4 Eylül 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

4 Eylül 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Iktisat Vekili bu sabahki trenle Edirneye gitti — Ycazan: Kadir Can Bana bakan yoktu. Oraya na- | sılsa yolu düşen bir yabancı gi - | biydim. Kendi kendime şöyle düşün - düm: . — Evet, burası cennettir. U - çurumun dibindeki de cehennem- dir. Fakat ik'sinin bu kadar birbi- | a! rirı> yakın olması insanın rahatını kaçırıyor. Yanı başımda ağır bir ses, her hecenin üstüne basarak - şunları söyledi: — Uçurumu düşünmezsen ne gözüne görünür, ne de günah iş - liyenlerin seslerini duyarsın, Kal - | bini Allaha ver!... Etrafıma baktım. İçimden ge - çenleri bilen bu ademı — görmek istedim. Göremedim.. ... Güneş batıyordu. Etrafımdaki kalabalık, ikişer ikişer yeşil tepe- | lere doğru uzaklaştılar. — Orada, koyu çam gölgelerindeki mini mi- ni beyaz köşklere giriyorlardı. Karanlık basıyor ve yeşil kırlar, ipeklerini ve etini kaybeden bir vücut gibi kırçıl oluyordu. Beyaz çiftlerin arkalarından haykırdım: — Beni de alm, ben yalnızlık - tan korkuyorum. Kimse dönüp bakmadı — bile.. Koştum, yoruldum, terledim — ve bir adım bile ileri gidemediğimi anladım. Arkama baktığım za - man uçurumu kendime daha yak- laşmış gördüm, Deminki ağır ses, her hecenin üzerinde durarak şöyle dedi: — Boşuna yoruluyorsun! İste - mekle olmaz. Kendini Allaha ver! Körü körüne, bilinmez bir kuv- vetin eline teslim olmak, isteme - mek ve beklemek! — Ne zor sey! Bunu yapamıyacaktım.. Yeniden koştum ve bütün — di- dinmelere rağmen yerimde çivi - lenmiş gibi kaldım. Yerle göğün arasını korkunç bir katran denizi doldurdu. Bitkin bir halde nefes nefese çöktüm, | başrmı toprağa dayadım. Yorler çakıl ve topraktı. Soğuk, sert tikenli bir toprak. O — güzel ipele gibi otlar ne oldu? O çiçek- ler ne çabuk kurudu? Ağlayordum!. » Yumuşak bir el omuzuma do- kundu: — Ağlama, küçük! Yalnız de- gilsin! Yerimden fırladım ve bağır - dım: — Ah, sen kimsin? Seni gönderdi?. Gece, mektebin kara tahtasın- dan, bahçedeki derin kuyudan da ha karanlıktı. Orada yalnız - iki parlak göz iki penbe yanak, iki al dudak ve kıpkızıl, daracık, vücu- duna derisi gibi yapışan bir elbise içinde çok güezl bir genç — kadın gördüm. Onu tanıdım: Hatice idi. Dağlarda birer yıldız. böceği | gibi parlıyan beyaz köşkleri gös- | terdim: — Çabuk gidelim; ben korku- yorum! Dedim. »e Melek ve Şeytan kim | No. 9 Elimden sım sıkı tuttu. Gözle- rinde bir alev parıltısı ve dudakla rında bir alev gülümsemesile ce- vap verdi: — Yorulmağa hacet yok! İste- | ö diklerimizin hepsi bizim ayağımı- | | za gelir. Başka şeyleri aklından t! Yalnız beni ve kendini dü- şün!.. — Fakat sabaha kadar böyle karanlıkta... — Şimdi ay doğacak, etraf ye- şillenecek; ağaçlar yemiş — vere- cekler. Serin pınarlar fışkıracak; hava ılıyacak, Şakaklardan taşan kara saçları | bir Buhara kuzusunun tüyleri gibi parlıyordu. Onda garip bir güzel- lik, insanı kendine çeken bir kuv- vet vardı. Beni sardı. Ona sokuldum. Vü- | cudundan ılık bir koku dağılıyor- du. — Ne kadar sıcaksın?.. — * Diye söylendim. Birbirimize yapışmış gibi yürü- dük. Ansızın kendimi o korkunç uçurumun başında, inlemeler, hay kırmalar ve çığlıklarım üstünde buldum, Çırpındım: — Bırak beni, aldatryorsun! Diye bağırmak istedim. Fakat yapamadım. Kanatları yanan bir pervane gibi kendimi ondan kur - taramıyordum. Garibi şu ki bu hal Arzudan titriyen bir sesle mr- rıldandı: — Yanyana oturalım. Bir sani- ye sonra herşey kaybolacak. Meh- tap doğacak, kırlar yeşerecek. Korkunç — gürültüler — kesilecek. Ballı pınarlardan daha tatlı bir şey içmiş; olgun yemişlerin —en | güzelini yemiş kadar olacaksın! Sokul bana! Düşmemek için hını sokul!... Oturduk. Kollarını boynuma ve belime doladı. Ben de öyle yap tım. Gözlerimi kapadım. Etraf belki hâlâ çorak ve uçu- rum korkunçtu. Fakat benim on - lardan haberim yoktu. Kendimi sonsuz bir hâz denizinde heyecan la, hirs ve saadetle dolmuş - bulu- yordum. Gündüz seyrettiğim gü- zel manzaralardan daha güzeldi ' Öylece ne kadar kaldığımı bil- miyorum, Ne den sonra toprak mı altımdan çekildi? Ben mi kay- dım? Uçurumdan yuvarlandığımı an ladım. Tutunmak — için — çırpındım. Dört yanım boşluktu. Korkunç | sesler her an daha çok yükseli- yor, yaklaşıyor; sanki alevler çıp lek vücudumu kavuruyordu. Bunların hepsinin üstünde, de- min oturduğum uçurum kenarın - | dan alaylı bir ses geliyordu. Tanıdım: Haticenin kahkaha- $I... ... Gözlerimi açtığım zaman ken - dimi karyolanım dibinde ve döşe- menin üstünde buldum. Odamın kapısı açıldı. Annem koştu, yanı- ma diz çöktü, | GA Hasbuhal Fazlı ustaya cevap: Lo- kantalardak i tuzluk meselesi Geçen gün Haberde Aksaraylı aşçı Fazlı usta, şundan bundan şikâyet e- derken lâkırdıyı döndürüp — dolaştırıp tuzluklara getiriyor vet — Bakkal dükkânlarında tuzlar a- çık satılırken mikrop bulaşmıyor da bizim aşçı dükkânlarında mı bulaşı - yor ki, cski usul ağzı açık tuzlukları yaşak ettiler? Diyor. Hlâhi Fazlı usta, eğer bekâr-| kadar tütün satışlarına devam e- san ilâhilerle güveyi giresin! Evli i - sen Allah dirlik düzenlik versin; da- rılma amma, belediyenin eski üstü a- çık tuzlukları yasak edip onların yeri- | eşyalarımızı, İstanbuldakiler gibi | ne ağızları süzgeçli tuzlukları koy - durmasının sebebi pek te senin anla- | de kapattırıyorlar. | dığın gibi değil... Maksat gene mik - rop meselesi amma — bu mikrop öyle durup dururken kendi gelen mikrop - lardan değil... Bunca yıldır. — aşçılık ettiğin için tabil görmüşsündür: Hani ahçı dük- kânına gelen müşterilerin içinde ara- sıra öyle hödüklere, öyle dangalakla- ra, öyle kerestelere rastlanır ki, ba « karsın hazreli hışır — aleyhisselâm, — ö- nündeki yemek tussuz diye tutar, ağ- zından çıkardığı çatal veya kaşığı ma- sanın üstünde herkese mahsust olan ağzı açık tuzluğa sokar ve çatalım, ya- hut kaşığın ucuyla aldığı tuzu dili i- le yaladıktan sonra tekrar eyni şeyi, gene ayni tuzluğa daldırır. Dahası da varı Bunlardan bazıları da yemek Kadıköylü esnafın şikâyeti Ayni nizamlar her yerde tatbik edilmeli! Kadıköy — İskele caddesi: Tü- tüncü ve aktar Dikran Efendi ne diyor: Bütün İstanbuldaki tütüncü ve aktarlar aktar esyalarını saat ye- dide bir plâka ile veya bir perde ile kapadıktan sonra saat dokuza debiliyorlar. Halbuki Biz de tütünden gayri kaldırdığımız halde gene saat 7 | Şehirin her yerinde aynı nizam- lar cari olmalıdır. yerken şahadet parmağının ucunu di- liyle tükürükleyip tuzluğa sokar ve sonra parmağının ucunu ağzına götü- rür. Tabii yemek bitinceye kadar bu hali yedi sekiz defa tekrar edenler de vardır. İğrençlikte bunun — en daniskası hangisidir biliyor musun Fazlı usta - cığım? Bunu ben gözümle gördüm, anlatayım da sen dinle: Gözleri son derece ağrılıklı ve iç- | yoktur belki... Mütemadiyen Biz ahçılar da insanız! Günde on dokuz sağ' çalışmak olur mu? Kadıköy — İskele caddesi numara ahçı Mehmet Efendi diyor: Kadıköyüne tramvayın g€ si bizim için iyi olacak zanı yız. Çünkü uzak yerlerden b“"f gezmeğe gelenler, karınların! yurmak için ahçılara uğray: lırdır. Ben günde 19 saat çalışıy Bizim kadar sefalet çeken 5 Rex <SA üzerindeyiz. Biz ahçılar da kânımızı muayyen bir saatt€ pamağı çok isteriz. Biz de © Bizim de canımız var.. yan M hırıııdı bir tuz, bir gözünde biber dolu olaft luğu yakalayınca bunlardan ll"' '( nin tuz, hangisinin biber olw“y lamak için ağzıma götürdü V€ — | f ğun her iki gözünü de ayrı AYT — yi doya yaladıktan sonra biberdef tutam alıp kebabına serptikten M beni yemek yemekte olduğum M ki masanın başından pabuçsuz tı idi. î leri kan, kirpikleri çapak dolu, gözka- pakları yarı kapalı, sonra da burnun- dan şipir şaıpir nezle suları damlıyan herifin biri bir gün ismi lâzım olmt - İşte azizim Fazlı usta, 'M Vehbinin kerrakesini! - Osman cemal

Bu sayıdan diğer sayfalar: