9 Ağustos 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12

9 Ağustos 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

: : i i BATıYA düşen bien, ara- sıra «Yiğidin bağrına» kabi- maçların çevrelediği kazan biçimli" bir çukura, kahve telvesi gibi çökmüş bir yörük BARLDdkİEN Hava inadına sicak... Havadan ben de bağdaş kurduğum hasır üzerinde terimi kurutmıya çalışa- rak nafile yere Muhtar'ı bekliyo. rum; biliyorum ki, harman za- manları köylerde Muhtar bulabil- mek için sıkı avci olabilmek ge- rek... Netekim Korucu Bekir'in getirdiği haber beni yalanlamıyor. Muhtar: «Aman, derim o efendiye, har- mana bulaşmışken yabayı elim- zaman gelir lar bu köyde rüz- âr nadiren eser; azıcık bekleyi- versin!» Didi u olagan işe ve teklife hayret edi hattâ geçen gelişimde uzun uzun konuşamadığımız Ko- rucu Bekir, yanımızda in için sevindim, Muhtarla mühür ve im- zadan ibaret işlerimizi akşam da sgörebilir, > el — Bu e Kazaya dönmek ie li ”gatişebilir miyim acaba? Diye Bekire sordum, o sevine- rek cevap verdi: aydındır, hem bı e evrak almak için karakola gide- cektim, Yolçatı'ya kadar bera- beriz demektir. lamıyacak kadar kazları var; bölük diye Me onlar... Çok meraklışıdır; şimdi onları çeyire- 12 ceğim, Yy derken kan ter > en gel i gördürecek bir ço- mu? o. 9 ley oldum, Bekir mühim mesele izahına hazırlananlar ibi yerinde daba ziyade rahat- beyim Bu m mahlâkun azıcık huyuna suyuna gitmezsen, üvey ana gibi adamın üstüne yü- rüyüverir. Hem tısss diye gelip bir yanını kavradı mı tamamdır; Allahına yalvar artık bıraksın diye... Şakacı tabiatını geçen gelişim: de sezinlediğim Bekire takıldım; — Acem hikâyesi mi anlatı “ yorsun, Bekir? — Ben, bizim hocanın kazla- rından bahsediyorum azizim. Ev gı -azların hışmına uğramışlar- * bu dır. Kazlar arkalarından yetişip bir kavramada aşağı alıvermişlerdir. — Sen beni enikonu güldür- meğe mi ahdettin yahu? — Benim anlattıklarım birşey değil, sen bocayı dinlede bu kaz- adlarım da söyleyiversin, Aralarında «Keklik sekişli» «Ner- gis bakışlı» diye çağırdıkları var. nın onları birde hutbede okuma» oy kalmıştır. Hele içlerinde iki u varki, onlar — Kazın ee boyunlusu da oluyor mu, Bekir? — Oluyor, oluyor... Hoca'on- ları evvelce imam durduğu Trak- ya'nın Susuz Müsellim köyünden getirdi. Oraları kurak olduğun- dan, kazların kuyu başlığından «Su var mı yok mu?» diye taba- ına baka baka boyunları eğrilir. eli kendimi o tutamadım, Bekirin söylediklerine kazların susuzluk ıstırabı katışmış olma- kirin avuç avuç bıraktığı razakı özümü irliğindeki kızılcıkları yemeğe koyulmuştuk. Zaten insanın dudaklarını bir şeker torbasının ağzı gibi toplı- yan bu meyveleri yerken konuş- miya da imkân' yoktu. Bu fırsatla kendisine farkettirmeden Bekiri nışı müsaadesizce insanın içinden e zeki gözleri ve sıcak bir Başı “ vaktinden evvel li tektük göze ilişen si- yahlıklar için, saçına henüz kara düştüğü söylenebilir... Onu kırk, bilemedin — kırkbeş © yaşlarında tahmin ediyorüm, Fakat üzülüyorum, Böyle tip- lerin kelimelerle kâğıda çi silmesi beni kandırmıyor. Kifayetsizliği kalemde mi, yoksa onu tutan elde mi aramalı bilmem? Zaten adam târifi ve surat tasviri kadar gücü- me çe hiçbir şey yok. Bekirin © zaman bir resmini çekip de, şimdi yüklük gözönüne yapış- tıramadığıma üzülüyorum. Nereli olduğunu öğrenmemiş- tim, fakat kestirmiştim. Ansızın kestirdiğim cevabı beklereesine soruverdim: — Nerelisin yeri senin oku- man yazman va a benim söyle kestir- miş ibi yüzüme baktıktan sonra cevapladı: — Kastamonu'luyum. — Yooo, değil, hiç de babyüdali yorsun Diye ısrarım üzerine usulcacık doğruladı: — Kayseri'liyim beyi — Peki, ne diye saliya çalıştın Bekir, aldanır mıyım san- dın? K Mold. söylersen, kurarlak olur iddi beyim, Bu zekâ oyunu karşısında ap- “Snack gülmek aklıma bile gelmedi, Aynı taşkınlık içinde, alen «Nerelisin» sunlini takip eden mutat suali tekrar Mi — Seni hangi rüzgâr attı bu la Kayseri neresiiii, babam neresi Bir ân düşündü, yutkundu ve gözlerime görmeden bakarak an- latmıya başladı: — Bizi bu taraflara seferberlik rüzgârı attı beyim, Anadolu harp- lerinin bittiği sıralardaydı; bura- ya bir e rı emini gibi uğra- dıydık, fakat ekmeğimiz suyumuz lakin ei ayrılamadık. — Hayrola, eteğine çalı mı dolaştı yoksa? ayır, üç yırtımlı biretek bizim öğüne dolaştı beyim. Memleketten gönüllü olarak çıkar- bir keçi tulumu sarı lirası olduğu da bütün köylünün çenesini yor- duğu bir sıraydı. Ayıp söylemesi, güzeldi; şöyle yüzüne yanaşırken e aim kirpikleri vardı. sası onu alıncaya kadar Die epeyce dalaştık, ne de olsa o zaman akıl tepemizin bir karış üstündeydi. Fakat çok, çok cefa çekti rahmetli, .nur içinde Bekir, lâfının öte tarafını en he- kadar temkinliydim. Çok köylüler görmüştüm ki, ölümle başlıyan veya biten hikâyeleri kalender bir eda ile anlatırlar... Umursa- mıyorlar sanırsınız; çünkü bu ha- tıraların aziz tarafını tam bir te- gziz tarafa şızabilen insan, limap- gö hk denizde ansızın fırtınaya tu- tulan bir tekne gibi perişan ola- ilir, Bekirin, hocanın kaz merakına dokunan hafifmeşrepliğinden an- sızın rahmetlisine dökülüveren konuşmalarını dinlerken, böyle düşünüyor ve düşü i alabora olmanın kablelvuku işare- alk zim gibi adamların mohaibeti sizleri eylemez; sıkıldınız.. İşte imam da geliyor. Onunla bizim fakirbaneye haber edelim, akşam çorbamızı hazırlasınlar, biz de harmanlara kadar çıkıp işlerimizi orada görü- verelim. Bu Muhtarın geleceği yok ... Kızla evlendik. Mesut, yaşa- maya başladık. Fakat daha bir- kaç hafta meyi ki, bizim- kinde bir evham — Karnımın Margin bir kurt yeniği var |.. — O da ne demek? Eve in şurasında; diş diş lü Nihayet geçen yı yatalak ol- du: «Al arnım am İni ime «Ulan Bekir, bu işin or- ta yeri inceldi, davran» dedim, attım karıyı bir lr ver eli- ni Vilâyetin hastahane; san (o kılığından kiye, ne ettiğimi biliyor muydu ya İş orada anlaşıldı. Meğer kari- nin önünde çıban varmış... Çare- siz ameliyat edeceğiz dediler. Hani doksan dokuz ölecek de bir kurtulacakmış. — Artık ne olursa olsun yap- tıraydın. — Yaptırmadım, yaptırama- dım beyim, çok yalvardı. Hafta- sına varmadan geriye getirip yi- ne yatağına yatırdım. Bu sefer de halimizi bilen köylüler yaka- ma yapıştılar: «Ulan budala! dediler... O karı bir keçi tulumu sarılirayı gömüde bırakır da sana hastahanede yel mi? Sıkış- tir Müz ağılda i de ömün ön elli köylerde yn aki- beti çobanlıktır ! Hey Salli karıya mı ağı- yayım, köylülere mi kızayım? Biliyorum, bizim karının evvelce birkaç altını varmış ama, eski kocası peter giderken ke- merinde ötürmü: Kızımızın boynuna taktığımız bir beşibir- we benim kemerimden art- tıy Ole elik bu aklı öğreten na- mussuzlar, biz Vilâyette iken, ağılımızın da altını üstüne getir- mişler ; sorduğum zaman «Köşte- açabilsem de |

Bu sayıdan diğer sayfalar: