18 Kasım 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 2

18 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

GR ağ Slim inkılâbı - Sahte've yalancı Sofiler © Sahte ve yalancı sofiler, ham ve kaba softaların, güya din ve dini hikmetler plânında tam mukabil kutbudur. Ham ve kaba softaların gerçek din hikmetlerine nüfuz edemeyişi ve mütemadiyen nefsaniyetini din olarak ileriye sürüşü, nasıl başımıza, tamamiyle aynı cins ve meşrebin tersine dönmüş örnekleri halinde kü- für nesillerini çıkardıysa, onlardan çok daha evvel ve pasif seciye nümuneleri olarak da sahte ve yalancı sofilerin türemesine vesile oldu. © Pirinden itibaren birkaç kuşak doğru yol olarak devam eden ve Osmanlı İmparatorluğunun ilk şerefli ordu unsurlarına ruh ve seciye nefheden Bektaşilik, en kısa zamanda bozulmuş ve gitgide tefessuhte öyle bir hız ve mikyas kazanmıştır ki, hiçbir küfür mü- essesesi, önun temsil ettiği bozgun dehasına varamaz olmuştur. G Sahte ve yalancı sofilerin büyük kısmında silâh, ham ve haba sofi tipinin tersine olarak, göz boyayıcı nükte, telkin ve tesir altında bırakıcı meşrep, her işde telifçi, muvazaacı, oluruna bağlayıcı ve sulhçu seciye ve bilhassa sabit ve mutlak kıymetlere karşı gizliden gizliye müthiş bir suikast zekâsıdır. Sahte ve yalancı sofi, Bektaşilik üniforması al- tında, Yahudilerin ve Masonların ulaşamıyacağı bir içten tahrik dehasiyle, her dişi zarif (!) bir nükte be- lirten testeresini cemiyetin ruhi salâbet kökü üzerin- de gezdirirken, intisap iddia ettiği Melâmilik veya «Vahdet-i Vücud» culuk meşrebiyle de bütün günah- lara müsait zeminleri açar ve insan nefsaniyetini tan- rılık dâvasına kadar düşürür. & Ruh örgümüzün, beyin zarına üşüşen verem mik- ropları gibi sahte ve yalancı sofiler elinde lif lif diş- lenmesi neticesi olarak aldığımız büyük ahlâki yara, son devirlerin bile ilk âmilini ihtar edecek mahiyet- tedir, © Devirler boyunca bu türlü sahte ve yalancı sofi- ler, en küçük köylerde bile yerden mantar bitercesine birer «ajan» türetecek kadar kötü sirayetlerinin kendi kendisine inkişafını görmüşlerdir. Tarikat ve marifet taslayan şeyh edalı bu nevi echel ve esfel mikropların içinde, türlü üfürükçüler, gaipten haber verenler, dev- let ve istikbal dağıtanlar, tılsım ve keramet taslıyan- lar, namaz ve ibadet sevab bağışlıyanlar ve daha ne- ler ve neler vardır. Sahte ve yalancı sofilerden bir kısmının en ze- hirli tesiri de, derviş seciyesi adına heykelleştirdiği korkunç ruh tablosudur: Pis, hasta, dünya ile alâka- sız, iradesiz, tedbirsiz, bütün madde ve mâna hâkimi- yetinden uzak, nerede akşam orada sabah, topyekün içtimai vazife hissine lâkayt, kapıları çalıp «Şey'en lillâh» bir şey istemeyi ve dilenmeyi şiar edinmiş tip- ler... Devirler boyunca bütün vatan bu nevi derviş- lerle dolmuştur. © Bütün dinlerin ve medeniyetlerin anası olan ve asli rengini İslâmlıktan alan Doğuya, Avrupalının gö- zündeki sahte ve yalancı mânayı verdiren, işte bu sah- te ve yalancı sofilerdir! Onların en tehlikeli cephesi de, cahil insanları çabucak avlayıveren güya renkl ve sam'atlı ruh hâletleridir. © Sahte ve yalancı sofiler, muhkem ve mukaddes şeriat tablosunu önünden tahrip eden ham ve kaba softalara karşılık, onu arkasından bozan ihanet unsur- larıdır, Beşinci hüküm: İslâm inkilâbı sahte ve yalancı sofilerle olmaz. İdeolocya örgüsü - BÜYÜK DOĞU 4 1001 ÇERÇEVE : HOMURTU ÜTÜN Osmanlı tarihinin içinden bir ses, bir uğultu, bir homurtu gelir: / — Söyletmen (söyletmeyin), vurun! Bu sesin canlandığı, en büyük terkip ressamları- nı çıldırtacak kadar güzel ve mânalı tabloda şöyle bir manzara vardır: Bir şeyi; hakikat gördüğü bir şeyi, hak bildiği bir şeyi söylemek isteyen ve bunun icin ağzını şöylece $kıpırdatmış olan, yüzü kırış kırış ve gözleri kıvılcım kıvılcım bir adam; ve karşısında akur, kuduz, ağız- ları kaşlarına kadar açılmış ve kazma gibi çürük dişleri meydana cıkmış, tip tip insandan bir kalaba- lık: — Söyletmen, vurun! Tarihimizde bu ses, din, iman ve şeriat adına &yükseliyordu. Halbuki asıl iman ve şeriattir ki, mu- Zkaddeslerin mukaddesi ve mükemmellerin mükem- meli ruhiyle bu sese müsaade etmezdi. Söyleyen, bel- libaşlı hadler ve edepler icinde ne isterse söyliyecek- tir, sözünü son hecesinin son harfine kadar bitirecek- tir; karşısında iman ve şeriat, sütten beyaz, billür- dan şeffaf ve mermerden daha muhkem bir sükün ve huzur tavrile bekliyecektir. Neticede, hüküm ve ölçü neyse onu yerine getirecektir. Zira bir sözün, tam söylenmeden söylenmesinden korkmak, doğru- dan doğruya hak ve hakikatten korkmak mânasın- dan başka nereye cekilebilir? İman ve şeriat ise, biz- zat hak ve hakikat olmak haysiyetile hiçbir şeyden korkmaz. İşte, bütün bir tarih boyunca iman ve şe- riat anlayışımız! ) Bugün de, veni cemiyetin bir zümresi içinden, ayni ses, ayni uğultu, ayni bomurtu geliyor: — Söyletmen, vurun! Bu sesi çcıkaranlarsa, bu defa, küfür ve dalâlet adına hareket edivorlar; ve bunu, kendilerince, doğru yapıyorlar, Zira korktukları, meydana çıkma- sından tiril tiril titredikleri şey, hak ve hakikattir! & Dünkü, iman ve şeriati kendi kaba nefslerinde göl- gelendiren yobazların bugünkü neslinden bir züm- reye, bu defa da küfür ve dalâlet yobazı olmaktan& başka hangi nasip düşebilirdi ki? © Hey gidi, hikmetind hayran olduğum Allahım! Renkler ve çizgiler değişiyor, fakat asıllar yerli ye- rinde kalıyor! Evet, söyletmen, vurun; zira boş bulunup da söyletecek olursanız, meydana sadece hak ve haki- kat çıkacaktır! Necip Fazıl KISAKÜREK a

Bu sayıdan diğer sayfalar: