4 Eylül 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

4 Eylül 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aa m a — Eylll 1934 Oğlunu öldüren bedevi HÂBER'in z İk âyesi —-Son sayıfadaki resme bakın! — Yirmi yirmi beş sene evvel Ce- Zâire gene gitmiştim. 1926 da tek- Tar yolum düştü. İlk seyahatimdeki ahbaplarım- dan deveci Ebülfartut'a pazarda Tastladım. Günlerce süren kervan Yolculuklarında arkadaşlık ettiği- Miz için, ismini unutmamıştım, Arkasından seslendim: — Ebülfaştut! Yâ Ebülfartut! Yayına dokunmuşum gibi, asa- biyetle bana döndü. Gözleri faltaşı misali açıldı: — LÂ! Lâ vallahi... Ene müş Ebülfartut. Yani: — Hayır! Hayır vallahi... Ben Ebülfartut değilim... Buna rağmen oydu. Ta kendi- si... Seneler, onun üzerinde hiç bir iz bırakmadan geçmişti. Asla in - kâr edemezdi. Sesimi alçalttım: — Anladım... Mutlaka bir. ci- hayet işledin... Bir soygunculuk yaptın... Bu, zaten bedevilerin â - tidir... Hükümet, seni isminle or... Onun için hüviyetini bel- li etmemek istiyorsun... İsmini de- Biştirdin... Fakat, ben, seni ele verecek değilim... Dostunum.., Ba na, felâketli günlerimde arkadaş- hk ettin... Gözlerimin içine hüzünle bak- tı: — Seni tanıdım, ey Türk... -de di.- Zaten, ben, bir gördüğümü bir daha unutmam... Hayatımda pek çok soygunculuklar yapmışımdır.. Baskınlar vermiş, adamlar öldür- müşümdür... Lâkin, bu sefer, is- mimi değiştirmemin sebebi o de- gildir... Ben, Ebülfartut değilim... | — Nesin ya? — Doğrudan doğruya, — beni kendi adrmla an... “Hüsnü,, de... Yahut, babamın ismini zikrede- rek “İbnilmansur,, de... Ebülfar- tut deme... — Niçin? Oğlun bir hayırsız- hk mı etti?. — Oğlum yoktu... Oğlum yok- tu... — Niçin inkâr ediyorsun? Ve- lev ölmüş bile olsa, gene senin oğ- lundur... Siz Araplar, erkek evlât- larmızla iftihar edersiniz, İlk oğ - hanuzun ismini alırsınız... Senin de Farsus isminde bir çocuğun doğmadı mıydı?... Bunun üzeri - ne, sana Ebülfarsus diyorduk ya... — Sus... Sus... Ben, baba olma- dım.., Bak, ya efendi, anlatayım da dinle,.. Bizim kabilede, biz, devecilik | #derdik... Sekiz arkadaştık, ker - Vanlar teşkil eder, vahalardan | vahalara konardık... - Karılramız | da, hurma toplarlar, iplik eğirir- ler, kasabada satarlardı... Bilhas- &a, panayır günleri giderler, yük- paralarla geri dönerlerdi... Başka kabilelerin devecilerile 'Wnııçuyordum. Onların zevceleri, larını ve ipliklerini pek ucu Za elden çıkarıyorlarmış. Bizim- iler ise, epeyce para buluyorlar- dı. Her seferinde kendilerine bon- tuklar,kumaşlar almakla beraber, ize de yeni develer almak üzere Sermayeler veriyorlardı. Bundan dolayı, tabiatile, pek Temnunduk... > LÜlîn, günün birinde, umulma- bir fırsatla, kervanımızın ’n—.“wiyıîmv. başka kervandaki &i tik, lizlere, daha yoldayken — sat- | Artık, yola devam Iüıumııl kalmamıştı... Çadırlarımıza - dön- dük... Bir de ne bakalım? Karıla- | rımız yok... İplik buracak yerde, kasabaya gitmişler... Halbuki, pa- nayır günü de değildi... Aramağa çıktık... Meğerse orada da yoklar... Biz deveciler için iz takip et- mek güç bir iş değildir... Etrafı çepeçevre aradık... Bir kaç gün ev velden kalma, topuk ve ayak par- mağrı nişanelerine rastladık... Bun lar, karılarımızındı ve rüzgâr çık- madığı için, kumlar üstünde iyice görülüyordu... Nereye - gidiyorlardı, musunuz? Bizim altı fersah öte - mizdeki Fransız karakoluna... Karılar, izlerini belli etmemek için, kasabaya giden dört yol va- hasına kadar yürümüşler; orada başka ayak nişanelerile karıştıra- rak ortada hiç bir emare bırakmı- yacaklarma kail olmuşlardı... Derhal, dişlerimizden tırnakla- rımıza kadar silâhlandık... Sekiz bedevi, “Allah Allah...,, diye hay- kırarak, karakola baskın verdik... Daha bizim bu sayhalarımız ü- zerine, karılarımızın feryatları yükseldi... Halbuki, işret sofralarını kur - muşlar; kimi def çalıyor, kimi şarkı söylüyordu. Benim karım da ince belini yılan gibi kıvrandıra kıvrandıra, göbeğini, kalçalarını kendine has bir meharetle çalka- lıya hoplata raksediyordu. Beni görünce, tesettüre kalkış- biliyor tı. Halbuki, Fransız neferlerinin, bahriyelilerinin ve — çavuşlarımın karşısında yalnız memelerinde küçücük birer kapak vardı... Kal- çalarından aşağısını uzun püskül- ler örtüyorsa 'da baldirları, oyluk- ları çırıl çıplaktı... Ayaklarmda halhaller şakırdıyordu ve gece gi- bi siyah, şelâle gibi gümrah saçla- rı, topuklarına kadar akıyor, dal- galanıyordu. Hücumumuzun farkma varan Fransızlar, kılıç, süngü, dipçik, ellerine ne geçirdilerse, kendileri- ni ve karıları müdafaaya kalktı- lar... Allahın iznile, biz sekiz kişi, onlar yirmi sekiz kişi iken başa çıktık... Sade ben, yedi tanesini tepeledim... Fakat... Işte, facia burada oldu... “Ev- lâdım, annesiz kalacak... Zira an- nesi orospu olmuş... -diye düşünü- yordum... Fakat, bu felâketi, on - dan gizlerim...,, Nihayet, Fransızları öldüre öl- düre, bir bahriyeli ile karşılaş- tım... 'Tam tabancamı göğsüne sıka- cağım sırada, onunla göz göze geldim ve titredim... Tüfeğini kal- dırmış, dipçiği ile bana vurmağa hazırlanıyordu... O yüz, o gözler, o saçlar... — Oğlum... -diye haykırdım.- Bu adam, oğlumun kopyası... Fakat, tabancam, patlamıştı... Herif, yere serildi... — Tevekkeli değil, biz. esmer bedevilerden nasıl oldu da bu ka- dar beyaz oğlan doğdu diye — şaş- mıştık... Meğerse... Meğerse... Deli gibi, ne yaptığımı bileme- dim... Annesini, dişlerimle parça- ladım... Çadırlarımıza — dönüp, Fartut'u da işte, bu ellerle boğmu- şum... Artık bana Ebülfartut de - meyin... Bunu söylemeğe kimse - nin hakkı yok... Yoksa kan çıkarı- rım, kan... (Hatice Süreyya) Karyoladan rahat incir altı! - köfte ve mahallebi ile can besliyen Tekir! - kilo ile lodos ve poyraz Bağın büyük tur yolunda akşam piyasası (HABER) in yakında okuyu- cularına büyük bağ eğlencesi ter- tip etmiş olduğu yeri artık gördü- nüz, bellediniz. Fakat, Topkapı dı şındaki güzel bağlar yalnız o bağ- lardan ibaret değildir. Vakıa Ha- ber okuyucularının gideceği (Nü- mune bağı) bunların en büyüğü, en merkezisi ve eğlenti için en elverişlisidir. Fakat oraya gider- ken ve oradan gelirken yolumu- zun üzerinde daha ne güzel, ne şi- rin bağlar vardır. Yalnız o civarda adetleri onu bulan bu bağlardan alın size bir başkasını seyrettireyim: Yarısı üzüm bağı, yarısı meyve bahçesi olan bu bağın üzümleri kadar incirleri, şeftalileri de pek methurdur. Hele su bağın ortasın- dan otomobil ve araba şosesine | doğru yan yana sıralanmış koca koca birer çadırı andıran incirle- rinin altı yok mu, bu mevsimde insana, altı kuştüyü döşekli, üstü nefti canfes cibinlikli karyoladan daha rahat, daha hoş, daha cicibi- ci gelir. Burada manzara açık olduğu için ister incirlerin, ister şeftalile- rin, ister ekşi narların altıma o- turun. Oturduğunuz yerden hem burnunuzun dibindeki meyveleri, üzümleri, ay çiçeklerini, yanıbaşı- nızda otlryan kuzuları, koyunları, orta yerdeki curcunalı dansı sey- redersiniz; hem de gözünüzün a- labildiği kadar ufukları görürsü- nüz, Zerzevatiyle pek meşhur olan Bayrampaşa bostanlarının üstün- deki bu bağın ön ve sol taraf manzarası tamamiyle pastoral bir manzaradır. Hele akşamları gü- neş batıya doğru inmeye başladı mıydı bu manzara pek şekerleşir, pek ballaşır. Bizim bazı orta yaş- h: ve genç şairlerin çobanlarma, sürülerine, kavallarına, çıngırak- larına benzememek şartiyle sürü- ler, çobanlar, çıngıraklar, kara gözlü, kara burunlu çoban köpek- leri bu manzarayı kendi renkleri- le öyle süslerler ki bağın üst tara- fi o zaman bir çiftlik köşkünün balkonu halini alır. Balkon dedim de hatırrma geldi, bu bağın en gü- zel ve en yüksek yerine tıpkı ra- sathanelerin üstünde olduğu gibi müstakil bir de balkonumsu bir şey yapılmış ki, bağa gelen aile- lerin çocukları ekseriyetle bu de- mirden tarasanın üstünde eğleni- yorlar. Hoş bazan mehtaplı gece- lerde büyükler de bu tarasaya çı- kıp akşam yemeklerini burada yi- yorlar. Şerif Beyin bağı denilen bu güzel bağa gelenler içinde en çok göze çarpanlar bazı İstanbul tapu memurlarıdır: Meselâ bakınız şu sıra incirle- | rin altında oturup yanıbaşlarında çalınan arap çalgısını dinliyenler hep tapu memurlarıdır. İşte, baş- vanlar gibi gezinen iri zat mühen- | galiba bağı ölçüp biçmeğe dis Ahmet Beylerdir. Şerif Bey bağının çocuk kulesi taki Samatyalı Bedri, yanındaki Eyüplü Nâzım, onun berisindeki Topkapılı Fazıl, hiç durmadan boyuna patlıcan dolması atıştıran Karagümrüklü Hacı Şeref, ayak- ta su içen başmukayyit Büyük Necmi, akşam üstü hasırda horul horul uyuyan Fatih masasından İzzet, ayakta bir düziye başpehli- Kendilerine sordum: — Siz tapucular, mühendisler gel- diniz! Ahmet Bey gülerek: — Hayır, dedi, bağı ölçüp biç- | meğe değil, fakat burada günde kaç kilo poyraz, kaç kilo lodos e- siyor, onu ölçmeğe geldik! Tapucuların biraz ötesinde otu- ranlar meşhur kedi meraklısı Top kapılı Madam Filor ile kızları ve torunlarıdır. Yanlarındaki çok güzel minimini tekir yavru da Madam Filorun yeni doğmuş, iki aylık en sevgili kedi yavrusudur. Yavrunun boynunda asılı sarı yu- varlaklar altın suyuna batırılmış nikel onluklardır. Madam Filorun torunu küçük Aliz hanım, hanırm- ninesine diyor ki: — Hanımnine, tekirin karnı a- cıkmış, ne vereyim?. — Önce biraz köfte ver, sonra üzerine mahallebi ver! Oh, ne şanslı kedi yavrusu, gü- zelim üzüm bağında köfte ve ma- hallebi ile can besliyor. Bağda oturanların ve eğlenen- | lerin hangi birinden bahsedeyim | bilmem ki.. Dans yerinin karşı- | şında şu çalgı çalanlar, Topkapı gençleridir. Kendi aralarında bir caz takımı teşkil etmişler, olduk- ça bir şeyler çalıyorlar, Hele ge- çen cuma bir rumba çaldılar ki oraların seyyar çalgıcısı zurnacı | Sami bile buna bayıldı. İki taraflı yüksek asmalıklı ge- niş yolda piyasa edenlere gelin- ce: Bunlar da Balattan, Tekirsara yımdan, hatta Şişhane karakalun- dan bağ âlemi yapmıya gelmiş musevi gençleridir. İçlerinden bi- | ri beni tanıyınca: — Gazetacı başı, dedi, bizi ga- zetaya basacaksan hangi gazeta en ucuzsa ona bas! Ben de işte en ucuz (HABER) olduğu için onların resimlerini HABER'e koyuyorum. Osman Cemal Topkapı ğe!çlgîlnln caz cakımı Almanyada yol inşaatı kongresi toplandı | Münih, 3 (A.A.) — Yedinci | beynelmilel yol — inşaatı kongre- | si bugün burada — açılmaktadır. Kongrenin işleri sekiz eylülde bi | tecektir. Kongreye iki bin mu- | rahhas iştirak etmektedir. Bunla - | Üç ayda138438kişievlendi Berlin, 3 (A.A,) — — İstatistik dairesinin bir tebliğine göre 1934 senesinin ilk üç aynda 138.438 ev. lenme olmuştur. Geçen senenin ayni devresinde bu miktar 94.686 idi. Gene ayni devrede ölenlerin adedi 28.240 azalmış ve doğanla- rın da 62.343 çoğalmıştır. rın bini, elli memlekete mensup |Fransada okuyacak talebe ecnebidir. 9 eylülde kongreciler hususi trenle Nürenberge giderek milli sosyalist fırkasının — büyük toplantısında hazır bulunacaklar ve ondan sonra da 19 eylüle ka- darAlmanya içinde tetkik — seya. | hatleri yapacaklardır. * Ankara, 3 (Hususi) — Mar - silya ticaret odası hesabına oku- mak üzere Ankaradan gönderile- cek talebe için müsabaka imtiha- nına girenlerin evrakları tetkik e- dilmektedir. Netice bugünlerde belli olacaktır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: