10 Eylül 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

10 Eylül 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Son sayıfadaki resme bakm! — İngiliz seyyah, günlerce Cenubi Afrika ormanları arasında dolaş- fıktan sonra, nihayet, Kumpariko kabilesinin bulunduğu yere vardı. Bir takım zenciler: — Gulu zulu, gülü zulu! -diye bağırarak, onu karşıladı. Seyyah, korkmadı. Zira burada Yamyamların ortadan — kalktığını bilirdi. Ormanlarda, beş altı nesil evyel Afrikadan getirilmiş zen- tiler yaşarlardı. Bunlar, evelce, kahve ekimi işlerinde çalıştırılır- ken, sonra, başka taraflardaki, bilhassa Brezilyadaki kahve, bu Hinetoto kahvesine galebe çalmış, zencilerde, işlerinden olmuşlardı. Şimdi, beyazlar, onların yakasını ış bulunuyorlardı. Adam- tağızlar, kendi hallerine kalmış- lar; eski iştirak hayatlarına dön- | Müşlerdi. Ancak, yamyamlığa ka- dar ilerlememişlerdi. İngiliz, bütün bunları bildiği için, “Guly zulu,, diye üzerine yü- rüyen z&ncilerden korkmadı. Bu sayhaların meserret ifade ettiği- nin farkındaydı. Bunca saatlerdir. yürüdükten sonra, nihayet adamlar arasma vardığına sevinmişti! Velevki bu Adamlar zenciler olsun, ehemmi- Yeti yoktu... Bahusus müthiş bir de tehlike atlatmıştı. Barinta or- manlarının sarkına doğru yanlış- lıkla dalacak olursa yılanlı hava- Tiye girecek, mahvolacağını — bili- Yordu. Fakat, işte çok şükür, puslayı taşırmamıştı. “Gulu zulu,, sesleri Üzerine, kabile reisinin olduğu an- laşılan kulübeden boncuklarla, ya bani hayvan dişleriyle süslenmiş bir siyahi göründü. ' — Bununreis olduğunda şüphe — Yoktu. Zira, diğer zentiler, beyaz adamın karşısında âdeta secdeye — kapanmışlardı. O ise, müsavi de- recede bir adama selâm verircesi- ne, elini kaldırmıştı. Dostça gü- lümsemişti. İngiliz seyyah, ırk farkı göze- ten hodbinlerden olmadığı için, Teisin bu hareketine kızmadı. Bilâ kis, merak ve alâkası uyandı. Bahusus, biraz sonra, kulübesi- Hin kapısında, otuz yaşlarında ka- ve epeyce güzel bir kadın gö- Zenci Reis: — Zevcem... -diye tanıştırdı. Gururunun sebebi, şimdi anla- Hlıyordu, Zira, beyaz kadın, ko- Susma Aâçık denecek — derecede Merbut olduğunu her hareketiyle İzhar ediyordu. İngiliz seyyah, çok geçmeden kYı'el.leı'in gayyasma daldı. Be- Yaz kadının cok rabıtalı bir İspan- Yol kadını olruğunu anlamakta Tüçlük çekmedi. — ! Bu nefis mahlük, nasıl olmuş- tü da buraya düşmüştü? Bu - sırrı ::ııulııınh. adamcağızı ya- — Kocam her şeyi bilir... Ko- Sümn ilâht bir insandır... Kocama Yarmağı, Hazreti Meryem bana k etti... Genç kadın, cümle aşırı, bu söz- İxden birini sarfediyordu. Niha- Yet, İngiliz seyyah: Sldu da Hazreti Meryem size zev- —'İ- evlenmeği ilham etti. ——“._. eskiden bir İspanyol ziraatçisiyle evliydim, efen : .Ş Gayet zalim, honhar bir a- | okşadı, Ökünün arkasmdan söy- l 10 Eylül 1934 Beyaz kadın siyah erkek Temek caiz değildir amma, gene de kendimi tutamıyacağım: Bana esire muamelesi ederdi. Hele zen- cilerin son derece düşmanıydı. Bundan yedi sene kadar evvel, bu- radan geçerken, bana fena halde kızdı. İşte şu meydanda kamçı ile dövdü. Bir de tekme attı. Sonra, mağrurane uzaklaştı. İşte, ©o zaman, bu muhterem zenci yanıma yaklaştı: — Üzülme, yavrum! —dedi.— İntikamın, yakında alınacaktır. Bu adam, Baintu ormanlarındaki | yılanlar tarafından mahvedilecek | tir. Hakikaten de Baintu orman- larına dalmamız icabediyordu. O- rada, önümüze üç tane büyük hon til yılanı birden çıktı. — İşte, senin günün geldi!... *diye haykırdım.- Fakat, ümidim, boşa çıktı. Zira, ellerinde kocaman sopa- | larla yürüyen delillerimiz, yılan- ların başlarına büyük meharetle vurarak, hepsini öldürdüler, Bunların derileri çok makbul olduğu için, kocam, zenctlere, hay vanları derhal yüzdürdü. Ben, te- essürle: “— . Bu adam ölmedi. Demek ki kabile reisi doğru söyleme miş!,, diyordum. Ve teessürüm büsbütün arttı. Zira, yüzülen yılanlardan birtnin karnından gayet kıymettar bir HABEI! — Akşam Postası üsküllü fes —a e G HTENGBİR İ AAASMMAR İ - yüzünden çıkan püisküllü belâlar! İlk feslerin çevresi püsküllü idi; bu yüzden cinayetler bile oluyordu! Abaza köleliğinden yüksele | tahammül etmektense cakasından | yüksele vezirliğe kadar çıkan Ko- | vazgeçmek ehven görülmüş püs- ca Hüsrev Paşa, Yeniçeriliğin kö- | küllü fesler ,yavaş yavaş püskül- kü kazınmak üzere iken İstanbula | lerini dökmeğe başlamıştı. gelmişti. 1216 hicri senelerini ta- Fakat bir Yeniçerinin püsküllü | kip eden bu zamanlarda resmi | fes yüzünden başına gelen püskül- serpuş Yeniçerilerin giydikleri kü- | lü belâ, bu feslerin tamamiyle lâhlardı. Husrev Paşa, Yeniçerili- | terkedilmesini tacil etmiştir: ğin kökünü kazımak isteyenler- Yeniçeri zabitinin biri bir gün dendi. Beraberinde getirdiği bir | tebdili kıyafetle göz koyduğu bir miktar kırmızı fesi kalyoncu ne- | kızı takip etmek mecburiyetinde | ferlerine giydirerek selâmlık res- | kalır, Tabit külâhı bir tarafa cüp- mine çıkardı. İlk defa görülen bu | peyi bir tarafa fırlatarak başma | manzara ikinci Mahmudun da | bir püsküllü fes, üstüne bir setre müthiş hoşuna gitmişti. Halk da, | pantolonla bir yelek çeker doğru nedense bu yeniliğe çabuk alış- | sokağa.. mıştı. Bu umumi iyi kabul üzerine “atik serpuşların yerine fesin ka- im olması,, tensip edildi. Orduya ilk defa bu şekilde gi- ren fes, halkın ümidin fevkinde pırlanta yüzük çıktı. Bunu, zenci- ler tanıdılar. “Burada vaktiyle çok müthiş bir haydut vardı. Onu yılanlar parçalamıştı. Demek - ki, elini yeme bu yılana nasip ol- muş!,, dediler... Ve sonra yüzüğün hikâyesini anlattılar: Pek uğursuzmuş. Ki- min eline geçerse, başma mutlaka bir felâket gelirmiş. Kocam, bu sözler üzerine kah- kahayla güldü. Kıymettar yüzüğü parmağına taktı, Ben, ikinci nöbet yılanların çıkmasını bekliyordum. Heyhatki, orman nihayete erdi. Biz de, va- dinin ötebaşındaki Milos hanına vasıl olduk... Orada, bizimle birlikte başka- ları da vardı. Meğerse, bunlar da, Cenubi Amerikanın tanınmış hay- | dutlarındanmış. Kocamın parma- gındaki yüzük dikkatlerini celbet- tiği için, kendisini bir köşede bu- larak bastırmışlar, kısa br müca- deleden sonra öldürerek yüzüğü almışlar... Ben, artık, hürriyetime kavuş- muştum, | Geri dönebilir, kocamdan ka- lan mirasa kavuşabilirdim. Nete- kim, zenci klavuzlarımla birlikte geçtiğimiz yolları bu sefer tersyü- züne katetmeğe başladık. Kumpa- riko mevkiine geldiğimiz vakit, klavuzlar, macerayı reise anlattı lar. O da bana: — Ben sana dememiş miydim? dedi. | — Sen, bana, ölümü yılanlar- dan olacak demiştik. rağbeti ile karşılandı. Bin bir şek- K yapırlarak yüzlerce isim aldı, Biz burada “püsküllü fesler,, ve “püsküllü belâ,, hikâyesinden bahsedeceğiz, Yakın tarihe kadar gelen fes şekilleri çok istihale ge- çirmişti. İlk feslerin püskülü bizim bildiğimiz gibi fesin tepesinde de- gil,başa geçirilen kısmın etrafında dalgalanırdı. Bu püsküller, yüzün etrafında halelenir, baş hareket ettikçe muhtelif — istikametlerde sallanırdı. Bu püsküllü feslerin mahzurları çoktu. Evvelâ bir yağ- mür yağdı mı, bütün püsküller birbirine yapışırdı. Daha fenası yağmur püsküllerden enseye, yüze süzülür, insan gözünü açamazdı. Fakat bugün süs için tahammül e- dilen bir çok istiraplar gibi o va- kit de püsküllerin verdikleri isti- va açtıktan sonra temizlemek ica- Yeniçeri zabiti sevgilisine evin sokağında rastlamış; tabil fırsatı kaçırmadan tenha bir yere geldik- leri vakit aşkını ilân etmek üzere arkasından koyulmuş. Yürümüş- ler, Sultanahmetten Aksaraya ka- dar gelmişler. Yeniçerinin artık tahammülü kalmamış. Aksaraya girerlerse bütün emeğinin boşa gi- deceğini düşünerek yanaşmış. Keş ke yanaşmaz olaymış, Yediği bir tokat ve çığlıkla şaşırmış, koşma- ga başlamış, kahvede oturanlar ar kasından kovalamışlar. Yeniçeri koştukça fesinin püskülleri yüzü- ne gözüne çarpıyor, önünü göre- miyordu, Bu esnada püskülün bi- | ri de gözünü müthiş surette acıt- mış, yaşartmıştı. Yeniçeriyi takip eden külhan Gwereren (Baş tarafı üçüncüde) Dikkat buyurun: (Avans)... Maamafih, Serasker Rıza Paşa- beyleri de püsküllü fesler giydik« lerinden onlar da müşkülâtla ko- şuyorlardı. Fakat hülhan beyleri çoktu, mahallelerine kadar gelip kadınlara söz atmağa cesaret &- den bu serseriyi yakalıyacaklardı. Yeniçeri artık bir taraftan yor« gunluk, diğer taraftan püskülün gözünde bıraktığı acı ile yürüye- mez hale gelmişti. Zaten etrafr kuşatılmış olduğundan yakalandı. Bu komik manzara Yeniçerinin çok fazla gazebini tahrik etmiş o- lacak: — Ah bu püsküllü belâ olma- saydı, ben size gösterirdim. Deme | ğe başladı. Külhan beylerden bi- rit sordu. — Nedir bu püsküllü belâ, diye Yeniçeri fesini çıkararak: — Ne olacak diye cevap verdi. İşte.. * * *« Bir külhan beyi de püsküllü Fes | için kir yahudi çocuğunu bıçaklı- | yarak öldürmüştü. Çocuk püskül- leri tararken bir kaçını dikkatsiz- likle koparmış, Külhanbeyi hid- detini yenemiyerek çocuğu yere sermişti. 06 5 Püsküllü fesin zararından baş- ka faydası görülmeyince kendili- ğinden kalktı. Fakat püsküllü be- lâ kaldı. Niyazi Ahmet HtecececceLeEEMSENESASAACCAEELEMAT A NN SS ESESECEDEEEE C ASA Hulâsa, “asrımız lâklakıyat as- rı değil, diye sözlerini bitiren Sü- | raplara tahammül edilirdi, Yalnız | Müessesenin malı kadar zekâtı reyya Paşa zadenin takriben bir | bu şekilde ıslanan püskülleri, ha- | artsın! | gazete sayfası tutan mektubunun hulâsası ve ona verdiğimiz cevap bederdi. Püsküllü fesler, bugün | Nn hafidi fabrikanm şefkat ve | budur! sokakta gezen seyyar ayak boya- | Merhametini anlatmak için, — tra- | Biz de son söz olarak, yalnız yıcıları gibi, püskül tarayıcıları ço | homaya, vereme ve sair hastalık - Süreyya Paşa müessesesine de- cuklar tarafmdan taranırdı. Ekse- | lara yakalanan altı yedi işçinin na / ğil, bütün sanayicilerimize, bütün risi yahudi olan bu çocuklar, elle- | sıl yardımlar gördüğünü de anlatı- milletimize şunu söyliyelim: rinde muhtelif nevi taraklarla: — Tarayalım.. Tararız!.. Diye dolaşırlardı. yor, Nakdi cezaların zaruri olduğu- nu iki misalle ispat etmek istiyor- Türkiyede, sanayiin ilerlemesi, makinelerin ve diğer camit mad - delerin insanları ezerek çoğalma « Rivayet edildiğine göre bu püs- | sa da, biz, bunlardan bir tanesini | sı ve mahdut müteşebbislerin zen- küller yüzünden İstanbulda hâdi- | abes gördük, aynen alıyorum: seler olmuş en nihayet istirabına Ş — O akşam, İngiliz seyyah, torba- | sındaki viskiden kabile “Fabrikada işçilerin bazı vak'- alarda tazminat verdikleri — vaki- dir. Meselâ, tabancasının iyi işle- yip işlemediğini, geceliyin fabri- fazlaca ikram etti ve muhavere | Jen z-inin ceza verdiği gibi...,, ortasında: — Yılanların herifi öldüreceği- Vesikasız tabanca taşımak, hattâ şehir icinde vesikalısını da — İyi ya, işte... Yılanın karnın- | ni nerden keşfettin?... -diye sor- | gelişi güzel patlatmak hukuku dan o yüzük çıkamasaydı... Bu adamı halâskârım telâkki e- du. Bir harikulâde hilenin anlatıl- #mme noktasından bir suctur. Fa- kat, bundan dolayı bir iki günde- diyordum. İki üç gün onun misa- | Masını bekliyordu. Halbuki, reis: | Jiğin şahsi bir müessese defterleri- firi kaldıktan sonra, Hazreti Mer- yemi rüyamda gördüm: — Onunla evlen... -dedi, Ve işte, o tarihten beri burada- Ta iftihar ediyorum, — Bilmem... -dedi.- İcime öyle ne varidat kaydedilmesini mantı- doğdu. Herhalde ilâhlar bunu ba- ğemız almıyor. na ilham etmiş ol?cak, Eksik nakletmemek için. sımu ginleşmesi suretinde olamaz. Biz, rejimin — inkılâpçılık, — halkçılık | devletçilik umdelerinden ilham a- | larak, bütün vatandaşları mes'ut | edecek tarzda bir sanayi inkişafır reisine | kanın helâ kapılarında tecrübe e- nı istiyoruz. Açıkça söyliyelim ki, | | bugünkü şerait hic te matlüba mu: | vafık değildir... Çalışan vatandaş | lar, maddeten, manen yıpranıyor. | Biz, Türk işçisini ona lâyık bir ha- | yata yükselmiş görmek emelinde- yiz!, Garpten alman ibret dersleri Türk münevverlerine bu —ülküyü | vermiştir. “Kendileri ayaklarile gelip ça - | lışıyorlar. Beğenmiyorlarsa başka İi Sözlerinde samimi idi. Demek | a ilâve edelim: Herhangi bir ha- | fabrikaya gitsinler!,, Ffelsefesile yam... Önun zevcesiyim ve bunun- | ki sırf bir tesadüf, beyaz kadını | , ga isçinin kabahati olup olma- | zağlanmış liberal zırhları, bizim siyah erkeğe nasip etmişti. İşin dığını fabrika müdüriyeti değil, görgümüzün ve mantığımızın ol Zenci reis, karısının saçlarını | Saribi, şimdi kabile reisi, kendi | dairenin ustası takdir edermiş. | larr delip geçer! kerametine kendi de inanıyordu. (Hatice Süreyya) Maamafih, bu da, hâkimin müsta- kil olduğunu ifade etmez sanırız. (Vâ-Nü) |

Bu sayıdan diğer sayfalar: