17 Eylül 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 12

17 Eylül 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yatağında yarı çıplak yatan Gülizar'ın üzerine atıldılar Bu sırada sekbanbaşı yanmda Abdül fottub ve iki bostancı olduğu halde Güli, zarın oğasına gittiler. Kadın, her geyden bihaber, yorgun ve bitkin yatağına yu- varlanmış uyuyordu. Üzerinde yalnır Obir dekoltesinden başka hiçbir gey yoktu, Yorgan başma doğru toplanmış ve bir bacağı karyola - dan sarkmıştı. Sekbanbaşı ve Abdülfet- tah Gülizarı böyle buldular. Kadm gürül- tülerden uyandı ve yorganı İle bacakla. rini örtmeğe çalışarak bir çığlık kopardı. — Ne var, ne istiyorsunuz? görüyor. sunuz ki çıplağım ve uyuyorum. Burayn girmekten haya etmezsiniz? Abdülfettah, düne kadar peşinda sü- dündüğü hanımının Üzerine fırladı ve bir hamlede ağzmı bir mendil - la tıkıyarak ellerini ve ayaklarmı bağla- dı. Kadın boğurlanan bir tavuk giti çır- pmıyor ve tıkalı ağzımdan garib hamur. tular çıkarıyordu. Gözleri büyümüş, yü. güne pönçe pençe kan yürümüştü. İki bostancıdan genci Gülizarı kucağı- na kapıp dışarı uğradı. Fakat sekbanba- gı ve Abdülfettah, bu zorbanın müdafaa. #iz kadma, sokak köpeklerini bile utan- dıracak tecavüzlerine lâkayttılar. Mak - sat ne olursa olsun Gülizar bir an önce hünkâr huzuruna çıkarılması idi. 'TA gecedenberi kap: aralıklarmda, pencere kenarlarında, soba arkalarında, masa altlarında ve nihayet muhtelif şe. killere girerek koridorda, kapı önünde dikkat ve ibtimamla bütün hâdiseleri a- dım adım takip eden bir gölge, Güliza - rın bulunduğu oda koridorunda da tam bir (htiyat ve basiretle bekliyordu. Bekbanbaşı ve Abdülfettah, iki de a- dermlar: odaya girince'bu gölge süratle sultan Mustafanm odasma koştu. Hiçbir yerde bir sinek vızıltısı bile du- yulmuyordu. Yalnız padişahın odasında, dışarıya aksedemiyen küçük ve seri bir mücadele oldu. Çok geçmemişti ki Mustafanın odası vuruldu. Padişah haykırdı: — Ga! Bostancı kucağındaki kağnı yere attı v6 yeni bilenmiş yatağanmı çıkarıp başı ucunda durdu. Abdülfettah ve sekbanbaşı yerlere ka- panıp tahtaları öptüler. Padişah, havanm soğuk olmasına rağmen pencereden sarkmış, etrafı seyrediyordu. Abdülfettah diz çöküp söyledi: — Hünkârm. Gülizar: getirdik, Padişah dönmeden cevab verdi: — Birakip dağılmız. Huzuruma kimse AANERA NANO EE girmesin. Biraz bu kahpeyle halvet kal, mak İsterim. Sokbanbaşıdan ziyade bu işe Abdülfet- tah hayret etmişti. Padişah ne çabuk de- ğişivermişti? Bu kadar ateş püsküren hünkâr pencereden nereye bakıyordu ve bu sükün neydi? Yavaş yavaş yerinden kalkan zenci baş kaldırıp padişahın baktığı istiksme- te dikkat etti. Yağmur altında garib bir | ahenkle sallanan çam yapraklarından başka hiçbir şeycikler yoktu. Zaten karanlıkta bu kadarını da ancak Arabın kedi gibi parlıyan gözleri seçe- bilirdi. Mustafa bu kadarını da göremez- di. Kimbilir ne düşünüyordu? Hepsi dışarıya çıktılar, Sokbanbaşı Abdülfettaha manalı manalı bakarak: — Ağa, dedi, padişatımızı cin basmış! Bir müddet kapıda dinlediler. Güliza, rın ağzındaki (kaç çıkarılmış olacaktı ki, kadın yalvarıyordu: — Hünkârmı, merhamet et! Padişah haykırıyordu: — Söyle kahpe, bu budayı hangi mel- unla hazırladın? Abdülfettah sekbabaşıyı kolundan tu- | tup sürükledi: — Padişah, dedi. Kendisi tahkikat ya- piyor, ama, bu karı İblise pabucunu ters giydirir. Korkarım ki hünkür alt olmasm! Gülizar, pencereden başını çevirenin padişah Mustafa olmadığımı görmüş, €v- veli haykırmak İstemişken ağzms kapa- nan elin kime ait olduğunu tanımiş ve gözlerinde sevinç belirmişti. Padişab no olmuştu? Herif, Gülizara haykırırken ayni za. manda işaret veriyordu, aşilte sanki ha- kikaten ölüm karşısında hünkâr merha- meti dilenir gibi ne inanılır bir muvaf - fakiyetle yalvarıyordu? Dişarla ses seda kesildiğini anlıyan meçhul ağam dedi ki: — Gülizar, Haydi, kaybedecek vakti- miz yoktur, Hünkâr neredeyse kendine gelir, hep birlikte mahvoluruz. Kalktılar. Adam bir bohçaya kesilen kellelörden birini sararak koltuğunun eJ- tma #rkıştırdı, Ve Gülizarı da bir elinden tutarak büyük bir ihtimamla kapıyı aç. ti. Etrafı dinlediler ve yavaş yavaş alt merdivenlere yürüdüler. Bahçe kapısma çıktıkları zaman ka. rarlık dehşetle çökmüştü, Yağmur bar daktan boşanırcasma (yağıyordu. Fakat tesadüf aksilik etmiş, karşılarma bekçi gikivermişti. LAmbayı yüzlerine tutup haykırdı: AŞK (ROMANI | Yazan: Ikimim — Hey bre kavuklu, kolundaki kab- peyle hereye böyle, burayı na sandın, padişah sarayında geco vakti... Fakat herif lâfını bitirmeden göğsü- ne giddetli bir yumruk yiyerek çemur- lara yuvarlandı, Birkaç dakika içinde ci, leri bağlanmış, ayakları kenetlenmiş, ağ- zı tkanmıştı. defa daha bu çevik adama i. Görünürde hiş kuvveti yokmuş zannedilirdi. Halbuki işte bir yumrukta öküz kadar kuvvetli herifi bay gi yere sermişti, İkisi de süratle kapıya seğirttiler. Gü- İlzar heyecan içindeydi, Sordu: — Nereyo Davud? — Sus hanımım! Ve bir baykuş gibi islik çaldı. Kapi ö- nünden cevab aldılar. Her gey hazırdı. Kapıya yaklaştılar. Davud, Gülizar: bir | könara bıraktı ve ayaklarının ucuna ba- #arak kapıya yaklaştı. Elinde silfhıyla yuyarlak odada uyuklıyan kayı bekçile- ri birkaç dakika içinde Davudun ayaklari | dibine seriliverdi. Davud istemiyo iste. | miye herifi hançerlermişti. Bağlıyacak # | pi yoktu. Süratle Güllzarı bileğinden tu- tarak çekti. Dışardan dayandılar, Davud- la Gülizar içerden çektiler. Kapı hafif hafif ve gıcırdıyarak açılırken saray için- de dehşetli gürültüler başlamıştı, Bir a- rolık saray behçesine ellerinde meşale, lerle birkaç insan çıktı. Fakat kapıya koştukları zaman karanlıklar içinde kuş yetişmez atlarm sulara basıp çıkardıkları ezik na'-sezlerini duydular. Davud, Gülizar ve dışarda et baş: tu- tup bunları bekliyenler doludizgin kay - boldular, Davud ömründe bu kadar heyecanlı bir gün gecirmemişti. On beş yıl Kabak- çınm yanında kalmış, belki binlerce hâ- dise içine girmiş çıkmış, feleğin çenbe - rinden kaç kere geçmiş, kaç ölüm tehli, kesi atlatmıştı, ama, bu kadar heyecan duymamıştı, VE LU Kazan: R. Rober Düma — Strammer MATMAZEL SEYİR ANA 4 61 — Çeviren: FP. K ekspresten henüz inmişti ki sert topuk darbesile önünde bir nefer belirdi Fon Sirammer hapishanoden çıktıktan” iki gün sonra sağ ve salim Berline vasıl oldu. — Hans Haymer ne oldu? — Zavallı ne olduğunu anlıyamadı. Fon Strammerden üç gün sonra iki jan. darma refakatinde budut harici edildi. Komiser güldü: — Hakikaten zavallı! Fon Sirammer. den izahat istiyemez. İstese bile o da sus. masını emredecektir. Benüva: — Haydi çocuklar, dedi, Bir kere da ha allaharsmarladık. — Allahaısmarladık yüzbaşım. Benuva dışarı çıktı. O akşam 10,15 de şimal ekspresile, Ro- kür v6 Serviny Paristen syrıldılar ve ertesi sabah saat dokuzda Berline ayak bastılar. xi Yon Strammer Paris » Berlin dönüş 86- yahatinda general fon Rogviçe vaziyeti nasıl izsh edeceğini uzun uzadıya dü- günmüştü. Ons no söylemek lâzımdı? ol- duğu gibi bakikali mi? yoksa terfi ka- zanmak için hâdiseleri kendi lehine ta- dil edip romanlaştırarak mı anlatmalıy- dı? Belki de firarı hakkında malümet vermemek ve “affedersiniz, bana yardım edenlerden bahsetmemeğe namusum Ü- zerins söz verdim!,, demek de münssib olurdu. Bu usulü Pariste Alman elçili . ginde tatbik etmiş ve bütün sualleri ce. vabsız bırakmıştı: “İmkânı yok. Tamam. le askeri bir mesele, ancak âmirime Iza- hat verebilirim.,, Şimal ekapresinden inip gara, ordan dü sokağa çıktığı zaman bir taksi çağır - mak üzere bakındı. Daha üç adım at - mamıştı ki sert topuk darbesiyle önünde bir nefer belirdi: — Gengral sizi otomobilinde bekliyor. Fon Strammer askeri takip etti, oto, mobile girdi. — Bonjur azizim Ştrammer. Hoş gel. din. Tebrik ederim. General şoföre seslendi: — Daireye... Tuna serdarı Alemdara İltica ettiği Fon Sirammer, makcuh, genersle te « zaman bile bu kadar heyecan hissetme - | gekkür ediyordu: migti, Davud, Alemdar paşanın emrini yerine getirmek için çoktan kellesini koltuğuna almıştı. Hâdiseleri tâ eğlen - eenin başladığı zeamandanberi takip edi- yordu, Hattâ ondan başka silâhların ne- reden atıldığını da gören olmamıştı, (Devamı Var) — Benim için ne büyük şeref ekselâns, böyle bir şerefe lâyık değilim... — Paris sefaretinin gönderdiği bir gif- re aldık. B'rkaç kelimeden ibaret Li” tel- graf: “Firar etmeğe muvaffak olan mü- Bizim fon Ştrammer yarmki çarşamba günü şimal ekspresiyle Berline geliyor... KV» ER XD ALAN 2 YDS Demek sizi oruda tevkif etmişler! kadar merak ettiğimi tabii tahmin Gö”. siniz. Ne sizden ,ne de Haymerdö” baftadanberi haber alamıyorduzi- bire bu telgrafı alınca gaşırdım ammayı halletmeğe muvaffak ola Merak içinde istasyona koştum. Allah aşkına! no oldu? Fon Ştrammer gafil avlanmıştı gveek ki plârimr unuttu ve olanı biteni ol! Ebi anlattı. General ses çıkarmadı dinledi, Dairenin önüne geldikleri zam9 Ştremmer sustu, Arabadan indiler, geralin dairesine çıkıldı. Fon Rogvi” — Devam ediniz. Dedi, Oturabili"i niz, Fan Şrammer âmirinin karşısına BEİ oturarak macerasını anlattı. gözlerini tirdiği zaman general bi müddet Sonra homurdandı: — Şimdi ne yapmak lâzım, biliyor mik sunuz? Ayağa kalktı, odada dolaşmağa bAf” di. Fon Ştrammer de hemen ayağa KİK miş ve bazırol vaziyeti almıştı. Gen onun önünde durdu ve cümlesini ladı: — Susmak ve kimseye bir gey #öİİ” memek lâzım. Anlaşıldı mı? — Baş üstüne ekselâns. > — Bu mesele ikimizin arasinği yal malz... Fakat üç hafta görünmeyip #” ra birdenbire ortaya çıkışmızı izah we cek bir de masal bulmağa meeburuz. Bİ” boluşunuz tablatiyle nazarı dikkati w ve merakt tahrik etti, Herkes sizi Bö rTünce mabaatli bir film gibi mac&' sonunu öğrenmek İstiyecek. Bu me” tatmin etmeliyiz. Ben düşünüp bİR hazırladım, General tekrar koltuğuna oturdu. — Otur azizim ve beni dinle, PN csas hatlarını izah edeyim: 1 — Pliderle Benuayi zarar yapa” bir hale getirmekle tavzif edişi Görüyorsunuz ya; teşkilâtmiz mi e oldunuz. İkinei kısmı olmadı. Demek zim için bir yarı muvaffakıyet bahatır. Vazilenizi Ifa hususunda büyük BİP ri #aret gösterdiniz, Hürriyetiniz! v0 do hayatmızı tehlikeye sokmakta tere düd göstermediniz. pir Firar etmekle bükümeti muğli& siyasi meseleden kurtarmış oldunuz A” ni zamanda Alman zabiti şerefini diniz. Cinayet mahkemesi huzurun# “ manız bütün Alman ordusunu lekeli?” ” eek bir hâditeydi. — - (Devamı ver) ve ge a den —— Prenses; bir çok dostlarının selâmlarına bâşile mukabele ederek, önünde hürmet ve takdirlerle eğilip elini öpen erkek (o aşinalarına münasip birkaç söz bularak, bir tevazu ve ihtişam heykeli gibi ka" Tabalık arasıdan ilerlerken, hemen yanından yürüyen Nana da — güzel yüzü memnuniyet ve heyecandan o kızarmış olduğu halde — prenses tarafından kendisine takdim edilen zevatın komplimanları" na mukabeleye çalışıyordu. Salonun üç köşesini çevreleyen sütunların sınırlandırdığı ge- niş dehlizlere yerleştirilmiş masa ve koltuklardan boş bir masa- nın etrafındaki koltuklara yerleştiler, Bütün masaların üzeri müte- nevvi çiçeklerle süslenmiş, ve çeşit çeşit şekilde abajurlarla ayrıca aydınlatılmıştı. Tertemiz üstleri başları, becerikli hareketleri, terbiyeli tavır- Jarile davetliler üzerinde çok iyi tesir bırakan asker garsonlardan ikisi derhal, prensesle arkadaşlarının masasına koşarak, arzı hür- met ettiler, Yan salonlardan birisi, cigara salonu yapılmış; diğerine fev- kalâde zengin ve mükemmel bir büfe hazırlanmıştı. İsteyenler; biz“ zat büfenin başına gelerek içiyorlar ve yiyorlar; sonra cigara sa- lonuna geçip, cigaralarım yakıyorlar; tanıdıklar, p'up grup top Yasarak, konuşuyor, güküşüyorlardı. Büfeye kadar gitmek istemi- yenler de, arzu ettiklerini masalarına getirtiyorlardı. Prensesle arkadaşları, masalarına viski ve soda getirttiler. Caz güzel bir #lov çalıyordu. Fraklı ve büyük üniformalı ka- valyeler, çok maharetli bir şekilde çalınan bu (slov) un ağır fakat canlı ritmine uyarak, vakur, ve zarif bir çeviklikle, damlarını sev- kediyorlardı. Bütün salonda, gerek 'dans edenler, gerek oturan veya ayakta dolaşanlar arasında, tek bir sıkılan kimse bulunmadı- ği. yüzlerden belli oluyordu. Sanki, davetlilerin arasında görün- meyen bir peri dolaşıyor ve sihirli değneği ile dokunduğu herkese » en çekingenlere ve neş'esizlere bile — ılık bir samimiyet ve canlı bir neş'e aşılmyor gibi ik, Caz sustu. Evvelce salona yerleştirilmiş olan (oparlör) den SUBAYIN KAÇIRDIĞI KIZ —)3 bir ses yükseldi: On beş gündür İstanbulda bulunan ve müthiş al- kışlar toplıyan ecnebi bir revü ve varyete trupunun numaraları başlıyacağı bildiriliyordu. Bu, gecenin sürprizi idi. Salonun ortasındaki büyük avizede yanan yüzlerce mumluk elektrik lâmbası söndü, Yalnız sütun (başlıklarında gizlenmiş renkli ampullerle, masaların üzerindeki abaurlardan sızan loş işık kaldı. Caz kıvrak bir bolero çalmağa başladı. Varyete başlamıştı. Arada iki üç danslık fasılalarla, bir saat kadar devam eden nu muralar, cidden güzeidi. Bunları büyük bir zevkle takip cen Nana, aradaki fasılalar- dan birisinde, Platonla dansederken; — Ah, dedi, bilseniz bu gece ne kadar memnunum. Bütün bunlar benim için yepyeni şeyler. Şimdiye kadar böyle bir âlemi — değil köylü gibi geçen hayatımda — rüyamda bile görmemiş- tim. Plâton cevap verdi: — Sizin, “köylü gibi,, diye tavsif ederek gözünüzde küçült- tüğünüz hayatın da o kadar tabii zevkleri, o kadar saf güzellikleri vardır ki, bu yeni hayatın suni zevk gibi kalır. Bu itibarla, şerrin bu yapma, gürültülü hayatına atılmakta hiçbir zaman geç kalmış sayılmazsınız. Ve diyebilirim ki, buradan bıkıp sakin, fakat insa- na sıhhat ve kuvvet aşılayan “köylü,, hayatına dönmeği istemek- te de gecikmiyeceksiniz. Nana: — Olabilir, dedi, fakat, şüphe yok ki, her yenilik ve gÖ Teri insana, yeni bir yaşama zevki ve — sun'i dahi olsa — daimi? ye, dalma güzele doğru atılma arzusu veriyor. “eskiye dönmen temek, bertse, kat'ı bir hayal inkisarnn neticesidir. Halbuki yatın e kadar değişik safhhaları var ki, bunlardan birisi Snsen ğe yal inkisarma uğratırken, bir diğeri bu maneviyat çükmi g ni olur, bu suretle insan, kuvvetli su cereyanna kapılmış Wi man parçası gibi, ileri, dalma İleri sürüklenir, “Geri döne arak, hayatın bütün safhalarında inkisara uğre—-x suretil, cereyanın tersine akmasile mümkündür. gi” Plâton, Nanaya yeni bir alâka ile baktı. Bu kızın, aldığı “gf. makarışık terbiyeye rağmen, düşüncelerinde ve ifadesin! si gunluğa şaştı. Bu aralık dans bitmişti. Yerlerine döndüler, senii Çok hoşa giden ve şiddetle alkışlanan numaralardan “erd. tekrar dans başladı. Saat biri geçiyordu. Caz susmuş; © güzel bir vals çalmağa başlamıştı. bir VE Sadun prensesle, Plâton Nana ie kalktılar; çok kuvvetli gibi yana valsinin ruhu kavrayan melodisile, ağır ağır, kay" dönmeğe başladılar, Bu esnada, ortadaki elektrikler sön gi ve yalnız renkli ziyalarla, masalardaki abajurlar kalmıştı çed? esrarlı bir manzara veren bu İoş ışık, birdenbire, dört kö siye” dans sahasına çevrilen proektörlerin kırmızı mor, perb$ pi ile daha ziyalı bir renk aldı. Bu, ter an açılan, koyulafi” # renk dalgası içinde, çift çift dönen insanlar; büyük bir aa lan gibi kıvrılan alevleri etrafında, dini âyin yapan gizli saliklerinin gölgeli hayallerine benziyorlardı. öy” Orkestra sesi, valsin fsal notile beraber, sönerke egf avizedeki elektrik lâmbalarar salonu tekrar göz kamaştır“ kilde aydınlatmıştı. (Devamı var), arr a e 4 EEE ZDEOLELI S2 —< e x—— es “ĞZ . e.» mer ase gz: müm gö” YER şı er a in e ye a e

Bu sayıdan diğer sayfalar: