2 Ağustos 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

2 Ağustos 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika No, 4 albuki kendisiyle böyle uluorta esnafı arasında tahsilli olan tek insandı, r ki, sarhoşluktan hiçbir dükkânı tutmuştu i teplerde dirsek çürüttükten sonra, sene- ler senesi de bir marangoz tezgâhının başında iki büklüm didinmek güzel bir şey değildi. Keşke bir vakitler çalıştığı dairelerde âmirlerini tokatlayan, müdür- lere t hanede alan bu adam, keyfine elvermeyen her hangi bir şeye kızıp şu dükkânıda kapamış olsaydı!.. Ama burayı niçin bı- raksındı? Ne çalış diyen, ne de çalışma. sı ml başa çıkmak için her tâbiyeye başvur. muş, kavgaya kavga, alaya alay, hattâ küstahlığa küstahlıkla cevap vermiş, fa- fakat camiin esas kapısı bu beş dükkânın sırasında idi, Mahalle kahvesine çıkmak için buradan geçmek bir zaruretti. 'Hâlis efendi, sanki arkasından bir kovalayan varmış gibi, hızla kahveden içeri girmek Üzere iken, kucağındaki bir yaşlarında kadar çocuğu ile ilmühaberini mühürletmek Üzere bekleyen bir kadınla karşılaştı, Hep de aksilikler bugüne rast- lamiştı. Zaten camideki uzun, sıkıntılı ve bir neticeye bağlanmamış düşünceler- den kurtulmak için sokağa fırladığı za- man müezzinle karşılaşma sahnesi, için- deki darlığı büsbütün arttırmıştı. Ondan başından savabilirdi. Fakat çok iğrenen, ve titiz olan Hâlis efendi, kadının kuca- gındaki çocuktan, imidesi atacak kadar tiksinmişti: — Hanım, dedi, sapi ar im ki, ben işlere öğle ile ikindi arası bakarım — . gibi önüme rerley Rl öMAMIN sırası a anlaşılan bu ye reddedil. görmüş v tatmış olacak ki, hiçbir şey söylemeden, elindeki kâğıdı mendil silker gibi tek eliyle açtı ve bunun, uzun boylu okuma- ya lüzum olmıyan il satırlık bir şey ol- duğunu, yine tek kelime söylemeğe lü- zum görmeden, gösterdi. Bu, heyeti ihti- ariye imzaları ve muhtar mühürleri tamamlanmış, yalniz imamın tâsdikini bekleyen bir kâğıttı, Fakat Hâlis efen. diyi böyle bir aksiliğe sevkeden sebebin, ilmühaberi okumak külfeti olmadığı mu hakkaktı. O, çocuktan ve dolayısiyle ka- dından iğrenerek kâğıdı eline almak is. temiyordu. Zira çocuk, iri bir elma gibi kırmızı ve yuvarlak yüzünün ortasındaki minimini burnunun iki deliğinden birden kadının gösterdiği kâğıdı tetkik saedeği nefesi tutulmuş gibi çocuğun eee tâkib ediyor ve küçü yumrukların bir taraftan aldığı My başka taraflara naklederken, -anasının omuzlarına, üstüne başına bulaştırdığını Hâlis efendi, başını döndüren bir ikrah ve hiddet dalgasiyle yalpalaharak kadına doğru ilerledi ve tek kelime söylemeden e iie çekip aldı ve mührünü basi Basar bas maz da çocuğu enini başı ER ya dönük, geri verip kahveden içeri daldı. i Şakir ağa, bu mahallede süğinselke irani laa” Bir kere temiz- liği titizlik derecesine vardirmış bir adamdı. Gerçi gözlerinin altındaki şişleri rürken iki tarafa çalkalanışı ona daimi bir hasta hali verirse de, pislikten olduğu ka. dar hastalıktan da korkan Hâlis efendi, Şakir ağanın bitip ee hikâyeleri arasında, bu göz rbacıklarının ve zoruna çekilen anlari hep 93 Harbin- deki meşakkatler yüzünden olduğunu her fırsatta uzun uzun dinlemişti. Bu kalen- bırakmış olmasındandı. Yoksa bir ördek bile günlerce bataklık ve çamur içinde yaralı yatsa sağ kalmazdı. ger Şakir ağa, her zaman iki du. dağının arasında tütünün rengi kâğıda , geçmiş bir izmarit tutmasa ve sağ elinin iki parmağı da bu kötü iptilânın dam. gasiyle kınalanmış olmasa, muhakkak ki, içtiği kahve Hâlis efendiye daha Keyifli gelirdi; ama ne yapmalı ki, ihtiyarcık bu huyu ile çift olmuştu. Konuştukça duda- ğının, hareketlerine göre inip çıkano yapışık sigara parçasını bir meyve çekir- deği çıkarır gibi püskürdü mü, bir yeni- yere yerleştirmek âdetiydi. Muhakkak ki Şakir ağa mahallede en işi yolunda olan esnaftr. Bir kere güler yüzlüydü. Tasa edilecek şeylere bile 02N güneşi gizleyen bulutlar gibi, zorlukların ve meşakkatların ışığını kestiği aklı selim, onun düşüncelerinin düz ve berrak semasında bütün ihtişamiyle parlardr. Hâlis a Şakir ağaya asıl için için saygı du; seye el u: dili öğüt verir, düşünce ve Eğdetindleğnden istifadesini sağlarken takındığı hasbi tavırdı, Halbuki kendisi mahalleli ile hoş geçinmeğe gayret edi. yor, tabının şiddetine mümkün olduğu goz Tahirin dediği gibi, hakikaten her mel bir can sa nü, düpedüz bir hodbin miydi? Zararsız. lıklarının, sabırlarının, idârecil ate altında, acaba kendisinin bile farkında olmadığı bir begi talebi; gizli ve sinsi sebepler mi vi Şakir ağa, ei yapışık sigara- kırpa, kahveden içeri dalan Hâlis efen- diye yaklaştı : — Buyur ba yesiğsi e efendi; seni pap İpar sini çok o kat Hâlis e e bi up kalırsa PR Mei içi sıkrlacağını düşünerek, Şakir âğanın : — Hayrola imam efendi, meyi e : e yolunu kesmek istemesine bugün ra € — öldür işlerim var, belki ikindi- vukl güv beklşip ee Hâlis efendi bun. dan geçerken bacal caklarına ves VAP ri nane cübkesinin altına girmişti. Tiksinerek eğilip baktı; uyuz kedi... .. Onun en sevmediği, evina bile sokmadığı bir hayvan... Üstelik Tahirin kedilerin ha, sine damlalar ilâve eden her bana ni hastalıklı hayvani hayet bu ile tepesine kadar dolmuştu. Dedem moraran imam, şiddetli bir rak uyuz kediyi bir top gibi havaya fır- lattı ve yükselen bu topun yere inmesini seyretmeğe kalmadan hızla yürüyüp gitti. Böylece de Hâlis efendi o gün, bin- de bir kendine verdiği müsaadeyi kulla» narak, öğle ve ikindi arası kahveye çık- madı. «Bir işi olan olursa evimi bilmiyor - değiller a, gelirler...» diyerek, alaca ka- ve Ade! ranlıkta zevkli Adeta neşeli olarak çıktığı evine, suratı asık olarak girdi. * — Arkası var — i3 duğu nokta, onun bir kim- - ei an ... e eme ei

Bu sayıdan diğer sayfalar: