9 Eylül 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

9 Eylül 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

MİLLİYET CUMARTESİ 9 EYLOL 1933 Fikirler ve insanlar Bir üstadın dedikleri Cenap Şahabettin Beyin yazılarını, goktandır okumamıştım. Vakıa üstat yazmıyor değil! Yolların sesi mecmu- asının her nüshasında, arasıra ü delik gazet “Şarkım yedi yüz yılda yetiştirdiği i,, nin çok şükür sıhhate olduğunu anlıyoruz. Fak ileri gidemiyo: mütevaliyen k bizi ürkütüyor. Onun emsal. ir, nazirsiz bir şair olduğ ok genç, ihti- muharrirlerimiz ta: bu bizim de inanma mıza kâfidir. Üstat bugün gazete ve mecmuala- rm eskisi kadar okunmadığını, muha: rirlerine eskisi kadar para veremedi ini le okuma tecessüsü- ii memnun tabı, Alak esirgesin(, aş sa hayranları bile şaşırıp kalacakla; dir. Her ne ise! geçen gün üstadın yeni bir yazısını değil ama Akşam'ın anket #muharririne söylediklerini Aman siz de hemen bulup okuyun. Şiir ve nazım hakkında © mütalealar! O ne derin amafih bize çok fena bir veriyor: artık şiir yazmıyormuş; çün- kü parmak besabile yazamıyormuş, aruza da itibar eden kimse kalmamış! Etmeyin, dostlar, elbirliği ile aruzu ihya edelim; arapça acemce kelime- lerle elif mize neşe gelsin! Ustat muadele ile konuşuyor: “Ne- sir -- musiki — nazım, buyuruyor. Bunu okur okumaz hatırıma: “1328 de Türk namusu lekelendi, of? of? ü tikam,, şarkısı geldi. Or nazımdı. Kim bilir? belki esin abbe dun “halis şiir, dediği şevin ta kendisi Ne yazık ki Cenap Sahabettin Bey gi- bi onun da kıymetini bilmedik, onu da unuttuk, sanat âlemimize şasırıp gelivermiş Hüma kuşunu kaçırdık. Aruz ile ahenkli söz söylenirmiş a- mon hece ile kabil değilmiş. Ne kadar doğru! Bir kere Necip Fazui'n şu mıs- ralarmı okuyun: Acaba tüssü yaksam Görünür mü yüzünüz Acaba tüssü yaksam? Siz benim yüzümsünüz, Bunların musiki, ahenk neresinde? Gerçi Cenap Şahabettin Bey serbest nazım için bir şey söylemiyor ama hiç iz onda da musiki o bulamaz. ruz! Bilhassa üstadınkileri sel lor?,, Hele “il tilması! Adı İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi İcra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir | Merkezi idaresi: Galatada Ünyon Hanında #ebirlerde Tel: Beyoğlu : 4887 5986 Acentam bulunmayan Devlet Demiryolları 8 - 10adet ray otobüsünün kapalı zarfla münakasası 4 Teş rinievvel 933 çarşamba günü saat İS te idare binasında yapı- lacaktır. Fazla tafsilât Ankarada malzeme dairesinden ve Hay darpaşada tesellüm ve sevk müdi edilebilecek şartnamelerde yazılıdır. Milliyet'in edebi romanı: 62 YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündüz. — Bütün bir mevsim Yaylâ kızı için parlak, köse dayı için ka- zançlı ve ortalık için dedikodulu geçti, San'at ve sahne münekkitleri, içtimai ahlâk ve ahlâki içtimaiyat mütehassısları, hattâ antropoloji doktorları kendilerine mez bir mevzu bulmuşlardı. San'at münekkitleri hücum et- &iler. Peteğin yerli oyunlarını be- ğenmediler. Milli oyunları beğen- miyorlar denmesin ve bu yüzden hakarete uğramasınlar için bir lâf formülü buldular; San'atın âhenk- leşmiş hendesesi... Bu, milli oyu- va hücum için kullanılan bir for- müldü. Başladılar yazmağa. Bu kız san'at terbiyesinden başka ne kültürel bir terbiye almış, ne de bir âile terbiyesi. Şımarık, densiz bir neşe içinde halkı eğlendiriyor. Kenarın dilberi diyemiğorlardı. lık geliyor; Moliğre'in Mascarille'ini görüyormuş gibi bir inşirah duyuyo- Çırpınır, çarpılır, Badı nalana hay, ve yahut: Söyle, ey Tanrı, dizlerin ner: Bir de Cenap Şahabettin Beye türk nmaz derler! efail te- mıştar. Bakın aruzun hece vezninden tün olduğunu ne güzel bir misal anlatıyor: Farzediniz ki ben sokaklara bayrak diheceğim. . Kırmızı ve yeşil ba;rak- Jarı karma karışık bir halde dihersem hiç bir şeye benzemez değil mi? Halbuki iki kırmızı bir yeşil, yahut dört kırmızı bir veşil olursa göze gü- zel görünür. Kelimelerde de ayni se- ye riayet etmek lâzımdır. Harekeli, sükünlu, yahut kısa ve uzun hecelerin münavebe ile ve muntazaman sıralan- ması lâzımdır. Efendim halbeki bir çokları parmaklarını almışlar..Say say yaz. sav sav yaz... Parmak sayı iptidai bir hareketti Kırmızı yesil bayraklar! Kimin ha- tırma gelir? Ne yazık ki sokaklara iki kırmızı, bir yesil bayrak dikemi- yecek; çünkü yesil bayrak ta, aruz, arapca, acemce gibi milli ananemiz- den kalktı, halifelik bayrağı idi. Fa- kat kalan ne olurdu? — “İki kırmızı, bir yes » İki yesil bir kırmızı!. .., Zavallı Cenap Şahabettin Bey, sevdi- ği seylerin hepsinden mahrum oluyor. Farzediniz ki iki kırmızı bir yesil bayrak asarken elinizdeki kırmızı bay raklar az geldi; zarar yok, yeşiller- den birinin üzerine biraz kiremit to zu serpersiniz, isten anlıyan kormızı olduğunu farkeder. İste bu da aruzun imalesine benzer. Buna göre “Na'si evrak ile dolar laklar,, mısramı takti edelim: Yesil kırmızı vesil yeşil kır- mızı kiremit tozlu yesil kırmızı yeşil yesil yesil. Dört katlı bir evin pence- böyle süslevin, oldu bir kıta. örneği istemeniz Amerika'ya 'slrv seraper,, i böyle süsler. radı hepimizden daha iyi farkeder. Cenap Şahabettin Bey, hece vezni ile yazanların daima parmakları üze- rinde saydıklarını söylüyor. Acaba kendisi de aruzu uzun kısa heceleri sayarak mı yazarlar? Yoksa bunun i- cin kırmızı yesil bayrak mı kullanır. lar? İşte edebiyat tarihçilerinin tenvir etmeleri lâzım bir nokt Sonra üstat, “tasradan yeni gi genç köylü kızı, hdan bahsederek: — Hite, demiş, parmak saymak bu” nun işidir. Ne demezxiniz, üstadım! elbette. el- bett! O nazik de o'sa | hiç sizin gibi nazenin olabilir mi? Norallah ATA acenta ararmıktadır. idaresi ilân | ğünden bili bedel temin nadolu güzelini beğenmiyor mu- sun züppe!? diyeceklerdi. Bun- dan kurtulmak için kenarın dil beri yerine san'at için üygun ol- mayan bayağı bir güzelliği var di - yorlardı. Bu gibi sahnelerin san'atla bir ilişiği yoktur. Nihayet her hangi bir seyyar kantoculuktan ileri ge- çemez. San'atın ilâhi ve beynlebe- şer oluşundaki estetik mefhumla bu âhenkli hendesesi bozuk kız- cağız, falan filân feşmikân ve sa- ire... Öteden musiki dâhileri ses ver- diler. Dediler de dediler, sesi pü- rüzsüz bir soprano ile sobret a- rasında amma la minörden fa ma- jöre geçerken biraz köylü gamı- na kaçan bozukluk var. Tabii ©- lacak, çünkü ilmi musiki felsefe- sinin maşeri do diyeslerini gör- M-— ÖĞÜTLER İ lerini temizleme! memiş. Olsa olsa bir kantocu o- labilir. İpekcileriü modern sahne-'| tiz IHHİ Da 7) Vücudumuzun sıhhat ve selâmeti için riayet edil- mesi lâzım gelen kaideler hhat ve selâmeti doğru düşünmek Vücudumuzun için birinci kaide ve mülâhazalı hareket etmektir. Her hangi bir düşünce ve fikrin mahsulü ya faydalı veya muzir olur. ve isabetli düşünme ve fikir! dumuzu besler ve sıhhatimize mâfi bir takım kimyevi mevaddın vücudu- muzda husule gelmesine ve peyda ols masma yardım ederler. İkinci kaide; vücudumuza İp vermekle vücudumu” zun bir sürü pisliklerini dışarı ve ne kadar çok nefes alır verirsek 5 nispette o pisliklerden kurtulur ve içi- temizlenmesine sebep olmuş olu ruz. Bir çok kimselerin ağızdan nefes almak sibi fena âdetleri vardır. N. tabiat tarafından onlara veri ; Ücüncü kaide; doğru ve yolu ile sü içmektir. Su icmek için en iyi zaman yemekler arasıdır. Va bilhassa sabah- İeyin ilk iş bu olmalıdır. Dördüncü kaide; Doğru ve yolu ile beslermek ve yemektir. İyi ve yolu ile yemek yemek için yemeği lâyıkile çiğ- nemeli ve ağzın suyu İle yemekler o kadar iyi karışıp hallolmalı ki baberi- miz olmadan kendi kendine böğazı- mızdan kayıp gitmeli. Beşinci kaide; doğru ve yolu ile id- man ve egzersizler yapmaktır. Bu k idelerin en mühimmi ve sıhhat ve afi- yetimize en ziyade hizmet edenidir. Altıncı kaide; temizliğe riayet et- mektir. Bunun için de evvelâ yıkan- malı sonra traş olmalı, dişlerini temiz- Temeli, tırn, ayakkabılara da Yedinci kaide; kıp paydos etmelidir. Bu suretle-i san makinesinin tam zamanında din- lenmesi temin edilmiş olur. Sekizinci kaide; istirahat ve eğlen- me zamanına riayet etmelidir. in gün İş ve güçle uğraşmaktan vücut ve kafa; yorulmuş ve mesiçleri bozul- muş olur. Bunun ve vazife bi- ince hemen oradan ayrılmalı ve on- ları unutup bajka şevleris İcendini eğ- İendirip oyalamıya bakmalı. Dokuzuncu kaide; vücudun sıhhat ve selâmeti için insan uykusu mam uyumaldır. Uykuya çok düskün olanlar ya lâyıkile uyuyamadıkları ve yahut uykuya mâni vücutça bir rahat- sızlıkları olduğu için daima uyumak isterler. Uyku noksan ve pek az dlur- sa vücut kuvvetten düşer, kafa ser- semler, âsâp bozulur. İyi ve rahât uyu mak için vücut sağlam ve rahata tel. malı, ruh ta her türlü elem ve keder, hırs ve hiddet, korku ve bunun, gi diğer muzir tesir ve duygulardan ma- sun bulunmalıdır. Bir çok kimieler rahat uyku uyuyamazlar ve uykudan istifedle - edemezler, -Zira uyku için lâyıkile kendilerini o hazırlamazlar. Bunlar ekseri işlerinden ve vazi rinden ölü gibi yorgun ve bitkin vı elbiselerini üstlerinden atarlar ve ya- e düşerler. Rahat uyumak için eve ince yavaş yavaş soyunmalı, yıkan- Sai önalirimi Sr lmmilmiile ir. Bunlar haddiza- el âdetler olmakla be- Dr. ŞÜKRÜ Dr. ZEKAI MUAMMER BAKTERIYOLOJİ LABORATUVARI Her nevi kan muayeneleri (Waster- man, Kah ilâ) balgam, cerahat, id- Tar ve sair bakteriyoleji tahlilât ve ar zu edilen hususi aşılar yapılır. Çem- berli taş, Güzel aparteman No, 4. Tel: 22037. O (6911) Mama 6160 sinde daha fazla “bulundurulması san'at namına ağır bir lâubalilik- tir, şudur, budur, “festekizdir. ve saire... İçtimai ahlâkçılar “Dükhaym- dan, Falkenhaymdan; © Herze- haymdan ve ne kadar frenk adı varsa hepsinden vecizeler, * düs- turlar, doktrinler getirdiler ve is“ bat ettiler ki bu gibi kızların sah- göbek atmasını bilmezdi) içtimai ahlâk “için bir karhai âkiledir. Maşeri vicdanın totemlerindeki sübjektif şe'niyet buna manidir. Ahlâki içtimaiyatımızın o objek- i lini namına zabıtai ah- lâkiyenin işe ehemmiyet vermesi ve şusu ve busu ve ebelerinin öre- kesi ve saire... Mahalif bir gazete arsızlığı ve ilim taslakçılığını manda tersi gi- bi ortaya yayıverdi. Ne demek e- fendim! Diye haykırdı, cümhuri- yetin ahlâki umdeleri nerede kal. dı. Biz kızlarımızı darülfünün sı- | ralarında görmek isteriz. Cazbant- k sahnelerde kırıtan, açık saçık türküler (Petek açık türkü bilmez- di) söyletemeyiz. “Bir Me bu türlü hücüm et- Baba kalbi Karısının hiyanetini ispat eden mek | tup elinde, gözlerine inanamıyarak bakıyordu. Muallâya ne fenalık et- mişti, ondan ne esirg: sene onu incitmeden, bir dedi etmeden, refah ve huzur içinde yaşat- mıştı. Kadınlara yarinmak için daha ne fedakârlik yapmak icap ediyordu. Mu allâ zâhiren şikâyet etmiyor görünü- yordu. Zaten meye şikâyet edecelti?. ikti? Ona kul, köle olmuştu. müştü. Muallâda gizli bir telâş Kocası ile konuşurken, kabahati yü- züne vurulmuş bir çocuk gibi kızarı- yor, ehemmiyetsiz bir suale cevap ve- remiyor, kekeliyordu. nasıl olmuştu da, ihti lık etmiş, mektubu masasının de unutmuştu? Kocasının o saatte eve geleceğini tehmin etmiyordu. Eve gel- se bile onun odasma girmezdi. İrfan Beyi o gün şeytan dürtmüştü. Gizli bir ses, mütemadiyen ona haykırıyor- du: — Karının odasına gir; odasına gir, İrfan, mektuptaki medrese bakınca Muallânm Mektup çok atesli bir üsl zılmıştı. Munllâ, Sami'ye aşkımdan bahsediyor, muntazaman buluştukla- rt yuvanın hâtıralarını canlandırıyor- du. Mektup, yalnız i şeklen de- gil. bütün tafsili , bütün fecaatile anlatıyordu. İrfan ne yapacaktı? Muallâ sokak- tan gelince, ona-hir sevler söylemive» cek mi idi? Süköt edebilmek için be- inin fevkinde bir kuvvet lâ- Irfan o kadar taberz “istediki tükürcekti, İrfan kendini ai Sami ile mukayese ediyordu. Sami daha vaşlıridi, cehrece fazla bir hususiyeti o yoktu. all& onun mesini beğenmiş, mesine ta- mah etmisti? Yamruklarını sıkarak? — Nankör, nankör! diye inledi. Munallânın odasında fazla durama- dı. Yanan başını, kendi odasında pen esrenin sonk camına dayadı, düşün- dü. dücündü. Muallâyı tahkir edecekti. O kadar. Dövmek, öldürmek, lüzumsuz ve fay- daszdı. Kırılan kendi kalbi ve hava- te idi. Onlar kırıldıktan sönra hiddet ve siddet te kuvvetini kaybediyordu. Artık bü evde durâmazdı. Bavulu: m alın. gözü nereyi keserse, oraya açıldığını duyarak döndü. İçeriyn siren kayınpederi idir — İrfan Bey oğlum, ne var, ne yok, daheınsın. küle ihtiyarı bu ânü fe- temedi. Balki o An bu darbenin tesiri altnda yığılır. ölüverirdi. — Bir sey yok efendim, biraz ba- şim ağrivor. İhtivar baba göğsündeki ağrılardan şikâvet ediyordu. İrfan, kalbinin ze- Kirini icine eletarak onu dinliyordu, İrfanm kayınpederine hürmeti va mu- hahbeti vardı. Kendi baha munmelesi etmisi İhtiyar baba nihayet odasma cekil- venleri çikarken, İrfan salonun kapı- sından seslendi: — Manllâ, biraz salona gel. fir mi var? mütereddit çıktı basamaklardan — Pir whafsam, ne var? — İcerida anlatırım. Salonda Karsı karsıva bir müddet vler. İrfan sesi boğarmıla dü- ve siddeti gösteremiyeceğini anladı DSAKAY «Eski Giorya) K-Â BE R LİLİ DAMİTA ve tarafından tem: SİNEMASINDA BABA ANDRE LUGUET edilen fransızca sözlü filim, Programa ilâveten: CENE- RAL BALBO'nun hava filosunun İtalyadan hareketi — Şikagoya muva- salât — İrlandada karaya inmesi — Nevyorkta kabul merasımı — Romaya avdeti — Musolini tarafından harareti Mustesna bi m TICARET MEKTEPLERİNE MAHSUS Yeni türkçe harflerile (K. Kömürcüyan Bey asarı) Yeni muhasebe usulü Ticari malümat İketısat ilmi İhtisas muhasebeleri c. 1. * Ameli ve tatbiki kambiyo Ticari ve mali hesap 1 ci ku Yeni hesabi ticari Yeni lügaritma cetvelleri Mali cebir Talebeye hizmet lar üzerinden ©; Tevzi merkezi İkbal ve taphaneleridir. Beyoğlu İngiliz Kız Mektebi Mektep 20 Eylül 1933 çarşamba günü açılacaktır. İzahat almak için her za- man mektebe müracaat olunur. Kayıt ve kabul muamelesi için 11 Eylülden itibaren Cuma ve Pazardan manda bergün 10-12,30 kadar ; mektep (6856) 6017 m Cebinden mektubu çıkararak karısı- na uzattı: — Buna cevap ver. Muallâ korkak bakıyordu. Çekine çekine mektubu aldı ve bakar bakmaz yere dizüstü düşüverdi. Ellerile yüzü- nü kapamıştı. İrfan iğildi, ellerile o- muzlarından tutarak sarstı: mildiriyetine müracaat olunur. belen canlandı. Kocasının dizlerinden tuttu. Ağlıyan ve yalva- ran bir sesle: Irfan, yok. Benim kar k, hem çok hakareti yap, dör, öl- dür, Fakat babama söyleme.. Onun olmıya . tahammül dini sofaya atir. Karı kocanın bağrıştıklarını duyan ihtiyar, yukarı sofaya çıkmıştı: — Ne var? Ne oluyor? İrfan onu kolundan tuttu. Kendi 0- dasına çekti ve her şeyi olduğu anlattı, lunu hazırladı; yorum, dedi. İktiyne baba gözleri yayarımalılı, heyecana kapılmadan dinlemişti: — Git oğlum, hakkın var, Ve bir felâket arkadaşı gibi onu İları arasına aldı, uzun uzun öptü. ... Muallâ ateşler içinde yanarak, ya- | tağında kıvranıyordu. İhtiyar babası yavaşça kapıdan başımı uzattı: — Başının ağrısı geçti mi, teri Mualli Me bakas gittiğini sana söy- ben sormayı unut- tum. Çok kalacak mı? Sen mektup yazarım elbette, Benden de selâm yazmayı unutma. Ama şimdi değil, sonra. . sonra. . Kapıyı çekerek kapadı. Muallâ yas | tıktan başmı kaldırdı. Ellerini kalbi- a üzerine bastırarak geniş bir nefes aldı: — İrfan, sana çok teşekkür ederim. Babama söylememişsin., Başı tekrar yastığa düstüt — Babam bilmiyor, dedi. ikbalı a an amm an a Nihayet Istanbul halkı 7 büyük yıl- dız tarafından bir sureti fevkalidede temsil ve VİCKY BAUM tarafın. dan vazi sahne edilen GRAND OTEL muhteşem ve muazzam filmi pek yakında görmek bahtiyarlığına Bugünkü proğram İSTANBUL: 18.: Gramofön, 18.30: Fransızca ders (Müptedilere mal iL fat Bey ve arkadaşları. 20.: Beda; Musikiye Heyeti. 21.30: Gramofon. 22.: Anadolu Ajansı. borsa haberleri saat ayarı, MOSKOVA, 1481 m. 7,15: Plâk. 10,15: Konser, 11,20: Konser. ik, 21,45: Senfonik kanser, 20,15: Askeri manik. 2125: Şark ve musiki karışık neşriyat. 23,20: Ori ROMA, ddi m. 15; Plâk. 21,0: Karışık konser, 23,50: danı 18: konser 2080: Piller Bir Oparetlerima Piyano konseri, 22,201 Romen ini müsahabe, 22,151 hafif musiki. KUZU YAPAĞI: DERİ ARINTI VE KAZINTILARI SATILIYOR Beykoz Deri ve Kundura fabrikasından: Fabrikada birikmiş ve çıkacak kuzu yar pağısı, kuru ve yaş deri arıntı ve kazm- tıları satılacağından talip olanların 30 Eylül tarihine kadar şifahen veya mek: topla fabrikaya müracaatları, (7146) gJilliyet Asrm umdesi “MİLLİYET” ür. ABONE Ya ez Gelen evrak geri Esçan müshalar 10 BUGÜNKÜ HA A Yeşilköy raset merkesindi malümata nazaran bugün ba gecekkir. A3 tarihinde hava tazyiki ve en fazla sıcaklık 18, on as 13 derecedir. kadan anlaşıldığına göre bu kr- zın anasını babasını cezalandı mak lâzım geliyor. Kızlarını bir takım gayri (müslimlere kira- lamışlardır. Serbest fuhşun şer. ti kanuniyesi hilâfma henüz re; de sayılmayan bu kız için merci nin nazarı dikkatini celbederiz. Bir gazete yüksek san'atkârlı- ğa çok kabiliyeti olan bir Türk kızı için bu kadar ağır şeyler söy- lenmez diye Petek'i mödafaaya kalkıştı. Vay! sen misin müdafaa eden? Gazetenin patronundan dü- men neferine kadar hepsi ahlâk- sız damgasi yedi. Patronun cema- ziyelevveli, başmuharririn cema- ziyelâhırı, yazı işleri müdürünün mürettibin geçmişi geleceği ve sa- ire hep ortaya atıldı. Artık Petek'in san'at davası gırtlaklaşmaya kadar vardı. Pol Valeri'yi şahit getiren mi ararsı- nız? Bernarşov'u o söyleten mi? Lombrozo'yu mezarından “ çıka- ran mı? Polis müdürünü mes'ul tutan mı? Bir gün Samuel Bensusan E. fendi kızgınlığından hüngür hün- gür ağlamağa başladı. lere ettiğimiz tahkikatı emi 4 “Yayla kez katıla katıla “gülü: yordu. — Niye ağlıyorsun köse dayı!? — Haksız yere sana, -ettikleri- ne. — Haksız olduğunu ne biliyor- sun? — Sus sen de! Alayın, kahka- hanın sırası değil, Kardan beyaz alnını, gülden temiz . içini bu ka- dar tahkir olur mu? — Hakları var, — Nasıl hakları var kızım!? — Nasıl olacak? Kendilerince, — Öyle şey olur mu? Sen onla- ra ne yaptın, sebep ne ki çatıp du- ruyorlar, — Ay! Sebebini bilemedin mi? — Yalnız ben mi? Seni tanı- yanların, san'at kapasiteni gören- | İerin hepsi de sebep bulamıyorlar. | İpekçi İhsan Bey bile dün gece az kalsın bir münekkidin kafasını patlatacaktı, zor zaptettiler, — Öyleyse sebebini ben söyle- yim. — Neymiş sebebi? — Kıskanıyorlar! — Ne!? Seni mi? — Evet. Daha doğrusu her gün biraz daha artık kazanmakta ol- duğum ünü kıskaniyorlar! — Fakat bu ns'mantalite!? — — Mantalitesini kantalitesini bilmem. Bunlar benim ünümü kıs- kanıyorlar. Yalnız benim değil, bu memlekette kim ki biraz ünlü olur, hepsini kıskanıyorlar. — Neden anladın ? — Gazetelerden. Gazeteleri 0- kuyorum. Milletin içinde kim bi raz sivrilmişse hepsine bana de diklerini diyorlar — Sen çok akıllısın Petek. — Ben yaylâlı M.hmedin kr zıyım. — Yaylâ kızlar Birdenbire ve sinirli sinirli sö“ zünü kesti: — İşte asıl bu değil mi? Benim bütün suçum, kötülüğüm, kabalı. ğım, bayağılığım bu Yaylâ kızı ol. mamdan geliyor. Anadoludan ge- lişimden geliyor. Eğer beni bir Avrat bozuntusu kuş tüyünden, ipekli bir yatak içine doğurmuş olsaydı.. — Şey. - — Sözümü kesme! Doğurmuş olsaydı, bin de (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: