17 Mayıs 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 15

17 Mayıs 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

GAZETECİLİK « ROPORTAT DEMEKTİR Bir ağaç NKARA caddesi'nden e lu'na çıkılıp Türbe'ye dönülecek köşede «saye»si epeyce genişlemiş bir çınar ağacı vardı. Alâkadarlarca bu ağacın, (virajlı dönecek vasıtala- rın, öbür taraftan gelecek vasıtaları görmelerine omani olduğundan mi, yoksa başka sebepten mi, kesilmesine karar verilmiş!.. Bu maksatla 10 dan fazla «temizlik taifesi, yedlerinde des. tere ve balta olduğu halde bir ger- dune derununda mahalli cinayete azimet» eylediler. i ç Tesadüfen, tam karşısındaki bir yerde tıraş olmak için nöbet bekli- yordum. Seyre başladım: Evvelâ ağaca ipler atıldı, üç dört çöpçü ağaca çıktı. Derhal bize hâs olan bir vaziyet husul buldu. 15 - 20 meraklı, geniş bir halka halinde «seyrangâh»ı çerçevelediler. Uzunca dallardan üçü, dördü ke- sildi ve ağaç sipsivri kaldı. Şimdi sıra gövdeyi yıkmaya gelmişti. Bu- edilmiş. Ecnebi memleketlerinden, it- halât eşyası olarak gelen kitaplar ve risalelerin (sansür) edilmesi vazife- si, Tercüme odası erkânından birine verilmiş, Abdülhamit, Beylerbeyi sarayın- da mahpus iken, bir gün Enver Paşa ziyaretine gitmişti. Sabık hükümdar o günlerde Mebusan Meclisinde fırtı- nalar doğüran matbuat kanununun münakaşalarından söz açarak — Ne lüzumu var, matbuat ka- nununa?.. Ben bu işi, bir (sansür)le idere ederdim, Siz, hem matbuatı serbest bırakıyorsunuz; hem de ser- best yâzı yazanları divanı harplere verip mahküm ettiriyorsunuz. Hal- buki (sansür) olsa, kimsenin canı yanmaz. Demişti. Bu sözler, Abdülhami- din düşüncesinin ifadesidir. Fakat, tam yüz sene evvel, İstanbul matbu- atının erkânından sayılan (Basmacı Kapol) ile (Uncu esnafından Hacı Halil Ağa) nın, kendi «hüsnü rızala- riyle» hükümetten (sansür) istemele- rine ne demeli?.. Ziya ŞAKİR kesildi!.. Nejat MUHSİNOĞLU nun içinde dipten baltalama faslı başladı — Baylar, açılalım, işimize mani oluyorsunuz! Hiç ağaç kesilirken görmediniz mi? Sırmalı çöpçü onbaşısının söyle- diği bu haklı ve mantıki söz, ancak, yüzlerde bir tebessüm uyandırdı. O kadar... Ve balta darbeleri, etrafa beyaz yongalar saçarak devam etti, Tam bu sırada, karşı taraftan, elinde bü- yük sarı bir sepet, 13 - 14 yaşlarında, masum gözlerinde her şeyden ürkme- nin verdiği bir korku parıltısı mev- cut bir kız çocuğu «seyrangâh»a yaklaştı. Birer donanma fişeği edasiy- le, her balta darbesinde etrafa sıç- rayan yongaları sepetine doldurmaya 1. Biraz sonra, soldaki sokaktan iki ufak erkek çocuğu daha peydahlan- dı. Bunlardada birer sepet.. Partal elbiseleri içinde sefaletin büktüğü boyunları ve kirli yüzleriyle bu iki kardeş de, ürkek ürkek yaklaştılar. Onlar da uçuşan yongüları, toplama- ya koyuldular. Üç gün evvel aç «birilâç» dolaşır- ken, iki gün evvel giydiği temizlik amelesi elbisesiyle karnı doyan ve şu ânda yaptığı işin gururunu taşıyan çöpçü onbaşısı, bu sefalet (triyo) su- nu gördü. Gazaptan gözleri karardı. Kendisini hakir görenlerin bütün in- tikamını şu ânda bulunduğu mevki- in bahşettiği fırsattan istifade ederek çıkarmaya karar verdi. Yongaları istifliyen çocukların üstüne saldırdı: —Gidi ahlâksızlar, defolun oradanl.. Maiyeti erkânıda birer küfürle bu (senfoni ) yi tamamladılar. Kaçışan çocukların arkasından işlerini bir lâhza bırakıp heybet ve gururla ba- karlarken seyircilerde mırıldanma : yahu, dokunmayın dört yongayı ne yapacak- sınız ki... Bırak bari fakirler sevinsin! Afili bir ses: — Ulan, baş oldunsa kendinden yukarıdakine kafa tut bakayım! Me- zarına mı sokacaksın üç dört yon» gayı?.. İçi Berikiler bu lafları duymamazlığa geldiler. Fakat onbaşı kendilerini haklı göstermek için seyircilere bir kaç kelime söylemek lüzumunu his- setti : — Efendim, yongaları toplama- ları birşey değil, Ağaç kesiliyor, maazallah bir yıkılırsa altında kala- cak bacaksız keratalar... Mırıldanmalar, gülüşmeler vesaire... Nihayet ağaç, çatırtılar, patırtılarla yıkıldı. Muazzam gövde tozu duma- na katıp yere yuvarlanırken, irice bir parça odun da havada bir kavis çize- rek tramvay yoluna fırladı. Tam bu esnada otobüsün firen yapmasından doğan gıcırtı, tramvayların âni duruş homurtusu işitildi. Bir karışıklık, bir sessizlik... 80lik bir ihtiyar bu kar- makarışıklığın arasından tramvay yolundaki odun parçasını kaparak — ra <<, kendini öbür kaldırıma attı. Otobüs yürüdü. Tramvaylar hareket etti. Ta- bii şoför ve vatmanların bir haylı sunturlu küfürleriyle beraber... Manzaranın devamı: 80lik ihtiyar, hayatı pahasına ele geçirdiği muazzam hazinesini göğsünün üstünde sımsıkı tutmuş. Çöpçülerden beşi, altısı adamcağızı tartaklayıp duruyor; bir ikisi oduna yapışmış, çekiyor. Fakat o, yaşından umulmayan bir kuvvet ve çeviklikle yalnız odunu müdafaa ediyor, onu kaptırmamaya çalışıyor ve mütevek- kilâne tartaklanmaya boyun eğiyor. Nihayet yine etrafın müdahalesi ve daha çok, ihtiyarın inadı neticesi odun kurtarıldı. İhtiyar, bir genç çe- vikliğiyle, elinde hazinesi, muzafferane sokak içinde kayboldu. “ok Bu (röportaj) ımızla, hiç büyük lâf etmeden; hiç de büyük vak'alara talip olmadan, belki en hurda teferrüat unsurları içinde basit ve günlük ha- yatımızdan birkaç mahrem çizgi zap- tedelim dedik; teferrüatın asla bağlı oldğunu bilenlerce, bu tablodan, ru- humuza ve cemiyetimize en emin bir yol uzanmaktadır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: