September 27, 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13

September 27, 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika No: Bununla Keira son m li dikodulara un e mahalleliyi ri ii Sabri Bugünün şarkısı Şâhit olsun şuna yer; gök ki, bükülmez kolumuz, Hak için al ezelden biz onun vullarıyız. Onün uğrunda ölürken bile SOMA e Hak için doğduk. ezelden biz onun kullarıyız. Açtık Allâb'a berâberce yanan kalbimizi, Bu asiz yoldan ewet, döndüremez kimse İ bizi, Yedi ecdâd boyu yükselsin. ufuklar denizi, Hak için doğduk. ezelden biz onun kullarıyız, M. Halük Tancıl Koptu gönüllerin neş'e veren arkıları, Anne göğsünde filizlenen Çocuk sevincinde gizlenen Sevgiler dökülün!.. Katilaşmış kalplerimiz sevgisiz, Sizi ilk damlalar gibi emsin balla Sevgi kollarında açılsın de Acıkmış bir çocuk gibi Sali yürekler, Dökül!.. tohum, tohum sevgi, Güne ve geceye!. Yâr yüreğinden, Tanrı nürundan. Nezahet b bınonlerini ikmal eden söylenmiş sözler, Bunları o mu söylüyorau Yarabbi? Yoksa hakkımaaki şahsi kanaatlarını Aradan um. ben mi ona mal ediyord cekti. Bunu da, yine, onun bir hareketinden anladım. bir müadet geçmiş- ti. Bir gün «Mecmua e ne yapip Yapıp babasınin tertemiz kapısına 'kumar sokmuş olması niz e tdk atteailemiyordu. Asıl işin kötü- sü, mahallenin gençleri bu pis kâğıt par çalarına leşe konan sinekler gibi gittikçe başlamışlardı. da kötü tarafı, (Koyun Dede) türbesinin karşısındaki turşucu Feyzullahın oyuncuların başına mesiydi. Bir rivayete göre Şakir Ağanın Sn bu tefecilik işini kendi açıkça yapa- madığı için Feyzullahı öne sürüyor, so - hira da faizi bolüşüyorlardı sterişçe Sabri he Feyzullah birbir- lerine hiç benzemiyen iki insan isel swf beden teşekkülâuna inhisar eden bu ayrılık bir tarata birakılacak olursa, tam taksim olmuş bir bütündüler. güçlü kuvvetli ve bilhassa kuşağının için- de yatan saldırmasını bir kedi başı ok- şar gibi mütemadi yak sag ta - vırlarına kabadayılıktan üstün balık çalımı veren bu âd vini yk, tefek, mavi akışlarında bir. balik dai- mi faaliyetini hissettiren Sabri ile hiç u- yuşamaz sanılırdı, Ama onlar, bekçi Hü- seyinin imama dediği gibi, hakikaten bir çanaktan rastık, bir çöpten sürme çeken mallardandı. Bu iştirakte zeki ve k naz Sabri dimağ, akılca ondan eksik, Me lah 3 5 ele faaliyetlerini bilmiyor değildi. De - ğildi ama, akışına y rmekte olan bu nehrin önüne nasıl durulabilirdi? İş yalnız bir turşucu ile bir kahvecinin oğluna münhasır kalmış olsa, lâfa bile değm kaşla göz arasında çanlarına ot tıkarlardı. Ama dâva, azlı- ğin hududunu çoktan taşmış bulunuyor - du, Eskilerin kötü dediklerine, fenalıktır diye kaçtıklarına, yeniler, kanadlanmış kuşlar gibi atılıyorlardı. Kahve söhbetle- ve, istihza, bu t kalınlaştırdı. » ya uğ - Ona bir ten hafif bir penbelik kapladı ta, ta.. e cildi âdeta şey kazandırmıştım. SAMİM <3 AYVERDİ NE tinin insaflı yâranı, eskiden lan kadılar, halkı haraca kesen ağalar, de rüşvet â mans'p (dağıtan sergerdeler, alimler müstebidler tanımıyor değildi yet bu kötülük, çokluğun baskısı alunda ezilip kahyordu. O zaman, cem kalarını birbirine bağlayan aile didi. o sağlam, kuvvetli ve hatasızdı. “Halbuki şimdi, hastalık onu tehdid ediyor, ona bu- lasmak, yere sermek hamleleriyle gün günder. ileri gidiyordu. Hâlis efendi kahveden içeri girdiği za- man hararetli konuşmalara baka'ak ku- lağının alışık olduğu bu çeşit söhbetler: den birini dinleyeceğini sanmıştı. Halbu- ki ummadığı bir dedikodunun içine düş- a bulundu. Mahalleye yeni taşınan bir aşlı doktorun genç ve güzel karısından bahsediliyordu. Ihtiyar kocanın bu kadı- nı, eski k dükten sonra aldığı söy- leniyor ve halkbe mevzua, doktorun kıs- kançlığı hakkında akla gelmez rivayetler- den bir kuyruk ekleniyordu. Şu dedikodu denen büyülü şerbet ne tatlı bir meşrup idi ki, ayni kâseye, müezzin Salim gibi gündelik adamlarla beraber ağır başiı geçinen kimseler de birlikte iğiliyot ve elden ele dolaşan bu artıktan, ne iğ- renen ne ii tiksinen oluyordu. Hi endinin hemen bu kahve soh- betlerine ürk ettiği görülmez, köşesine geçip otu rikmiş kâğıtları ya eder, yahut mes- lek otoritesini bozmamak için, elindeki kâğıtları evirip çevirir görünürken, belli etmeden de konuşulan sözleri dinlerdi. Ama bugünkü dâva, zaten ezgin ve bit- an yüreğini öyle yaralamış, öyle sızlatımıştı Ki, utanmasa ağlayacaktı. Oh, her halde çok tat: e shakriia bir histi bu. O karısını ünde bir kere bile kıskandığını ha- öleli İlk evlilik senelerindenberi irki a bir k olur, o da kıskananlardan olsaydı. (Arkası var) . Karşı kıyıda, heyecan- larıma ve zevkime cevap ve- ir işaret feneri gibi pırıl- dıyor. Hatıralar ülkesinin r, Şakir ağanın getirdiği bi- | Hakikat şu ki, ben Melâha- te sahip olmak istemiştim. Ben ona hâkim olmak istemiştim O ise bana ancak maddi e tının bir kısmını verebilirdi. Ruhuna değil ben, hiç e ta hakküm edemezdi. Çün di. O yaşta, bir iç hayatına sa- hip olamazdı insan. O iç haya- rübelerle, hayattan gelecek de nenmiş bilgilerle teşekkül ede- mıştım, Melâhatin masasının ö- nündeki sandalyaya, masaya, kolumu dayamak için ona yan dönerek, oturmuştum. Karşısın da hiç tanımadığım bir genç de vardı, yakışıklı bir genç. Bir | kaç kişi daha, Konuşuluyordu. ir an, biri eliyle çenemden çevirmiş gibi, başımı Melâhata çevirdim: Gözleri bir nevi hay- ranlıkla, karşıdaki gence takil- mıştı. Daha ben başımı çevirir- ken kendisine | baktığımı hisser- ti. Yüzünün tek çizgisi oynama dı. Sadece, biraz sonra, bakış - larının istikametini değiştirmek le kaldı. Fakat, çehresini, tüy- lerin açık renk pırıltısını belir - Başkalarının kendine karşı alâ- kasını eskidenberi bilirdi, Fa - kat yüreğime saplanan acıya belki ilk defa muhatab oluyor- du. O, bunu hafızasının bir kenarına kaydetti. Eminim, böylece, iç dünyasının yapısı - na bir kum tanesi daha katıldı. Ben, içimden kendisine doğ ru a seyaleye hiç bir suret- evap vermiyen, buna mu - kabil belki kendi varlığı baş- ka istikametlere akmağa hazır titreşen o kizın eli acıyı bir an bile kaybetmedi .celer gecesi, karanlıkla yalnız e onu düşüni Ma ie çak uzak. geld meme kıyısı... * Vetben, geceler gecesi onu bu kıyıdan seyrediyorum. Za- man aradaki me gittikçe açıyor, artı Değişmiyen kıyıların alla süne ya» hut parlak ışık yakın veya k Ka gibi bir ld dalgalanışiyle, ona ba- zan yak mı, bazan uzaklaş tığımı sanıyorum. Zihnime ba- kan gözlerim tamamiyle kör v- luncaya kadar, yahut o, tama- men uzaklaşıp soluncaya dar bu bir kıyıdan öbürüne iş& retleşme devam edecek Ol ! z 24. ve şim Mİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: