3 Ekim 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 8

3 Ekim 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURÎYEY S Birinciteşrln 1935 KUçUk : hikâyej Yirmi iki kişilik aşk = ^ = Henry Bordeaux'dan Serbest sütun Babıalî kapısıî Babıâli kapısı demek eskiden yanlış telâkki edılirdi. Fakat, Babıâli bir da ireve alem ve has isim olduktan sonra o dairenin kapılarına Babıâli kapısı veya Babıâlinin kapısı demekten başka çare yoktur. Babıâlinin kapılarmdan biri, tarihî kıvmeti haiz olanı Soğukçeşme tarafındaki kapısıdır ki yıllarca kapalı kal dıktan sonra nihayet açıldı ve yıllarca harab durduktan sonra, nihayet tamir edildi. Eski eserlerle alâkadar ve bu işlerde mütehassıs olan bir okuyucumuz Ba bıâli kapısının tamirinde noksan gör düğü noktalar hakkında, bize şu mektubu gönderdi; aynen basıyoruz: «Alay köşkünün karşısındaki Babıâli kapısı senelerce harab ve murdar b±r halde durduktan sonra nihavet tamirine karar verilerek ameliyata başlandığını çok sevmcle gördük, çok ihtimamla yapılan inşaat ta bitti. Şayani teb riktir. Fakat bazı noksanları olduğunu görüyorum. En ziyade çırkinlıği kapı nın arkasmda koca ambar gibi olan ahşab kısım teşkıl eder. Önce de ahsabdı; fakat madem ki yeniden tamir edıli yor, burası mutlak sıva olmak gerekti. Fazala olarak gerek bu ambara, gerek cepheve istibdad zamanında pek makbul olan o mahud sarı badananın vu rulmasıdır. Şimdi bence bunda yapılacak şev, arkadaki tahta kaplamanm üzerine tel kafes gerilerek üzerini sıvamak ve sarı boyaların yerme mutedil bir renk, meselâ krem dedikleri boyayı sürmektir. Kapının cephesindeki üç mermer turayı taşçıya kaz.ıttılar. Tarihten bir parça imha edilmiş oldu. Halbuki Top kapı sarayının zengin bir tuğra kolleksiyonu vardır. oraya göndermek, yahut tuğraların üzerlerini bir sıva ile ört mek lâzımdı. Çirkin gördüğüm işlerden biri de şudur: Kapının iki tarafmdaki fener direk lerinin yanları, zemıni çimento ile sıvandı ise de sol tarafı düz olduğu halde sağ tarafı meyılli olmuştur. Düzeltmek lâzımdır. Nihayet cephenin eski resimlerinde görüleceği veçhile, yandaki duvarda bir süs olmak üzere sıvadan münhani bir etek silmesi yapılmıştı. Bunun gene yapılmaması bir nakisedır.» *** İzmirde incir amelesinin derdi Parti teşkilâtı bunlarla alâkadar oluyor Izmir (Özel) Şehrimizde bu mevsımde hararetli bir incir islemesi olur. Bu işçilerin sayısi hemen hemen or binden fazladır. İş 2 av sürer, bunların bir kısmı gün delikçi, bir kısmı da kötürü çalışan işçidir. Günde, sa bah karanlığında başlamak ü z e r e , hemen hemen on Izmir Pcnrti başkasekiz saat çalışır m Avni Doğan lar. Gündelikleri 3070 kuruş arasındadır. İncir işlemek çok zordur. Bu büyük kafilenin, mües sese sahiblerinden gördükleri muamele, son zamanlarda gerek Partice, gerekse hükumetçe önemle göze alınmıştır. Patronlar, gündelikleri, diledikleri gibi indirir. çıkarırlar. Kötürü çalışanlara aid fiat listesini, pesin değil, ancak iş işlendikten ve hesab başına geldıkten sonra meydana çıkarırlar. Bundan başka, esasen çok az oan bu gündeliklerden «Baladur parası» namı altında günde 10 kuruş keserler. Baladur, müessese sa hibine işçiyi temin eden bir nevi ağa dır. Hem işçiden harac alır gibi günde 10 kuruş kestirir, cebine atar, hem de patrondan yevmiye 10 lira alır. Baladur derdi bu işçilerin vıllardanberi şikâyetlerini mucib olmaktadır. Parti başkanı Avni Doğan, son za manlarda bu isle alâkadar olmağa başlamıştır. Kendisile konuştum. İşçilerin yukarıdaki şikâyetlerini ve kendilerinden muvazene, buhran vergisinin a hnmaması lâzım geldiği hakkında ki fikirlerini anlattı. Baskana göre, bu işçiler, Partinin işçi birlikleri gibi bir birlik teşkılini ve bu suretle birliklerin genel bürosunun kendı azalarına yap tığı sovsal ve sağlık yardımlardan faydalanmak istemiş ve bunu yapmışlar dır. Parti, onların şikâyetlerıle ilgılen miştir. Bu işçilerin bir kısmı, başka meslek sahibidirler ve diğer birliklere kayidlidirler. Bu itibarla kendileri, İncir İşçileri Birliğine karşı ayrı bir ta ahhüdden istisna edilmişlerdir. Geriye kalanlar bir iş mevsimi için 40 kuruş vermekte, buna mukabil birçok yar dımlar görmektedirler. Keza ihtiyarlar ve çok genc yaştaki işçiler de müstes nalar arasındadırlar. Baladur parasının hiç olmazsa beş kuruşa indirilmesi istenmişse de mağaza sahibleri buna yanasmamışlardır. İş kanunu çıkınca bu aksaklıklar ortadan kalkacaktır. Asıl acınacak cıhet, işçiden hergün 10 kuruş kesen bu müessesele rin, işçilerin kendi birliklerine hastalık, doğum, ölüm, işsizlik gibi hallerde yardım görmek için verdikleri haftalık beş kuruştan iki aylık 40 kuruş aleyhinde propaganda yapmakta olmalan dır. Baskan dedi ki: < Eğer bu merhamette samimî ise ler Baladur parasının yarıya indirilmesi hakkındaki Parti teklifini kabul ederler. Parti avni zamanda hiçbir taahhüd akcesi almağı ve cüzdanları parasız vermeği kabul edecek kadar isçi lehine fedakârlığa hazırdı. Bu derece güzel bir teklife onları yanaştıramadık Bu da gösterdi ki işçi haklarını koruyacak kanunlarm çabuk çıkması bir borc ol muştur. Celâl Bayar İzmir birliklerin deki söylevinde, bu devre için, kanunun çıkacağını bize vadettiler, biz de bunu kuvvetle umuyoruz.> Tarihf roman : 65 Yazan: M. Turhan Tan Genc Akıncı, Voyvadalar sarayı tarihine unutulmaz bir hatıra işlemek istiyordu! Efendimiz biraz dolaşmak, hava almak istiyorlar. Yanında benden başka kimse bulunmıyacak. Ahıra koş, iki at hazırlat ve bana haber getir. Voyvadanm gözbebeği sayılan Aldemirin ağzından çıkan söz, Voyvadanm ağzından çıkıyor demekti. Ondan ötürü uşak etekleri ıslık çala çala ahıra koştu, Mustafa da kendi odasına gitti, bir tarafa sakladığı hünkâr armağanı palasını taktı, gene geri dönüp eğlence dairesinin önunde beklemeğe koyuldu. Biraz sonra uşak atlann hazır olduğu haberini getirince, genc akıncı telâşsız bir sesle şu sözleri söyledi: Efendimize haber vereyim. Sen aşağı in. Biz geliriz. Şuraya buraya konmuş mumların öl gün ışığı arasmda Mustafa ile Maryanın yanyana koridorları geçişi, görülecek bir şeydi. Voyvadanm geceyarısından sonra geziye çıkacağını duyup ta yataklarıa dan fırlamış, koridorlarda, sofalarda sıralanmış olan uşaklar, subaylar, en küçük bir kuşkuya düşmeden yerlere kadar iğiliyorlardı, Voyvada sandıkları Maryayı selâmhyorlardı. O geniş kürk, o iri isküf, o uzun içzmeler, yüzü şalla sarılı kadına gerçekten bir Voyvada biçimi veriyordu. Gerçi boyda, ende bir başkalık vardı, yürüyüş te erkek yürüyüşüne benzemiyordu. Lâkın uyku sersemliği geçiren uşaklar fılân, bu ayrılıklan seçecek durumda değillerdi. Zaten onlar Dra » külün yüzüne bakmaktan korkan, önünde hep yere bakan kımselerdı, şimdi de onun endamını, simasını değil, ayak sesini selâmhyorlardı. Mustafa, Vilâdın başını koltuğunda taşıyordu. Saray adamları belki o kol tukta birşey olduğunu görüyorlardı. Fakat bu şeyin ne olduğunu merak etmekten çok uzak bulunuyorlardı. Yalnız genc kölenin eğlence odasında uzun saatler kaldıktan sonra efendilerile başbaşa geziye çıkmasını kıskanıyorlardı. Böyle bir şerefe ermek için onların hepsi olgun yaşlanndan sıynlıp genc olmağa ve bu gencliği Vilâdın oyuncağı yapmağa hazırdı lar. Işte Jbu duygu ile aslan yapılı Aldemirin ardından diş gıcırdatıyorlardı. Genc akıncı ve onun yanıbaşında dişi bir aslan kesilmiş olan Marya, işte bu dekor içinde avluya inmişlerdi, hazırlanan atlann yanına varmışlardı. Yarım düzine ahır uşağı yukarıdakiler gibi uyku ser semliği içinde bekleşiyorlardı. Mustafa, efendisine hizmet eden bir köle gibi, saygı ile Maryanın koluna yapıştı, ata bindirdi, türkçe ve yavaşça mırıldandı: İyi tutun, düşme, beni sıkıntıya korsun. Ve kendi de eğere sıçradıktan sonra ahır uşaklarından birine seslendi: Yukan çık, nekadar adam varsa aşağı çağır. Uç beş dakika geçmeden bütün sa raylılar avluya yığılmışlardı. Once kendilerine bulundukları yerden ayrılma mayı emreden Voyvadanm şimdi avlu ya gelmelerini istemesindeki sebebi kes ü'remediklerinden telâş ediyorlardı. O nun herhangi bir düşünceye kapılıp yaman bir iş işlemesinden, avluda bir kazık korusu yapmağa kalkışmasından ürkü yorlardı, herifin sağı, solu yoktu. Durup dururken bütün saraylıları kazığa vurdurabilirdi. Fakat onlar düşlerinde bile görmedikleri bir sahneyle karşılaşacaklardı. Genc akıncı silâhını taktıktan, bir ata da bin dikten sonra kendine, taşıdığı kana ve ada yaraşır bir durum takınmıştı, Voyvadalar sarayı tarihine unutulmaz bir hatıra işlemek istiyordu. Bütün saray haikınm avluda toplandığını görünce, o dileğe göre, davrandı, ilkin Maryaya dönüp fısıldadı: Hazır ol, çevik davranf Ve sonra o kalabahğa döndüî Benim adım nedir, hep birden söyleyin de işiteyim. i Sekiz on düzine adam, jaşkın şa§kın ve hep birden haykırdı: Aldemir! Hayır. Benim adım Mustafadır. Türküm, akıncıyım. Buraya adımı de ğiştirip geldim. Çünkü Voyvada Drakülü öldürmek istiyordum. O, benim karde •> şimi, birçok ta yurddaşımı öldürmüşlü. Kalabalığın gözü Voyvada sandıklari Maryanın üzerine çevrilmişti, Aldemirin bu sözleri üzerine onun ne yapacagım heyecan içinde araştırıyorlardı. Voyvada sanılan adamın hareketsiz kaldığını görmek adamcağızları şaşırtıyor ve gözlerini faltaşı gibi açıp bırakıyordu. Mustafa, sözünü kesmedi: Türk hıncını unutmaz ve öcünü alır. Ben de Drakülü öldürdüm, ölülere verdiğim sözü yerine getirdim. Işte onun kafası!.. Kalabalık, havludan çıkan kesik başi görünce hayretten donakalmışlardı. At üstünde duran Voyvada ile Aldemirin elinde sırıtan kafayı birbirıne yakıştıra mıyorl><, birşey söyliyemiyorlar, bönböa bakışıyorlardı: Mustafa onlara ödevlerini ögretti: Vilâdın leşi yukanda. Şişip kokmadan kaldınn, bir çukura atınl Haydi Allahaısmarladık! , Onlar, o iki genc, atlannı mahmuzlayıp uzaklaşırken saraylılar birbirini iterek, çiğniyerek yukan koşuyorlardı. Bir türlü içinden çıkamadıklan şu korkunc bilmecenin anahtarını bulmak için eğlence dairesine üşüşüyorlardı. Orada Voy* vadanın cesedile karşılaşınca Aldemirin yalan söylemedığini anladılar, Maryayı bulamayınca da Voyvada sandıkları adamın kim olduğunu öğrenmiş oldular ve... hora tepmeğe koyuldular. Evet, hora tepiyorlardı, çünkü Vilâ* dın ölümü onlar için bir bayramdı, umul* maz bir bahtiyarlık demekti. Kabil olsai Aldemirin ardından koşacaklar ve elinî ayağını öpüp şükran duygulannı haykı* racaklardı. Bunu yapamaymca kendi &* ralarında sevinclerini belirtiyorlar, el ÇIH pıp oynuyorlardı. Mustafa Bükreşten Tuna kıyısma* Türk sınınna kadar uğradığı bütün köy^ lerde, kasabalarda ayni söylevi verdi^ Vilâdın kafasını gösterip ilerledi. Arka* sından ne yapıldığını düşünmüyor vo söylevini bitirdikten, kesik başı göster^ dikten sonra gene yola düzülüyordu^ Halbuki her köy, her kasaba da Bükrej sarayında yapılanı tekrarlıyor, genc a * kmcının arkasından bayram yapıyon du! (1) Lisenin onuncu sınıfmda yirmi iki ta' lebe hepimiz de ayni kadına âşıktık ve birbirimizi hiç kıskanmazdık. Zaten içi m zden tercih edilen yoktu ki! Büyük askımız müşterekti. Arkadaşlardan biri, sevgilimizden soğumağa başlarsa ona hep birden o kadar hor bakardık ki u tanarak tekrar bu sevda halkasına avdet etmeğe mecbur olurdu. Ders senesi nin başında Auguste Milan bu işe önem vermenin manası yoktur, diye tutturmuş lâkin sonunda teslim bayrağını çekerek birinci sınıf tutkunlar arasına geçmişti! Bu müşterek duygu aramızda gizli bir birlik kurmuştu. Heyecan ve esrar içindc yaşıyorduk. Kadının, bütiin bu ateşli kalblerden ve hummalı bakışlardan, hiç haberi ol mamıştı. Aramızda büyük bir cadde genişliğinde bir sokak vardı. Sınıfm pen ceresinden karşıdaki evleri gözden ge çirirken bütün heyecanlarımızı kendine bağladığımız sevgiliyi bulmuştuk. Sev gili aradasırada bu, buğulanmış camla nn arkasından görünür ve pencereye dayanıp sokağı seyrederdi. Bir gün aramızdan biri: Bu kadın sarışm! diye hsıldadı. Ikıncimız cevab verdi: Sülün boylu bir genc kız! Sarışın olduğu hemen hemen muhakkaktı, fakat gencliği hakkında bir fikrimiz yoktu. Çünkü aradaki mesafe gözlerimize ve görüşümüze emniyet vermi yordu. Fakat yavaş yavaş ona güzel bir vücudle iyi bir kalb izafe ettik. Herbi rimiz ona başka şekil bir güzellik ve riyorduk. Derslerimiz bile onun ha yalile doluyordu. Bir Yunan veya Lâ tin müellifinde bir kadm ilâh ismi geçti mi gözlerimiz karşımızdaki kadına çev riliyordu. Bizce Diane ve Nousicaa oydu, Ovide «Aşklar» ismindeki eserini yazmak için ondan ilham almıştı. Rou sardın şiirlerini okuduğumuz vakit hep onu düşünürdük. Yüzünün çizgilerini daha yakından görmek için Auguste Milan eldendüşme bir dürbin aldırdı. Fakat bu bozuk a leti hiçbir zaman ayar edemedik. Eşyayı büyütürken bulutlu gösteriyordu. Aşkta müteassıb olanlanmız, gizli ibadetimize bir safiyetsizlik getiren bu aleti kullan mağa taraftar değillerdi. Onun işe yaıamadığını gördüğümüz vakit geniş bir nefes aldık. Fakat Auguste Milan bu kadarla kalmadı. İhtirasımızı çoğaltmak için aş kımıza hakikî tafsilât bulmak istedi. O hakikatin mucizesine inanıyor, ve sev gilimizi yakından görmek istiyordu. Biz buna ihtiyac duymuyorduk. Aramızda bazı anlaşmamazlıklar oldu. İhtilâfımız perestiş etmek hususunda değil, perestiş etmek şekli üzerindeydi. İçimizde en tutkunu olan Clement Ravel bir gün karşıdaki pencereye istiğrak içinde bakıyordu. Auguste Milan onunla alay etmeğe kalkıştı: Yanılıyorsun. Bu sefer pencerede duran bir erkek! diyordu. Bahar gelmişti. Bir gün sevgilinin penceresi açıldı ve o göründü. Artık şüphe edilemezdi: Komşumuz hakikaten sarışındı. Onun daha iyi görünmesi bizim hayranlığımızı artırmadı. Camm aıasmdan bile onu hayalen iyice göremi yor muyduk? Bize bu kâfiyken Auguste Milan rahat bırakmıyordu. Halbuki biz sevgiliye bütün genclik hassasiyetimizi verivorduk. Onunla konuşmağı hangimız aklımıza getirirdik? Mesafeye ehemmiyet vermi yen bir aşk, o güzel yüzün yakınlaşma sile artmıyacak kadar kuvvetliydi. Au guste Milan bir izin günümüzde onu sokağın köşesinden seyretmemizi teklif et ti. Evvelâ reddettik. Peşinden koşmakla kadının adını dillere düşürebilirdık. îdeal bir mahlukun lise talebelerine gönül vereceği nasıl tasavvur edilebilirdi? Bir tehlike daha vardı: Liseden bizi göre bilirlerdi. Fakat uzun münakaşalardan sonra garibdir herkes inadcı ve kur naz Auguste Milandan yana çıktı ve karar verildi: llk izinli günümüzde, ara mızdan iki kişi bu güzel kadına yaklaşmak bahtiyarhğına kavuşacaktı: Tabü bunlardan biri Auguste Milan olacaktı. Diğerinin ismi kur'a ile çekildi ve bun da benim adım yazılıydı. Daha o dakikada kalbim atmağa başlamıştı. Onu görecektim. Bu, benim için ne büyük ve göz kamaştırıcı bir saadetti! O meşhur gün yağmur yağıyordu, Milanla bir kapının altında uzun müd det bekledik. Aradan iki saat geçti. Belki de kadıncağız o gün sokağa çık mıyacaktı. Böyle düşünerek gitmeğe karar verdiğimiz sırada kapısının önünde beklediğimiz evden sarışm, şişmanca ve iri, yaşlı bir kadm çıktı. Milan ağzını açmadan ben: O değil, diye atıldım. Bu yaşh kadının oelmoinı Mtemtyordum. Fakat bilinen bir yüz bir karika türde nasıl tanılırsa onu da öyle tanımıştım. Ona izafe ettiğimiz genclikten, gü zellikten, sîhirden hlân kendisinde eser yoktu. Rengi solmuş, yanaklan sarkmıştı. Şimdi hatırladıkça kadının pek te fena olmadığını görür gibi oluyorum: Onda, kararsız bir hayatla düşünce ve an neliğin çabuk sildiği melânkolik bir le tafet vardı. Fakat on beş yaşında bir gencde bir insafsız gaddarlık vardır. Müşterek sevgiliyi uzaktan nasıl parlak görmüşsem o gün de o kadar ihtiyar ve solgun bulmuştum. Auguste Milan kahkaha ile gülerek cevab verdi: O. o! Haydi gidelim; haydi gıdefim! Onun gülüşü bana fenalık veriyordu. Yanyana, konuşmadan yürüdük. Fakat evlerimize gitmek için ayrılacağımız vakit arkadaşım: Bana bak, dedi. Öbürlerine hiç bir şey söylemiyelim. Yoksa hem onlar bize fena halde kızarlar, hem de gülünc mevkide kalınz. Acaba? Acaba değil, muhakkak. Onlara kadının güzel, fevkalâde güzel olduğunu söyliyeceğiz! Arkadaşlarımıza, sevgilinin, uzakta gördüğümüzden çok daha güzel olduğunu yeminle temin ettik. Auguste Milan iyi tahmin etmişti: Beklemelerinden anladık ki eğer aksini söylesek bizi dayaktan öldüreceklerdi. O günden sonra smıftan karşıki pencereye bakmakta gene devam ettik. Yalnız Milanla ben bakmıyordum. Aklımızı oraya bağlamadığımız için sınıfm birincisi olduk. Fakat çok geçmeden ben gene gözlerimi o tarafa diktim ve gör düm ki Milan da benim gibi yapıyor. Bir ay sonra her ikimiz de hakikati u nutmuş ve mes'ud aşk kuruntumuza avdet etmiştik. VARAL Afyon Monopolunun verimli çalışmaları Aksehrin Doğanhisar nahiyesinden Ali Duyduk ve Akşehirli Nuri Taşçı imzalarile aldığımız mektubdur: «Akşehirin en güzel ve en çok afyon yetiştiren köylerinden biri olan Doğanhisar nahiyesinden Uyuşturucu Maddeler monopolunun emanet deposuna afyon teslim etmek üzere gelmiştık. Mo nopolun afyon teslim işlerinde göster diği kolaylıklar sayesinde verilen müddetın hitamından evvel afyonları de poya teslim ettik. Uzun zamandanberi afyon üzerinde devam eden aksaklığm Monopolca dü zeltilerek, bundan sonra bu önemli ihrac emtiamızın eski değerini bulmasına doğru adım atıldığını ve bugünkü ekonomik durumumuza göre çiftçi ve alıp satıcıları memnun edecek bir şekilde emanet depoya getirilen 1935 mahsulü afyonlarımıza fiat biçilmiş olduğunu ve şimdiden analizi bekliyemiyecek dar vaziyette olanlara beher kilosu için 3 lira avans verileceğıni gazetenizde o kuduk. Uyuşturucu Maddeler Monopolunun fiati tevazün ettirdiği gibi köylümüzün az miktarda çıkaracağı afyonlarına çok para alabilmek için tohum ıslahı işine de önem verdiği malumdur. Dün Mo nopol Direktörü Ali Sami ile görüştüm. Bu sene ektirilen nümune tarlalanndan iyi sonuçlar elde edildiğini ve Hacıköyde 24, Merzifonda 28, 60, Gümüş Hacıköyünde 19 ve benim köyüm olan Doğanhisarda 16, 20 dereceli afyon yetiştirildiğini ve önümüzdeki ekim senesinde bu işe daha ziyade önem verilerek ziraat fen memurları elıle ekilecek nümune tarlalarında tohumların armması yolile köylümüzün eline emeği değe rinde para geçmesi temin edileceğini söyledi. Şimdiye kadar yurdun her hangi bir yermde 14 dereceden yukarı afyon çıkmadığı halde bugün Monopolun bu ise önem vermesile bir mislinden daha fazla ki 28, 60 dereceye kadar afyon yetiştirilmesi cıdden takdire değer bir iştir. Uyuşturucu Maddeler Monopolunun gerek fiati teminde ve gerekse ıslah işlerinde çalışmalarına ve muvaffakiyetlerine halkımız namına teşekkürleri mizin iblâğını rica ederiz.> Akından Akına! Mihal oğlu îskender Bey artık P a ş ^ olmuştu, çadırınm Önünde tuğlar bulun* durmak ve pençeli buyuruldu çekmelc hakkını kazajımıştı. Bütün akıncılar, bileği bükülmez, gözü yılmaz, boynu.igil« mez bir kahraman olarak tanıyıp sevdik^ leri ve saydıklan ünlü başbuğun paşa o^ luşu şerefine bir sefer açılmasmı özlüyor* lardı, gözlüyorlardı. Onlarca paşalık îskenderi yükselten bir unvan değildi, belkî îskender tarafından kullanılmasile paşalığın yükseldiğini biliyorlardı. Lâkin bu unvan değişikliğinde onun başardığı büyük işlerin anlaşıldığmı, beğenildiğini gösteren bir işaret vardı, akıncılar bun dan dolavı seviniyorlardı. (Arkast var) (1) «Bir köle, insaniyetin lekesi ve belâsı olan bu canavardan yeryüzünü müebbeden kurtardı. Drakülün kesii başı bütün beldelerde dolaştırıldı.> «Engelin Eflâk tarihi S. 179». Camileri soyan kurşun hırsızları Süleymaniyede Dökmecilerde 91 sayılı dükkânda oturan sabıkah ve meşhur eski kurşun hırsızlarından Kör Hakkı ile meşhur sabıkalılardan Siirdli Seyfi ayni mahalleden Mahmudun son günlerde beraber dolaştıkları polisin dikkat gözünü çekmış ve odalarında anî bir arama yapılmıştır. Arama sonunda Kör Hakkınm yatağı altında 1 18 kilo küme kurşun bulunmuştur. Üç hırsız da yakalanmıştır. Po lis bu levha kursunlar hangi cami ve ya medreseden söküldüğünü anlamak için tahkikata devam etmektedir. Ankarada Belediye otobüsleri Birinci şııbe direktör muavini Cani Bürhan hâlâ tutulamadı Pazar günü muallim Lünteri yaralı Emniyet Direktörlüğü birinci şube direktör muavini Sadullah görülen lüzum yarak kaçan Bürhan hâlâ yakalanama mıştır. Polis kendisini şiddetle aramaktaüzerine Vekâlet emrine alınmıştır. dır. Tunadan Batıya Yazan Ismail Habib Yanlış yangın haberi İtfaiyeye Osmanlı Bankasında yangın olduğu haber verilmiş ve itfaiye hemen son süratle vak'a yerine hareket etmıştir. Fakat itfaiye bankada yangın olmadığını görünce geri dönmüştür. Yapılan tah kikat sonunda ocakta yakılan fazla ateşin bacadan fazla duman çıkarttığı ve bu yüzden yangın zannolunduğu anlaşılmış Bir kamyon bir ameleyi yaraladı Bir amelenin eli kesildi Dün saat 12 de Erenköyünde Bağdad caddesinden son hızla giden şoför Hüseynin idaresindeki 3526 sayılı kamyon, yol amelesinden Rizeli Yusufa çarpmış •e vücudünün birçok yerlerinden yaralamıştır. Dün saat 1 1,30 da Eyübde gazhane fabrikasında çalışan amele Mehmed makineye elini kaptırmış ve yralanmıştır. Mehmed Balat Musevi hastanesıne kaldırılmış, görülen lüzum üzerine sağ bileği kesilmiştir. Polis vak'a hakkında incelemelere başjamışür. iür. Yılın en mühim eseri; 50 makale ve 60 tane fevkalâde nefis resim Her kitabcıda bulunur Ankara Belediyesinin Rusyadan getirttiği otobüsler şehir dahilinde işlemeğe başlamıştır. Resmimiz otobüslerden birisini, bir durakta gösteriyor.

Bu sayıdan diğer sayfalar: