26 Haziran 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

26 Haziran 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

26 HAZİRAN — 1985 Yazan:—!îıâDiRCAN KAFLI HABER — Akşam Postası No. 45 Kaleye bu yapılacak hücumları beş altı saat geciktirebilirseniz bir aksi- liğin önüne geçmiş oluruz Bunlardan — dördüncü ile beşıncı arasındaki çizginin en aşağıdaki poktasına he-' -»gi bir parmağı - nızla hızlıca basınız. Mihrap oldu- ğu gibi savaş yava: lnyıuk ve bir kapı — açılacakt -. v ı besar — gariye doj ru çekili durun ki önünüzdeki a çılacak olan boşluğa düşmeyesi - niz. O başlukta dik bir merdiven göreceksiniz. Merdivenin üçüncü başamağa kuvvetle basınca gizli kapı tekrar kapanacaktır. Dönüşte kapınınm tekrar açılması için de ge- ne ayni basamağa kuvvetle bas - manız lâzımgeleceğini unutmayı - nız. On basamak indikten sonra bi düzlüğe varacaksımız. Burası dosdoğru kalenin duvarları altın - dan geçer. Yanımızda bir ateş ve - 7a çakmak bulundurmak gerek değildir. Yalnız ellerinizi ileriye doğru uzatarak yavaş yavaş yü - rürsünüz ve parmaklarınız nemli l duvara eaaHadığı vaman durür sunuz. Burası da gizli bir kapidır. Orada bekleyin. Ben çok geçme - den ve ilk fırggtta orada buluna - rak açacağım. Ondan sonrasını ba na bırakın. Beraberce işi bitiririz. Yalnız Amiralinize tekrar rica e - der de kaleye bu yapılacak hücum ları beş altı saat geciktirebilirse - niz bir aksiliğin önüne geçmiş o - luruz. Bana — inanın ve güvenin. Bu bir şövalye sözüdür ve babama fenalıik yapmayınız. Onu size e - manet ediyorum. Bu işi başkasına açmaymız. Yalnız gelme-seniz iş bozulur. Antonyo pencereye yaklaştı. Kale duvarlarından — otuz kırk adım kadar uzakta onun cevabını bekliyen Frenk Süleymanı gördü. Yanında birkaç — arkadaşı daha vardı. Ö zaman kâğıdın — üzerine şu sözleri de yazmaktan kendini alamadı.: “Frenk Süleyman, kendisi aça- caktır. Halbuki buna ne lüzum vardı; Kızıl Kadırgada ondan başka bu dilden anlıyan yoktu ki.. Antonyo biraz önce yere attığı taşı aldı. Mektubu — ona güzelce sardı ve bağladı. Sonra pencere - den başmı çıkararak — yukarıya, sağa, sola iyice baktı. Taşı Frenk Süleymanın bulunduğu yere doğ- ru büyük hızla attı. Frenk Süleymanın onu yerden aldığını görünce şapkasını giydi.. Kemerini sıktı. Kılıcımı - düzeltti. Eliyle kalbini bastırarak, — hiçbir şey olmamış gibi — kapıdan çıktı. Daracık koridorda kayboldu. v HY ae — Heceyy!... — Hee...yy!l.. Sana - söylüyo - <mn, levent karmdaş!. Piyale Beyin azatlarından erive doğru | kolbaşr Frenk — Süleyman" böyle | bağırmıştı. Çünkü Frenk Süleyman metris- leri aşarak savaş çizgisinden ileri- ye geçmiş, sanki burası kendi bah- çesi, kendi çiftliği imiş gibi kolla- rırt sallıya sallıya iç kalenin ka - pısına doğru yürümüştü. Beklenen ok ve sapan taşlarile top güllele - rini aldırış bile etmiyen bu adam oraları ne arıyordu? Fre j Süleyman başmı çevir- di, Kızgın bir sesle şu cevabı ver- di: — Sıkı sıkıya ne sorarsın? Ke - şif yaparım. — BSana ziyan olur. — Orasımı ben bilirim. Kolbaşınır! yanındaki bir top - çu zabiti onun kolunu çekti: — Ne yorarsın — kendini... Bu Turgut Reisin erlerirVendir. Kor - kutarı yoktur. Ateş — içinde bile böyle gerzerler... Frenk Süleyman şon sözleri söy« liyerek yürümüşlü. .£ 334 Şimdi daha hızlanmıştı. Kenardaki dükkân — ve evlerin çatıları altına — geçti. Bu sırada kalenin yüksek mazgallarından atılan beş ok vızlıyarak onun ba - şının üstünden geçti. Frenk Süleyman bir sıçrayışta bir kasının esşiğine, sonra oradan karşıki köşeye koştu. Henüz bir saniyenin onda biri geçmemişti ki kilisenin mermer basamakların - da göründü. Yeniden on beş yirmi ok ve bir © kadar da sapan taşı onun bulun- duğu yere serpildi. Fakat Frenk Süleymana bir şey olmadı. O bir kendi çevikliğiyle kilisenin basa- maklarını çıkmış, — kabartma İsa resimlerile süslü olan kapısından geniş salonuna girmişti. Fernando uzaktan bunu gör - müştü. Fakat onun kilisede bir işi olabileceğini düşünmedi — bile.. Sadece bunun keşfiçin — kalenin dört yanını dolaşmak istiyen gö - zü pek akıncılardan biri olduğu - nu sanmıştı. Şimdi de ok ve sapan yağmuru karşısında kilişenin içi- ne sığınmıştı. Artık oradan çıka » mazdı. Nitekim aradan birkaç da- kika geçtiği halde değil lrcndiıî( külâhmın kenarı bile görünmemiş ti. Fernando kalenin etrafına met. risler kazan Piyale Beyin asker - lerini gözden geçiriyor, on daki - kalık zaman geçtiği halde onların hücuma başladıklarını — görerek gururu çoğalıyordu. Demek ki bu, Turgut Reis gibi her — söylediğini yapan bir adam değil, bir palav - racı imiş!.... Fernandonun cesareti artıyor - du, Ertesi gün Napoli Dükasmın bin- lerce askerle imdada — geldiğini, onunla birleşerek Piyale — beyin darmadağın ettiğini hayalinde gö- rüyor, daha şimdiden yüzünde bir İskenderin, bir Sezarın zafer ay - dımlığı okunuyordu. O bu hülyalarla vakit geçirir - ken Frenk Süleyman işini başar - mağa çalışryordu. Kiliseye girmesile kendisini gü- nah çıkarma odasında bulması bir olmuştu. Mihraba yaklaştı. Oraya diz çöktü. Sağ köşesinden başlIryarak içe- riye doğru sıralanan mermer plâ- kaları saydı. Tam sekiz tane idi. — İşler iyi gidiyor. Antonyo be- ni aldatmıyacak. Fakat eğer al - datırsa vallahi şu kuyumcu moru- ğu Kızıl Kadırganın grandi dire - ğine asacağım. Sonra da kesik ba- şını hediye olarak göndereceğim. Diye söylendi. Fakat şunları ilâve — etmekten kendisini alamadı: — İşin sönü büna varırsa, de - diğimi yaparım ama, bundan ne çıkar? Moruğun ölümü reisimizi bize bağışlatır mı? Damarlarındaki kan biran so - ğur gibi oldu. Kafası durdu. Sonra silkindi ve sağdan başlı- yarak taşları saymağa başldı.: — Bir... — İki. D YA — Dört... Dördüncü ile beşinci arasındaki Çizkinin en aşağıdaki noktası- na baş parmağını dayadı. Bütün kuvvetile bastı. — Ah... Ne oluyordu? Kalın duvarlara gömülmüş gibi duran koca mih - rap birdenbire kımıldadı. Duva - rım içine doğru geriledi. Bir kapı gibi açıldı. Frenk Süleyman gözünün önün- de karanlık bir dehliz buldu. Kenarlara tutunarak ayağını i- çeri attı. Birinci basamağa bastı. İkinci basamağa indi, Üçüncü basamağa geldiği za - man vücudunun bütün ağırlığını verdi, Kiliseden dehlize giren cılız aydınlık yavaş yavaş küçüldü, a - zaldı ve silindi. Mihrap biçimindeki kapının ka- panmasından çıkan top bir ses o- nu istemeksizin, oldukça sarstı. Fakat kendisini çabuk toparladı., Ellerini ileriye doğru uzattı. Yü- rümeğe başladı. Çünkü kaybedi . lecek bir dakikası bile yoktu. Bu srrada Dalyan Mustafa - ile diğer arkadaşları — merakla bek - liyorlardı. Bütün ümitlerini Frenk Süleymanın bu kurnaz|ğıma bağ - lamışlardı. Piyale Beyden bile re- islerini kurtarmak için kestirme bir çare bulamamış olmaları onla- Bir Aşkın Hikâyesi “””Nakleden : TENA, | LHıtlu Süreyya pi 585 Güzelliği, üzerine ilâye olunan — acemiliği, acemiliğinin verdiği cazibe, onu daha güzel gösteriyordu. Sarhoşlar bile, ayılarak, ona i- yi muamele ediyordu. Adeta bir hanımefendi muamelesi yapıyor - lardı. Samiye, yarı solmuş buket- lere kadar, bütün çiçeklerini sat- tı. Patron kadın, bu neticeden, ilk önce, pek memnun görünmedi. Dedi ki: — Aferin sana.. — İlk seferlik, hiç te fena değil... Demek ki, ma- şallah beş lira toplayabildin. E - ğger böyle giderse mükemmel.. Sonra, genç kadma, bir lira uzattı: — İşte yevmiyeniz, küçük ha- nım.. Burada alış veriş, işte böyle peşindir! Samiye, müphem bir iki keli - meyle teşekkür etti. Sonra, önlü - ğünü çıkardı. Şapkasını , manto- sunu aldı. Doğrusunu söylemek lâzım ge- lirse memnun değil, denemezdi. Bu kadar kısa bir zamanda bir lira kazanabilmişti. Patron ka - dın, ona, “günde iki üç lira çıka - rabilirsin!,, demişti. Böylelikle, evinin geçimini te- min etti demekti. Kendisini buraya getiren ka - dıma da teşekkür — etti, kapıcıya da.. Bu mutavassıt kadınla: — Ev sahibesine — söyliyelim sana daha ehemmiyetli İşler ver - sin! — Dediler. — Nasıl daha ehemmiyetli iş - ler? — Canım, o bilir.. Hele sen bir kere kapı aç.. — Buna bir türlü cesaret ede - miyeceğim. Mutavassıt kadın: — Hâhi kızım... Ben de eski « den senin gibi sıkılganın - biriy - dim... İnsan, sonra, öyle açılıyor ki., Samiye, kapınımn önünde fazla gevezelik etmedi. Annesini fevkalâde merak edi- yordu. Onun yanma koştu. Kapıcı: — Merak etme, kızım! — Di- ye arkasından seslendi. Aâğneni bugün dört kere yokladım.. Hakikaten, annesi, eskisi gibi, sakin şakin yatıyordu. — Gözleri bir noktaya dikilmiş, duruyordu. Samiye onu alnından öptü. Ör- tüsünü örttü. Sonra, tekrar soka - ğa fırladı.. Babasına bakmak i - çin hastahaneye gitti. , O tarihten itiboren, Samiye i- çin yepyeni bir gün başlamıştı. Sabahleyin, evini biraz nizama, intizama soktuktan sonra, öte be- ri almağa gidiyordu. Gündüz ye- | meğini hazırlıyordu.. Hastasına bakıyordu. Eğer o gün ziyaret — güniyse, babasını yoklamak için hastaha - rı oldukça kızdırmıştı. Öksüz ço- cuk kendi göbeğini kendisi keser . miş; şimdi onlar da böyle idiler. Piyale Bey varsın Ulu — hünkârın şanını yükseltmek, matrabaz Fran sız kralının günlünü hoş etmek i - çin kaleleri kuşatadursun. (Devamı var) | cazibesi ve bunlar | neye koşuyordu. Babasının tedavi si bir türlü bitmiyordu. Doktorların söylediğine bakı » lırsa, artık bir kaç hafta geçme- den nekahat devrine giremez- miş.. İhtiyar amele, — dudaklarında bir tebessümle kızını — karşılıyor, iniltisini kesiyordu. Kızının sıh - hatini soruyor ve karısından ma - lümat istiyordu. Bir gün, gene: — Evlâdım... Paran yok , ne yapıyorsun? — Diye sordu. — Var, babacığım. — Peki amma, nasıl? Eski mürebbiye, babasına, ne « rede çalıştığını, nasıl bir iş gördü- ğünü anlattı. Bu sözleri dinlerken, Bahri ba « şını hazin hazin salladı, — Vah, yavrum, vah.. Ben seni böyle yerlerde çalışasın — diye mi yetiştirdim?.. — Ağlama, baba... — Ağlamıyorum, yavrum..,* Gözlerim sulandı.. Nezleyim de,.. Baba — kız, birbirlerine uzun uzun baktılar, Samiye de, tıpkı — babası gibi düşünüyordu. Haddizatında, ye » ni işini, o da asla benimsememiş- ti. Bu meyhanede, sigara duman- Tarı arasında ekmek parasını çı - karmak, hiç te şerefle bir şey de ğildi. Hem, şimdi — artık, ilk günün istisnaf hali de kalmamıştı. Eeki » den ona rehberlik 'edeki Kız a-ka « daşları şimdi onu yüz üstü bırak- mışlardı. Bazı sarhoşlar, ona ta « kılmak küstahlığını gösteriyor - du. Bazan da, onun vasıtasile sa- ğa sola mektuplar göndermek isti yorlardı. Genç kadın, bu tasallüt- lerin herbirini bir - de atlatır yordu. Bir vaat.., Bir gülümseme.. Meseleyi hallediyordu. Fazla musallat olanlarla ran « devuyu uzak bir zamana atıyor - du, Bunun için de meşru sebepler gösteriyordu, Ve zihnen çu ümitteydi: (Devamı var) HABER Akşam Postası İDARE EVİ ISTANBUL ANKARA CADDESI Telgraf Adrest; İSTANBUL HABER 'Telefon — Yamıt m-n Yare: 24870 ABONE ŞARTLRR' l Türkiye Ecnebi Senelik —— 1400 Kr. 2700 Kr.l 6 aylık m “ 1450 3 aylık - Y aylık 300 ! iLAN TARIFES) A Ticaret İlânlarmın satırı 12,50 î ğ Resmi Üânlar 10 kuruştar. Sahibi ve Neıııyıı Müdürü: HASAN RASIM US Basıldığı yeri — (VAKRIT) Matbaası

Bu sayıdan diğer sayfalar: