2 Ağustos 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 15

2 Ağustos 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ey le LA) ga Bir Bakır Yüzlük “ Selâhattin GÜNGÖR Maziden (röportaj): OSTLARIMDAN biri, geçen gün elime yuvarlak, kapkara birşey tutuşturdu : — Bil bakayım, bu nedir? İlkin ne olduğunu anlıyamadım. Fakat biraz evirip çevirince, çocuk- luğumun güzel günleri, ohafızamın tozlu takviminde, örümcek ağları alın- mış bir eski tablo gibi canlandı, Sevinç içinde : — A... diye bağırmışım, nereden buldun bu bakır yüzlüğü?.. Evet!.. Bakır yüzlük... Benim bile pek küçük yaşta ancak birkaç defa elime geçen ve o günden sonra, nam ve nişanı ortadan silinen Mecid, yahut Mahmut tuğralı bakır yüzlük- lerden biri... Onu görünce, bütün mali kıymetlerin pi ölçüldüğü o devirde «para» nın ne kadar hatırı sayılır bir mevkii olduğunu bir kere daha hatırladım: Heygidi günler... satın « alınırdı. Kırk parayla tiyatro seyredilirdi. Altmış parayla körkü- tük sarhoş olunurdu. Üç kuruşla araba seyranı yapılırdı Beş kuruş, başlıbaşina bir kü- çük servetti. Yirmi kuruşa geçen mecidiye, âdeta bir bovardalık vası- tasıydı, Gümüşleri bir. yana bırakalım. Şu, önümde duran kara yüzlük bile, bir mektep çocuğu için harcanmakla bitmez bir hazine (Ohükmündeydi. Onunla .neler almazdık?.. Koca bir külâh şeker... Pestil, fıstık... Portakal; ve daha akla ne geliyorsa... Aşına aşına tuğrası da, yazısı da okunmaz hale gelen şu bakır yüzlük çarktan çıktığı gün kimbilir nasıl pırıl pırıldı? Ve kimbilir kaç milyon insan, onu avuçlarınının içinde his- setmekle en büyük hazzı tatmışlardı? Fakat zavallı bakır yüzlük, artık bir koleksiyon metaldır. Ona, devri- ni tamamladığı için hâlâ nasıl olup da yaşadığına hayret edilen. asırlık ihtiyarlar gibi bakıyorum. Ve bakar- ken. içimden şöyle düşünüyorum: — Ne yazıkki, artık hiçbir işe yaramıyorsun, bakır yüzlük... Çocukluğumda beni o kadar se- vindiren. acaba sen değil miydin ? Gözüme ne kadarda büyük gö- rünürdün o zamanlar... Âdeta ele avuca sığmaz bir haşarı mühlük gi- biydin. ' Değerin, eski ölçüyle iki buçuk kuruştu. Şimdi bu parayı dilencilere bir hayır dua karşılığı re ag kabul ettiremiyoruz. aman, bütün kıymet ölçülerini - maddi, manevi - altüst etti. Bir ge- celik eğlentiyi beşyüz küsür liraya mal edebildikleri için. kendi kendile- rini tebrik eden 'insanlar var. Köşe başındaki işportada limon satan ilk mektep kaçkını; dişleri ara- sından tükrüğünü fiskiye gibi salı- vererek : , Bugünün fiyatları — Günde on kâğıt da kazanama- diktan sonra, ben bu kahrı neden çekeyim ?.. Demek hakkını kendinde buluyor. Bakır yüzlüğün itibarda olduğu yıllarda on liranın adını besmelesiz ağzına almak limon satıcısının » had- dine mi düşmüştü?, On liral.. Bu para ile e bir ev satın alınır- dı. En iyi mal ile dört kat elbi- se yaptırılırdı. “On liralık yiyecek bir değil, birkaç kileri ağzına kadar dol- durmağa yeterdi. Bugün ise, on lira, bize ancak bir tencere yemek kayna- tabilmek imkânını veriyor! Bakır yüzlüğün elden ele dolaştığı zamanlar, biz pek mi cimri idik bil- D5 mem... İki paranın bile hesabını ârâr- dık. Ekmek okka başında beş para yükselecek olsa, kıyametler kopardı. <Beş para» sadece muayyen bir kıy- met ölçüsünden ibaret değildi kil Onunda kendine göre bir hacmi vardı. Bir alış veriş vasıtası olarak elden ele dolaşırdı. Sonra gitgide bir mâna ifade ere başladı. «Ciğe- ri beş pa mez am...», «İki ce- a . binde ae parası yokl> gibi tekerle- meler, onu derece derece kiymetten düşürdüler. Günün birinde haber aldık: — Artık beş paralıklar basılmı- yacakmış | Canımız sıkılmak şöyle dursün, sevindik bile... Çünkü, doğrusu ya, hiçbir işe yaramayan bu parayı ne- “ remize koyacağımızı bilmiyor, başı- vi atmak. Ti bahaneler arıyor- . Beş para devri, böylece > sala bir müddet sonra on p ralar gözden dü;meğe başladı. Çün kü gitgide onlukların da ceplerde kuru kalabalık Ad başka bir meziyetleri kalmamıştı On paranın ölümünü ,geciktirmek için doktor Celâl Muhtar, büyük gay- retler sarfetti, Kendisi kadar meşhur olduğu için savurduğu vecize hiçbi- rimizin hatırından çıkmamıştır. Se-; vimli doktorumuza göre, on paranın kıymetini bilmeyen Osmanlı değildi... Bugün ortada tek bir Osmanlı kalmadığına göre, on paranının kıy» metini bilmemekle birşey kaybetmiş ölmüyoruz. On paranın gaiplere karışması üzerinden çok bir zZâman geçmedi. Günün birinde farkettik'ki; kırk para da ayaklarını sallıyor. Bir müddet, Gi disi: liği duyulmadı değil. Fakat bilet ak- çesi yuvarlak hale geldikten sonra artık oradada kendinde bahsettirmez oldu. Kırk para, : bugün, sadece bir rakamdır, Fakat bir kıymet, aslâ! Nasıl bir kıymet olabilir ki, kendin- den: beş defa büyük olan beşliğin bile, ceplerde varlığıyle yokluğu müsavidir. eçen gün bir boş vakıt bulup hesapladim: Eski bir kuruşlukla bu günkü lira arasında satın alma kud- reti bakımından hemen hemen fark kalmamış, Vaktiyle orta. cinsten bir çift iskarpin, : otuz beş - kırk kuruşa idi. Bugün 35 -40 lira... İyi bir salon takımı 1000 - 1500 kuruştu. Bugün bin -bin beş yüz lira.. Bir kat elbise 250 « 300 kuruşa çıkardı. Bugün 250 - 300 liraya mal oluyor Beş paralıklar... On. paralılelari, Kırk paralıklar... Beş kuruşluklar... Bunların hepsi birer birer geçer ak- çe olmaktan çıktığına göre, nöbelin kâğıt liraya yu yn şura- sında ne ka 15

Bu sayıdan diğer sayfalar: