23 Aralık 1949 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 16

23 Aralık 1949 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 16
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B. M. Şevki Erkan, Konya — Ya- şar Nabi isimli şahıs hakkındaki öf- keli vazınızı okuduk ve #süzel öfke- nize bütün kalbimizle ortak olduk. Namaza intidai diven, Hac ve Z2e- kâtı tatbik kabiliyetinden mahrum gören, orucu sıhhate uygunsuz bu- an bir zavallı, sade küfrün zift renkli iklimine sirmiş olmakla kal- maz; aynı zamanda da şeytanların bile süleceği bir ahmaklık, cahil- lik ve nasivpsizlik belirtmiş olur. Hoşca kalın ve sinirlerinizi okuv- vetli tutun! Her sey, bu dünyada, Allahın hikmetinden narlak bir de- lildir. Onun mühürlediği kalbleri açmaksa, imkânsız... Saygılar... Tavşanlı Büyük Doğuculamn — Mektubunuzdan v»ek hoşlandık. Bu hususta en veciz mukabele, onu id PP aynen neşretmektir; «Kasabamızda çıkan Tavsanlı Postası isimli gaze- teyi, size ait bir vazısı dolayısiyle takdim ederken acı duymaktayız. Böyle kendini bilmezlere cevap vermek tenezzülünde bulunmıya- cağınızı bildiğimizden, biz, Tavşan- lı Büyük Doğucuları, ona cevap ve- riyor ve söyle divoruz: İckili ağızla Kur'andan âvet tercüme etmek cü- retkârlığını #östererek şuna buna nasihat etmeğe kalkışacağına, ol- gun bir Müslüman olduğuna inana- rak bes vakit namazımızı ardında kıldığımız sevsili babacığının şere- fini düsün de, geceleri ve pazar günleri kendinden geçinciye kadar içip, carşı ve caddelerde yalpalıya- rak dolaşmaktan kurtul!» Tavşanlılılar! Size hürmet ve GALA ALLA AA Cla KAF pi Kader Riyaziyesi (Başı 14 üncü sayfada) etmek lâzımdır. Bilhassa hatırla- manın zamanıdır ki, biyolojik tec- rübelerin de sösterdiği gibi bazı yı- lan nevilerinde bevin unsurunun üçüncü buudu pörecek merkezi yoktur; vani bu hayvanlar üzerin- de yapılan ısık ve renk tecrübele- rinde, onların derinlik mefhumunu sezmedikleri tesbit edilmiştir. İn- san beyninde de derinlik buudu- nu idrak edici merkezin bulunma- dığı, tıbbi bir hakikattır. Ancak çift sözle görmenin girift ve itiya- di bir neticesi olaraktır ki, insan, üçüncü buud olan hacim mefhu- munu kavrayabiliyor. O halde ilk iki buuddan sonra, ücüncü bu- udun bile hayli zorluk isteyen bir idrak melekesine muhtac bulun- duğunu anlıyoruz. Riyaziyenin bir mütâsı olarak, birinci buudun, ya- ni düz hattın cebir ifadesi, tek de- receli bir müadeledir. İkinci buu- dun, vani teşekkül etmiş bir sathın cebir ifadesi ise iki dereceli bir mu- adele... Üçüncü buud olan hacim esası, cebir muadelesini ücüncü de- receye cıkarıyor. (Aynştayn) sayısız buudlar sis- formülle belirtmiş ve (N) verine (4) koyup temini #eniş bir rivazi muadeleyi hallettiği zaman, fizik- teki zaman formülüne ulaşmıştır. Mekân hükümlerinin, zamanla mu- kayyet olmadıkça kıvmet etmediğini #ören (Aynstayn) dör- düncü buudu, kat'i olarak zaman kabul etmiştir. Şu halde mademki (Aynştayn) a söre kâinat mütena- hidir, ona bağlı olan zamaninın da, bir hendese sistemi olarak aynı te- nahi prensibini belirtmesi lâzım- ır. Hattâ (Avnştayn) a söre 'Arz, üc buudlu bir sistemin, zaman sat- hiyle kesilmesinden doğan riyazi bir bütündür. Dâvanın en mühim noktası, zamanın, kâinatın her nok- tasında bulunmasının sart olmayı- şıdır. Zaman muavyen olduğuna göre, biz, (Aynştayn) ım avnen de- diği gibi «hep zaman halısı üzerin- MAAŞA A A KM ifade muhabbet... Yakında orada olaca- ğız! B. Cemaleddin, Düzce — Bizi ve dâvayı ne süzel anlayanlardansı- nız! Gercekten din ve iman mev- zuunda sanatkârane bir telkin ve hissi bir tesir, kışırda kalan ezber- cilik malümatından cok daha ile- ridedir, Zira o malümat, bâtınında» ki ruhla beraber verilmedikce da» ima yarım kalır ve deriden içeriye nüfuz etmez. Halbuki hissi tesirle- rin bir ok sibi kalbe işlediği görü- lür. İşte vâizlerimizin bilhassa ahrum bulundukları nokta!,. Kü- für diyanetlerinin papazlarında bu sanatkârane cephe pek kuvvetli- dir. Maalesef kendilerini Müslü- man savan bazı ilim adamları, ter- biye ve telkin bakımından bu son derece nüfuzlu silâhı unutuyorlar ve her sevi kuru akıl plânında, ku- ru unsurlarla bildirmeğe bakıyor- lar. Kurtarıcılar oKurtarıcısının «Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız; acılaştırmayınız, tatlılaştırınız, kor- kutmayınız, sevindiriniz!» tarzın- daki emirlerinin mihrakında pırıl- dıyan nuru biraz sezseler, bu kuru insanlar, ne kadar yumuşarlar ve gerçekten ne tesirli bir hal kaza- nırlardı. Aralarında sizin gibi bir kıvmeti #örmekle cidden bahtiyar olduğumuz bütün din adamlarına bu incelikleri ithaf ederek duaları- nızı rica ederiz. İhtiram... de sineklere benzeriz ve ona inti- bak zorundayız»... Buraya kadar (Ayvnştavn) ın bazı nazariyelerini * göstererek, fakat daima o nazarivelerin seyrine sadık kalarak takiv ettiğimiz dâvaya şimdi birdenbire yepyeni bir mecra ve terkin verebiliriz. (Aynştayn) gibi, bazı cenhelerile iman dâvasını kuvvetlendiren, bazı cephelerile de bozan bir anlayış sisteminin ilk hu- susiyetini ikincisinden tefrik ede- rek bir senet dive kullanmak ka- bil olabilirse, su hükmü vermek zaruri olur: Demek ki, biz önce- den, namütenahi ince nakışlarla bir halı “ibi islenmis zaman sat- hının üzerinde, belli başlı bir hız- la atılan bilvelere benzivoruz. Bu takdirde, intibaka mecbur olduğu» muz zaman sathının nakışlarını ta- kip etmek bakımından, kader mefhumu kendi kendisine meyda- na cıkmış ve isbat edilmiş oluyor. Gramofon diskinin üzerindeki iğ- ne #ibi kaderimizin nakışlarını nokta nokta terennüm etmekle mü- “kellef oluyoruz. Dr. Halük Nur Bâki | bele

Bu sayıdan diğer sayfalar: