9 Ağustos 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 3

9 Ağustos 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tezadlar Merhumun bize vaktiyle verdiği yazılardan : Bir tatil günü oğlumu Yedikule surlarına, gezdirmeğe götürmüştüm. Henüz orta mektebini yeni bitiren rinde, Yavuz başta olmak üzere bütün donanmamızın demirlemiş olduğunu gördük. Denizaltılar da vardı, Daha Ea e a İs a İş ve Hedef: Gençlerimiz e gençler varsada gençlik Li tur» el ötedenberi güder dururum ü r halde bir değilse de, bire bağlı bir kü şekil içinde, gi e 0 güdücüsü ola- k geyler P tiyet e r le Tür ae ilk e birbirine sıkı sıkı Ge dan sever bir h alde Türk ğında görmü: yi O vakit MN ni nına susamış kadar düşmanlık duyg besleyen iki siyasi fırka vardı: (İttihat ve Terakki); (Hürriyet ve İti- u gençler, Türk Ocağının havasında kar- deş se geçinip gidiyorlardı. u çok ki bağlılığı sağlayan, Türkçülüğe gayes yi kümet, ii memurlarına matbaayı bastırdı. Bu memurlar içinde adını söyle- meğe e nf izin alamadığım bir genç, beni hu bâdireden kurtardı. ii mler tarafından Bekirağa bölüğünde hap- dilen, dövülen bu genç arkadaş, bir İakatdin nın gazetesine dost olamazdı; böyle iken Ocaklı olduğu için, benim gibi bir Ocaklıyı korumak için kendisini teh- likeye atmış bi umhuriy etten sonra, bir gençlik kur yıpmayı pr gramına koyan (Ve. Ha, Pe) bir tecrübe mahiyetinde olu ak üzere Halkevlerini açtı; buralara partiden olmasın, bütün Türk geuçlerini toplamak istedi. Halkevleri bu gayeye erişebildi mi? Bugün (Ce, Ha. Pe.) nin en (yazar), o va- Ge er inin kapısı önünden bile geç- e ge 3 e, Halkevleri, Türk Ocak- larının YAL tutamadı; Tür kg ençlerini, yürekleri yüksek bir ideal i içi e çırpınan, birbirine iel birbiriyle tesanütlü bir Türk gen De yuğuramadı. Bug örüyoraz?.. Tek tek na- muslu, yi bilir, ietimal ruha sahip, kök telâkkisine candan ez ok... Fakat aralarında, üçer beşer temaya arka- daşhık bağlarından başka bir Spor kulüplerimizin spor nie bışka v bağları olmayan gençleri mu pe” sım kamplar haline koyduğuna da yıllar danberi şahidiz! Peki, bu böyle Merey& vvelâ kendinize, sonra bu gençlere inandırabildiğiniz madde üstü bir heyecan ve dâva kalmamıştır! Kâzım Nami DURU DI Yazan | “Prof. Suphi Meri İLERİ © | ME ee ötede yatlar, yolcu ve yük vapurları demirlemişlerdi. Gökte birkaç tayyare çelik gürültüleriyle alçaktan uçuyordu. Oğluma dedim: — İşte tam asri bir manzara. Bak, fennin vücude getirdiği son sistem, yeni, güzel nakil ve seyahat vasıtaları Oğlum, gösterdiğim manzarayla uğraşacağına bana pupayelken giden birkaç tane mavna gösteriyor, on- larla daha ziyade ilgilenmiş görünü- yordu: — Baba, bu yelkenliler Barbaros zamanında'da böyle miydi? O vakit- tenberi sanki hiç değişmemişler, de- ğil mi? Oğlumun, bu tezadı görüşü be- nim hoşuma gitti. Ancak bir. deniz müzesinde görülebilecek olan bu yel- kenlilerin gözümüzün önünde son sistem vapurların yanından fütursuz geçmeleri, hakikaten görülecek, düşü- nülecek, mukayese #dileşak hâdise- lerdeadi. Köprüden sonra, şöyle: Yedikule- oğru gitmek üzere tramvaya bindik. Kalabalık yollar üstünde tram- vaylar, otomobiller, kamyonlar dur- madan kayıp geçiyordu. Fakat Yedikuleye vardığımız za- man, şehrin bittiği yerlerde, yolsuz yolların üstünde, bir sürü öküz ara. baları, kağnılar ve develerin yavaş yavaş gelip gittiklerini gördük. Bu sefer de oğlum bana sordu: — Baba, Fatih İstanbulu fethet- tiği günlerde yine bunlar buralardan bu kadar rahatça geçmiyorlar mıydı ? — Evet oğlum! Sanki biraz öte- den, Fatih, beyaz atına binmiş olduğu halde bunların arka tarafından kar- şımıza çıkacak, bize selâm verecek gibi, değil mi? Yedikuleden Florya plâjına git- mek için demiryolu durağına doğru yolumuza devam ettik; biraz sonra küçük bir camiin kapısı önünde bü- yük bir kalabalık gördük. Oğlum: a, dedi, biz de bu camie iel, ne lari Floryaya bir tiren sonra gideriz; kuzum, gel, hatırımı kırma | ten ben o gün tâ Yeniköyden çocuğumun hatırı için buralara kadar gelmemiş miydim? Hemen kabul ettim. Tabii camie girmek için ayakkabıla- Na Panorâmâsi rımızı çıkarıp ellerimize aldı. Orada yanık sesli bir genç mevlüt okuyordu. Erkekten fazla kadın vardı. Kadınların çoğu çarşaflı, feraceli idiler. İçlerinden bazıları da, hattâ fazla EL den ağlaşıyor, bağırışıyo Orada fazla kaliiidan bir saat önce Floryaya varmak için acele ettik. Oradada kadınlar ve erkekler mayolarını giymişler, yani çırılçıplak olmuşlardı. Pilâjın: gazinosunda'da bir (hoparlör) durmadan İngilizce cazbant şarkıları söylüyor, insanın kulaklarını deliyor. Oğlum yaşına ve başına rağmen bu tezatlar panoramasının düğümünü, adetâ bir çocuk dehasiyle çözer gibi oldu: — Bir tarafta mevlüt, bir tarafta cazbant; bir tarafta mavna, bir tarafta tayyare; bir tarafta çarşaf, bir tarafta mayol.. Bu ne hal baba; birbirine uymıyan bu şeyler arasında biz yolu- muzu nasıl bulacağız Bütün cevap tedbirim şu kadar oldu: — Biz büraya düşünmeğe değil, “eğlenmeğe geldik. Haydi bakalım sen denize gir, ben de seni uzaktan sey- redeyim. Adesenin göziyle her hafta bir iş ve hedef: (Büyük Doğu) fotoğrafçısı di- yor ki: «Bu resmi, Beyoğlunda bir sinema- dikişlerinden o sökülürcesine, | yirtılırcasına açılmış ağızda, rehavetten mest gözlerde ve burunda, ruhumuzu dolduran müthiş ka- çarpıtan bir adamın değil, rontgen camında içtimai bir seciyenin resmini almışım /,

Bu sayıdan diğer sayfalar: