18 Kasım 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 8

18 Kasım 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

* İFLÂS İflâş üstüne iflâs gidi- yor! Zira harb yıllarında, hangi numarasına göre ynanırsa oynansın, bire 35 misli getiren ticari ru- let tablosunun 9 yıllık ka- nunu birdenbire değişmiş- tir. Artık bilye sıfıra doğ- ru incizap göstermekte... Malüm ya, rulet oyununda sıfır hanesinin kârı ev sa- hibine aittir; ve bizim memleketin halkı da bu tüccar kumarbazların gö- zünde sıfırdan başka bir şey değildir. Hep, sıfırı so- sıfırın üstünde durmak alâmetleri göste- riyor, sıfıra büsbütün $sı- fırı tükettirmek için bütün varını yoğunu numarala- ra basmaya alışanlar da birer birer iflâs bayrağını çekiyor. Fakat bu baylar- dan, şu ânda iflâslarını ge- rektiren kayıplarla bugü- ne kadar halkı iflâs etti- o ren kârları arasında gizli bir muhasebe kaydı elde etmek mümkün olsa, bir- a a aa a kaç iyi niyetli ve zavallı tüccar müstesna, son iflâs- ların, son buhran vesile- siyle son borcları ödeme- mek irin alınmış iktisadi bir tedbirden başka şey olmadığı görülür. Yani son iflâsların büyük bir kısmı, «terk-i ticaret» ilânından başka bir şey değildir. Hesap gününün horozu! Artık başla ötmeğe, yahu! X* KANUN Matbuat Kanununu bek- liyoruz! Onu bekliyenler arasında, türlü muhtaçlar, mecburlar, mahkümlar, e- depliler, edepsizler, utan- gaçlar, yırtıklar, emniyet ve masuniyet düşkünleri, iftira ve tecavüz hünerli- leri, her cins ve meşrepten kalemler ve #azeteler var- dır. Zira Lâstik Sait'ten Namık Kemal'e kadar bü- tün tezatları sinesinde top- lamış olan işbu «Bâbıâli» cihanda mevcut en süfli insan örnekleriyle en ul- visini aynı çuval içinde toplamış bir sarip kâr evi- dir; ve şimdi bu ev, tepine tepine Basın Kanununu istemektedir. Kimine göre yeni tasarı bir inkisar mevzuudur, kimine göre de bir yemdir. Kimi şöyle olmasını, kimi de böyle ol- masını istemektedir. Hey- hat ki, hic kimse, (kalem piyasasına yaraşan tek cevher fikir olduğu halde bu piyasanın tek noksanı da fikir olduğu icin,) bu dâvanın muhtaç bulundu- ğu esasları ortaya koya- Ne Bekledik, Ne Verdiler? Ne İstedik, Ne Aldık? GPÇEN yıl Büyük Millet Meclisine veri- n iki lâyiha yüzünden büyük arbede- a kale Bu lyhalardan biri tek imzalı, rü ise 21 imzal ai imzalı er mucip sebeplerinde aynen şunlar vard «Köylerde din adamlari kalmamıştır. Hat- bilmiyen ve Fâtiha” vardır. İlâhiy -Madis elerin mamaktadır Basın Kanununun sade- ce iki esasa ihtiyacı var- dır: 1 — Fikir ve ilmi haki- kat plânında tam hürri-' yet... 2 — İsbat edebilmek şartiyle her iddia ve isna- da izin; aksi eee vi en ağır MN Nasıl, Nuh'un gemisin- deki çeşitlerden daha çe- şitli mahlükların kötüleri! Bir arso tabirle böyle bir «harbi» işe var mısınız? «Varım!» diyemezsiniz; MAZI yı ezbere okuyamıyanlar at Fakültesini ifade etmek için de, oraya seçilen profesörlerin meşrep ve şah- siyetlerini, şöyle uzaktan belirtmek yeter... Bunlar arasında, kendisine soyadı olarak «Bu- da» ismini alacak derecede Müslümanlığa bağlı (!) insanlar bulunmaktadır... İlk mekteplerdeki din derslerinin hali ise yan kimseler mektedir. Hara içlerinde, Kur'an okumayı tâ cenaze yıkamaktan anlıyanlar bile azalmış- tır. Herhangi bir mütehassıs -bu kelime ne hazin!- cenaze yıkamak üzere bir köye gider- ken başka bir köydeki cenazenin taaffün etti- ği bile vâki olmaktadır.» Bu acı misal, din ihmalinin nerelere kadar vardığına en kat'i şahittir. Bu ve buna benzer nice şey üzerine «İmam ve Hatip Kursu» ile «İlâhiyat Fakültesi» ne kadar bazı din öğretim müesseselerinin açıl- ması kabul edildi. Fakat kurs olsun, fakülte olsun, ihtiyaca cevap ğer e ve ve isminin belirttiği gayeye hizmet edebilmek imkânmdan «mümkün» n — haddiyle uzaktır. Kursta oku- dinin zarüretleri öğretilme- büsbütün feci... Dini, bilhassa genç ve hiçbir dini inceliğe aşina olmıyan öğretmenler elin- de büsbütün başka türlü göstermek istiyor- lar. Bu tarzda öğretmenlerden birinin, Antal- yada bir mektepte, talebesine: «-— Namazdan ne çıkar? Allah ona muhtaç mıdır? Siz fakirlere iyilik etmeğe bakın!» Diyecek kadar din adı altında dinsizlik der- si vermeğe kalktığını duymıyan kalmamıştır. Biz ne istedik, ne verdiler? Ne bekledik, ne aldık? Açaba onlar da intihan sandığının 'ba- şında bizden ne bekliyecekler ve ne alacak- lar? Fakat aramızda şu fark var ki, onlar biz- den vermediğimizi almayı, yahut almış gö- rünmeyi bilir de, biz, vermeyi va'dettiklerini almayı bilmeyiz, Abdürrahim ZAPSU

Bu sayıdan diğer sayfalar: