki; siz ala- caktınız, — Sus orospul Ben seni bilmez miyim? Kim bilir herife ne söyledin? Senin ağzın ne çirkeftir ben bilmez miyim? Geçen gün be- dava ciğer verdiği zaman da iyi çocuktur, diyordum bana ama, Şimdi kötü mü oldu? Hadi geç! Bize sökmez o | Gülizar bir ufacık delikanlının empri- mesini çekmesine sinirlenmiş : — Dur ulan be! Vay anasını! Buda hep sinirlendiğim zaman yılışır be A ba sokağı 5 zaman sevgilimi evine bırakıp, yo» kuş yukarı İng savaşsam yolumu şaşırır, bu sokağa saparım. İçimi bir külhanbeylik ve sarar : — Ah ene ayla birisi: O kaşlarını halım başka evin pence- resindeki bir arkadaşı oy! pişman olmuş, arkama bakmadan giderken sesini, âdeta masum se- sini işitirim yap gelsene... Hani «Ah anam!» diyordun Sev ek evi çok aşağılarda kalmıştır. Sevgilimin evine daha girmemiştim. Onu Ziba sokağına müvazi bir yokuştan indirir ; selya- tağına varırdık. Kaldırımsız, dükkânları ka- deden geçerdik. Dükkânların ve çarşının bit- tiği yerde ondan ayrılırdımı ROMAN Sait Faik Vangelistra kilisesi önümde bir hayalet haliyle uykusuz bak meydandan onun silinip kaybolduğunu, yine gözüküp bir aralığa saptığını, bir ışığın ya- vaş yavaş gösterdiği meydanın ortasına yi- gılmış küçücük barakaları, gözlerim karanlığa alışınca farkederdim. Birkaç gün için yapılmış, yarın başka bir memlekete, başka bir işe gidecek bir muhacir işçi kafilesi evlerine benzeyen bu meydanda uzun müddet kalır. Düçünürdüm : Evine artık girmiştir. Fistanını çıkarmıştır. Çarmıhtaki İsaya göğsünde bir çarmih yaparak belki (derhal (O uyumuştur. İşte uyuduğunu düşünerek dönerim. Her zaman da ia bu Ziba sokağına düşer. Ne hoş yüzlü bir kahveci vardır sol tarafta, Bir dört yol ağzında kadınlarla birlikte oturulan, güzel kahve pişirilen «Menekşelerden biçil- miştir şalvarı» o şarkısı söylenen bir kahve... Kahvenin içinde bir adam, Belki de bir orospuyu deliler gibi seven delikanlı budur.» di e adam, yazısından birçok yerleri atladı — Neye okumuyorsun? Diye sordum. Öyle bir işaretle cevap verdi ki, büralas rını kötü mü buluyordu, yoksa okumak mı istemiyordu, anlayamadım. Bir aralık o kal. kınca - artık gizli şeyleri okumayı âdet etti- gimden mi nedir - alıp okudum. Şöyle bir pa- saj vard Sevgilisi ile bir kavga sonunda karakol. lara düşmüş. Sevgilisini döğmüş. O pasajları ben de atlıyorum, Çünkü dostumu böyle çırıl» çıplak soymağı, hatırasına hürmet ederek, bütün bunları şiddetli ihtirasa bağışladığım için yazmıyorum. Yalnız bu parçadan şuraları bana bir tuhaf b ri görenin itibariyle enteresan gözüktü de alıyorum Sonra bir dahi rako la ensesi düm. düz traşlı, kumral saçlı, ilelekki elbiseli, hoş tavırlı bir delikanlı getirdiler, İsmi «Filim ayrı» imiş. Sonraları onu çok iyi tanıdım. Sabıkalı (Filim Hayrı) hakkında onun tarafına eğilmeden söz açmama imkân yoktur. Bir sabıkalıyı öğmek istemem ama bir sabıkalı beni överse hoşuma gider. Bütün kabahat lerimde «aşık oğlandır, kusuruna *bakılmaz» dediği için mi bilmem, hep onun tarafına meyle- derim. Hem neden (Filim) hakkında müsama- hakâr davranmıyacakmışım ? (Filim) yaptık- larının cezasını bir defa bile çekmemezlik etmedi ki. Bazen başkalarınınkini bile çekti. (Filim Hayrı) ya neden (Filim) demişler orasını pek bilemiyorum. Yalniz çok numara» cıdır. İnsanın ağzından girer, burnundan çıkar. Arkadaşları «onun ne manzaraları, vardır » derler. w zamanlar sinemalarda bir komik, bir a, ondan sonrada dram gösterilirdi. Belki de bu laap (lâkap) o zamandan kalmadır. (Filim) otuz beşi aşmıştır. Ama göstermez. hane de görmeseydim yirmi yaşımda gözükecektim, der. Küçük, çirkin, münasebet siz bir yözü vardır. Yalnız küçük gözleri pek sevimli, pek de zekidir. Hayrı) nin Ometresi Çamlıcalı Ayşe'nin yüzündeki ustura yarasiyle, Zibadaki kahveci lâz Hasan ın burasada pi we ta atin — Arkası var — : iç

Bu sayıdan diğer sayfalar: