18 Kasım 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4

18 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tefrika: 29 a Asiller çevresi KUREYŞ Kabileler ÂİNATIN Efendisini içinden çıkaran Mustârabe Arapları- nın, İsmail Peygamber soyundan geldiklerini ve bunların Hicaz'a yerleştiklerini bildirmiştik. Arabistan Yarımadasının Nur ışıltılarını görmek üzere bulundu- ğu demlerde, bütün Yarımadada üç soy insan vardı: Kahtan oğulları, İsmail oğulları; ve birkar kabileye ayrılmış, parça parça Yahudiler., Kahtan oğulları, Âribe, yani iz- leri silinmiş ve nesilleri tükenmiş en eski Araplara halef e eski yerliler... Öz yurtları Yem Kahtan oğulları, üc ana luna ayrılmıştır: Kadâe, Kehlân, Ezdi... Kadâe bölümüne bağlı kabileler: Kelb, Tennuh, Cüheyme, Nehd, Uzre, Eslem, Belma, Selih, Dac'âm, Tağleb, Nimr, Esed, Teym, Lât ve- saire Kehlân bölümüne bağlı kabile- ler Bedii, Has'am, Hemdan, Kinde, Müzhac, Tay, Lâhm, Cüzam, Âmile vesaire... Ezd bölümüne bağlı kabileler: Yemendeki Himeyr'lerin, bir kıs- mını teşkil ettiği bu bölümde de, Evs, Hazrec, Huzâl, Gassan ve Devs kabileleri... İsmail oğullarının, ileriye doğru birçok çizgiye bölünen kollarına, hep birden, bütün kabileleri ve on- ları birbirine bağlayan ana bölüm- leriyle beraber, Adnani ismi veri- lir İsmail oğulları icinde dağılma merkezi Adnan'dır. Adnani nisbe- tin en sağlam sube noktası Mudar... Mudar'a bağlı kabile bölümlerin- den başlıcası Handef... Handef'in en şanlı kabilesi Kureyş... Kurey- şin en üstün çizgisi de Hâşim ko- lu... Hâşim kolu, âlemlerin o güne kadar zâhirde mahrum bulunduğu insani kemal noktasına bağlı ol- mekân mak bakımından, ayrıca hiçbir tav- sife Meşin değildi Şöyle k O, bütin kâinatın hulâsası... O- nun bağlı olduğu vi Bura Hâ- şim kolunun geldiği K kabi- lesi, Kureyş kebllöğinin. iliştiği Handef: grupu, Handef grupun vardığı Mudar topluluğu, Mud topluluğunun ulaştığı Adnan mer kezi; ve Adnan merkezini İsmail ve İbrahim Peygamberlere bağla yan dosdoğru yol... Kâinatın Özü nü, binlerce sene geriye doğru nis* istılan ASAVVUF ehlinin ilk tabaka- larında, bu yolun inceliklerini, hedeflerini ve meselelerini isimlen- dirmekte kullanılan ıstılahlar şun- lardır: Nefs Nefs, lügatte, ceset ve ruh, yahut bir şeyin vücudu ve aynı mânala- rına gelir, Tasavvuf ıstılahı olarak nefs, insanın illetli sıfatları ve kötü ahlâkının mekân ismi ve toplayıcı çerçevesi diye kullanılır. Bu sıfat- İarın bir kısmı, günahlar, mâsiyet- ler ve Şeriat emirlerine aykırılık- kötülük yolunda kazanmasiyle hâ- sıl olur. Bir kısmı da insanın, ya- radılıştan kötü huylarına ait şey- lerdir ki, asıllariyle fenadır. İkinci kısım, devamlı mücahede, çalışma, didinme ve kendi kendisiyle cenk sayesinde ortadan kalkar ve Alla- hın lütfiyle iyi ahlâk ve keremli sı- fatlara inkılâp eder. Allahın, in- sandaki seyyieleri hasenelere dön- dürdüğüne ait ilâhi düstur, bu $ir- ra işaret eder. Birinci kısım, Şeriatin yasak et- tiği ve fıkıh kitaplarının teker te- ker saydığı kötülükler cümlesin- den, zina, içki vesaire gibi fenalık- larla doğar. İkinci kısım, kötü ahlâk unsuru olarak, kibir, benlik, gazap, kin, kıskançlık ve' benzerleridir ki, ta- savvuf ve ahlâk kitaplarında tafsi- lâtiyle yazılıdır. Nefs hallerinin en kötüsü ve en müthişi, ileriye geçmek ve sivril- Bu / ehliyet görmektir. Bu hal, kâmil olmıyan şeyhlere bağlanmış derviş (Zİ lerde çokça bulunur Nefs, insan hin kötü ahlâ* lar gibi, insanın kisbi, yani bizzat dır mek gibi şeylere, kendinde hak ve ka mekân teşkil eden, ruh gibi bir lâtifedir. Nasıl ki, ruh, aynı insan kalıbında, iyi ahlâka makar bir lâ“ tife olduğu gibi... Böylece ruh ile nefsin ikisi de; € insanda toplanmış olur. Göz, gör“ menin yeri; kulak, işitmenin yerii burun, koklamanın yeri; ağız, tad almanın yeri olduğu, bunların hep* si birden insanda toplandığı ve bunlar ayrı ayrı bulunmalarına rağmen, gören, işiten, koklayan ve tad alan tek bir insan olduğu gibi, iyi ahlâkın yeri ruh, kötü ahlâkın yeri nefs olarak, her ikisiyle bir- likte mânası meydana cıkan da in- sandır. Nefsin, «emmâre, levvâme ve mutmaine» olarak dereceleri var- Cenk Nefsle cenk, tasavvuf ıstılahı ola- rak «muhalefet-i nefs» diye kulla! nılır, Zira, hava ve hevese uymak, sahibini, Hak ve gayeden uzaklaş” rır, Nefsine muhalefet ve onunla cen- ge tutuşmak, ibadetin başıdır. Denilmiştir ki: i «— Nefsinin şimşekleri doğan adamın, insanlık güneşleri batar.» Nefse kapılanmak, Allaha yak- laşmaya mânidir, Bu yola düşenlerin, nefslerinden razı ve hoşnut olmaları, ne şekilde doğru ve akıllıca olabilir ki, Yusuf Peygamber, koca bir nebi olduğu ve en yüksek ruh makamına eriş- miş bulunduğu halde, nefsin em- marelikle sıfatlı halini anlatmıştır. Nefsi hava ve hevesten alıkoy- mayı emreden bir âyette işaret bu- — — 1 iii yi “vi .— feş i vik

Bu sayıdan diğer sayfalar: