11 Kasım 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

11 Kasım 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KE OL A Ve SA ŞAN AYA NE A ŞAM YON ŞEY M. Abel Hermant, iki üç sene e- vel Acadömie française o namma yazdığı sarf kitabımın haylı yanlış ve eksik bulunmuş olmasına rağ- men dilini pürüzsüz kullanmakla maruftur. Bütün meziyetinin bun- dan ibaret olduğunu iddia edenler varsa da muasırlarının n he- men hepsinin sözlerinden, yanlış- larından çıkardığı yanlışlar - hak- kındaki mütalealarmı okuyanlar çoktur. M. Abel Hermant bir za- mandan beri fransızcayı Le Temps gazetesinde “müdafaa,, ediyor. İmam Ahfeş'in kendini dinlete- cek adam bulamadığı için ilmini nihayet bir keçiye takrir ettiği ri- vayet olunur. Şimdi sağ olsaydı kendine Fransa'da haylı molla bu- labi Fransızların o Ahfeş'i Türkiye'de de, imlâ ve sarf hak- kındaki derslerini takip edecek bir talebe edinmiş. İmam Abel Her. aman mollalarını “ayı,, diye tevbih, “bpaşa,; diye taltif de ediyor: son yazılarından birinin ismi “L'Ours etle Pacha,, idi. Ayı, fransızcanım imlâsını güç bulup biraz kolaylaş- tırılmasını istiyen Fransız, Paşa da bugünkü türkçenin imlâsını kolay bulup şikâyet eden Türk mollası. la,, diye bahsedebileceğimiz bir zat imlâmızdan M. Abel © Hermant'a dertyanıyor: latin harflerini alela- cele, iyi tetkik edilmeden alınmış, iştikak kalmamış, dilimiz tıflâne olmuş, çocuklarımız okuma bilmi- yeceklermiş, “bütün eski edebiya- tımıza, o kadar zengin bir kütüp- hane teşkil eden tarihlere, seyahat- namelere veda,, etmek lâzım geli- ———— ———— düle yaptırdığını ben mi size ha- tırlatmalı idim? Şimdi yakası bağ- rı açık gömleklerle artık dekolte | bile geziyorsunuz.. Hele plâjlar- da kadinlar, erkeklerin çıplaklı- ğı yanında adetâ feraceli gibi kal- dılar.., Bilezik, yüzük, koku, pud- ra hepsi tamam.. Bir küpe takma- dığınız kalmıştı, Yeni saç modalarında kulak görünmediği için artık kadınlar da küpe takmıyorlar.. Ne imiş?.. Erkek olmasa imiş, Biz çocuk doğuramazmışız.. Ana. siz çocuk doğduğu: hiç görülmüş müdür?. Lâkin babasız çocuk... İşte Hazreti |: Daha parlak misal ister misiniz?.. Demek biz meram edersek babasız çocuk ya- pabiliriz.. Haydi siz de bir. gay: | ret edin bakalım! Anasız çocuk çıkarabilecek misizin?.. Ve niha- yet bıktık artık bundan... Neye te- şebbüs etsek, hangi işe girsek Başta sizin kafadarınız Mazhar Osman Bey olduğu halde hemen ayağa kalkarsınız.. — Yooo! Olamaz! Siz anası niz.. Analık vazifenizi yapınız. Diye bizi işimizden alıkoyarsınız. İstemiyoruz. Bu vazifeyi. Şimdi- ye kadar biz yaptık.. Bundan son- ra da siz yapın.. Biraz da siz do- Zurun, siz süt verin, siz analık €- din.. Zaten erkekler kadınlaşa ka- dınlaşa bir bu farkımız kaldı. O- nu da size biz hediye edelim de bizi rahat bırakın! Olmaz mı?..” | İşte ben onların yerinde olsam böyle bir mektup yazardım. Lâ- kin nerede o kabadayı ablalar!.. FELEK tahammül, sabır, sağırlık vekör- ,lük dersleri verdiler, neticede bu- günkü şuursuz, renksiz, seciyesiz cemiyet çıktı. Hanımefendinin sözleri çok fe- nama gitti. Bense bu şık, güzel in- sanlara imreniyordum. Ne cana yakın şeylerdi.. Şimdi bu buram buram güzel lâvantalar fı ran, pırlantalara, (o kürklere gömülen renk renk hanrmefendilere ürkek ürkek bakıyorum. Ara sıra yanaklarına kadar sa- kal uzatmış, bıyıksız, çarpık yü- rüyüşlü genç erkekler geliyor Ha- | nım ahbaplrımı bulup masalarına ourtuyor, sık sık dansediyorlardı. Hanımefendi : — Bu züğürt delikanldar da bankalarda, şirketlerde altmış, yetmiş lira aylılda çalışırlar. Fa, kat çok iyi dansetmesini bilirler. Şık gezmeğe çalışırlar ve böyle kocası zengin bir hanımla tanış mak için can atarlar. - gn A, ( Fikirler ve insanlar ) Ahfeş'in mollasi Milliyet'in edebi romanı: 37 KIR ÇİÇEĞİ (İnkılâp Romanı) yormuş, hasılı “zemanede her Zirü - zeber, kişi kişiden bihaber” imiş, Mollanın feryatlarma M. Abel Hermant da iştirak ediyor: türkçe- nin başma gelenler yakında fran- sızcanm da başma gelecekmiş. Fa- kat Ahfeş, eninleri arasında keçi- sinin sakalını okşamağa, yani mol- lasını taltif etmeği unutmuyor: o- nun pek hakimane, beligane, kâti- bane idarei kelam ettiğini, sözünü ü kesmenin mugayiri insaf olacağı" nı söylüyor. Aldı Molla, bakalım ne dedi? “Daima sadeleştirmekte cidden bir kâr var mıdır? Bu tenbelliği ve dolayisile cekli teşvik'olmaz me? Güzel bir lisanı öğrenmek için çok çalışmak gerektir. Kolaylıkla öğre- nilen hiç bir zaman güzel alamaz.,, Hele falaka ile öğrenilen büsbü- tün güzel olur! Molla devam edi- yor: “Sarf ve nahsı bir abidei dehahet ve bir maidei belagat olan lisanı izbülbeyanı arabiyi bu anda tahat- tur ettim. Onun kadar | haşmetli, asıl ve mantıki bir şey daha bilmi5 yorum. Onda hiç bir eksik yoktur, her şey vardır, hattâ büyük ve faz- la bir bollukla mevcuttur. > Fakat bunun içindir ki onu öğrenmek se- bat ve üzma, belki de zekâya müte- vakkiftir. En küçük bir hatâ, me- selâ bir harfı yanlış bir hareke ile okumak, bülün bir cümlenin mana- sını tağyir edebilir. | Fikri hakira- nemce güzel ve zengin bir lisan iş- te böyle olur.,, Mollanın söylediklerinin özü işte burada: arapçaya aşık, hem de o- na büyük bir dil olduğu için değil, zorluğu için âşık. O kadar ki arap- çanm bütün güzelliğini zorluğunda buluyor. Kim bilir? Arap olsaydı belki onu bu derece zor bülmıya- cak, bunun için de belki sevmiy. cekti, Bir Arap şairinin, hakimi- | nin sözündeki inceliğe, derinliğe değil, o sözü okumak için çekilen eziyete hayran! İşte bizim eski niyetimizin bariz vasfı budur:“Kıl- dı zülfün tek perişan hâlimi hâlin senin.” Bu mısraı bütün “güzelli- j ği, ikinci “hâlin,, noktalı olmasın- | da, yani “ben,, manasma gelmesin- | do değil imiydi? Molla, M. Abel Hermant'a yaz- | dığı mektuba, “tahsili O kemalât, | kem alat'ile olmaz,, sözünü ilâve e- in ir ne kadar ü- | zülmüştür! Bütün söyledikleri, o | garibeyi yumurtlattıran zihniyetin | akislerini taşıyor. İmlâ zorluğu fikrin sadeleşmesi- ne sebep olur; çünkü insan, Alber Hermant'ın mollası gibi, onu öğ- renmeği kâfi bir irfan seviyesi ad- dedip fazlasını aramamağa sev- keder, İşte daha düne kadar gelen, bazılarımızın gönlünde hâlâ da de- vam etmekte olan edebiyatımıza bakın: sadece kelime yığınından ibarettir. Zor anlaşılır kelimeler, zor okunur bir yazı: mananın, fik- rin de zor kavranılır olmasına ne hacet var? Dünün büyük addolu- nan, üstat tanılan muharrirlerinin, meselâ bir Süleyman Nazif'in yazı- larmı okuyun. Vakıa ekseriya ol- dukça mühim meselelerden bahse- der, fakat bunlar hakkında söyle- dikleri hemen hemen hiç bir şey i- fade etmez, en karışık işleri “teta- u izafat,, ile halle çalışır. Ahmet Niyazi Efendi, yağmurlu bir | havada yürürken ayağına takılan siyah seye baktı ve hemen iğilip aldı. Ayni zamanda da gayri ihliyari iki tarafina bukındı. Kimse görüp görmedi mi diye. Yürüdü, bir kere daha bakındı. Ha- yir, hiç kimse gürmemişti, caddede in- sanlar, acele acele yürüyorlardı. Dük- kâncılar içeride alış verişleri ile megğul idiler, Sağ e'indeki ıslak cürdam sik- tı, Ne tali,. Ahmet Niyazi Efendinin ce binde topu topu yirmi, yirmi vardı. O gün için yiyeceğini muş demekti. Fakat yarın?.. Bir kahveye girdi, Kaytu'bir köşeye oturdu şakakları atıyordu. Cüzdanı tut tuğu eli sağ cebinde, bir kahve ısmarla dı, Bu kahve gelince; bir kaç yudum al dı ve nihayet cüzdan! yavaşça açıp rauhteviyatma bakmağa karar verdi. Bu cüzdan değil, cüzdana benziyen müzelik eski bir şeydi. Evvelâ içinden alelâde bir kâğıda #cemi bir el ile ya- zılmış bir makbuz çıktı. Divanyolu ta- raflarında bir han odasında oturan Ali Murat isminde birine yazılmış makbuz.. Cüzdanın iç gözünde de dörde kıv- rılmış beş adet onar Irakk kâğıt para. Yani”elli lira... Ahmet Niyazi F'w- di eveclâ sevindi, sonra düşündü. Canr- Ai sıkan şey, para sahibinin kim olduğu" nun makbuzdan anlaşılması idi, Makbu za daha yakından baktı, Demek meçhul para sahibi ayda dört liralık bir odada yatıyordu. i Kim bilir hayatını ne güçlükle kaza- | van ve tasarruf için küm bilir ne müb- | rem ihtiyaçlardan bile kendini mahrum bırakan bir adam. Belki bir amele, bel ki bir yerde hizmetçi. Soğuyan kahvesini bir yudumda iç- — — ——— — la da maruftur. Çünkü fikir, bilgi lugat bilmekten, arapçanın kaide- lerini öğrenmekten ibarettir. M. Abel Hermant'ın mollası yal- < dün hemen hemen bü- er smıf öyle idi, bugün | İamilar epeyce ; bulunur. Bunlar dilin sadeleşmesi ile her $6- yin battığına kanidirler; vezin ko- İaylağmca şiirin öleceğini iddi derler. Hakları vardır, çünki dedikleri, sanat dedikleri sadece lugat paralamak demektir. Mollaya söyliyelim: İlim zordur, çünkü sadece ezberle olmaz. Arap- ça kolaydır, şu kadar sene çalışır, kaidelerini ezberler, ons kendisin- den bir şey ilâve etmeğe ; mecbur değildir. Mollaya şunu da söyliyelim: Temps'a mektup yazması'çok bir haber. Demek ki şikâyetleri Türk gazetelerinde, türkçe yazar- sa kimseye dinletemiyeceğini bili- yor. Onun temsil ettiği zihniyet ar- tık bu memlekette sönmeğe mah- kümdur. Türkçeden M. Abel Her- mant'a şikâyet! Böyle bizim dili- mizi bilmiyen, onunla alâkası ol- mıyan bir adamdan istiane mağlü- biyeti kabul değil midir? Canlı bir kanaat münakaşasını memlekette yapar, hiç bir alâkası olmiyan kim- selere dert anlatmaz. Molla, sevdiğin arapçayı güzel- leştirmiş olan insanlar düşündükle- rini kendi memleketleri adamları- na söylemiş, fikirlerini ken di memleketlerinde omüdafaa e*- mişlerdir. Belki arapçayı biliyor. sun ama fikirlerini yaymak istemi- yorsun, Divit kavgasından kaçıyor- sun, Molla, çünkü imamın yok! O biçim adamlar yalnız dili iyi bilmekle değil, mütefekkir olmal BURHAN CAHİT: | — Bu güzel kalabalıktan iğren- roiştim, | Hanımefendi: — Kalk artık, dedi. Taksime kadar çıkalım. Çıktık. Hanımefendi şoför Azi- ze: ei yürüyeceğiz. Sen git Be- yi Dedi, Kalabalıkta o Hanımefendinin yanmdan ayrılmamak için zah- met çekiyorum. Kafam o kadar do lu ki bir şey görmüyorum. İstanbul bana çok garip, biri- | birine zıt tesirler yaptı. Kapalı sı kıntılı mektep hayatından birden- bire böyle"karışık, ağır bir âleme çıkrvermiştim.. Geçirdiğim acılar, tehlikeler beni bu kadar müşküle | düşürmemişti. Ya pek çocuktum, tesadüf etti- ğim tehlikeleri anlamıvordum. Ya- but bugün içine düştüğüm âlem. Nurullah ATA lar korkunç. Hayalimde: kalan ev hayatı, karı koca münasebeti hiç böyle değildi. Annemin bir gün olsun babam- dan izinsiz sokağa çıktığını bilmi- yordum. Bu hanımlarla annemi bir tut- mak doğru değil... Fakat dünyada ne olsa kadın ve erkek sövgisi de- gişmez. Ben erkek olsam karımı böyle yerlere göndermem. Ve ko- cam beni bırakıp gitse razı olmam. Taksime gelmişiz. Hanımefendi; — Şişliye kadar yürürsek yoru- Turuz, dedi. Tramvaya bindik. O gece sersem gibi idim. Bir te- na ne kadar mes'ut, neşeli; sevimli gelmişti. Herkesi ve her şeyi gö- ründüğü gibi görüyorum. Fakat hanımefendinin sözleri bütün bu tatlı ve sevimli manzarayı karma karışık etti, Bu şık, çiçek gibi (o hanımların | içyüzü ne kadar kirli idi. Hanımefendi yemekten sonra pi- yano çalmamı istedi. O kadar neşe- sizdim ki pek sevdiğim parçaları bile doğru dürüst çalamadım. Gecem fena geçti, Bir aralık kulaklarımda kasaba- sadüfle içine girdiğim bu âlem ba- / daki Çağlryanların — sesi aksetti, | beni iğrendirecek, ürkütecek ka- Kendimi bahçedeki alçak armüt a- | ti. Kararını vermişti, Parayı götürüp sahibine verecekti, Belki paranın sahi- bi çıkarıp bir ikramiye verirdi. Vermez. se de yarına Allam kerim. Garsonu çağırdı. Kahvenin parasını verdi ve yola çıktı. İstanbula kadar yü rüdü. Eminönünden geçerken piyango bayilerinin vaitkâr reklâmler gözüne i- lişti ve birden hatırladı ki, o gün aym onudur. Ertesi gün piyongo çekilecek. Kim bilir? İçini anlaşılmaz bir ateş yakmağa başladı. Bir müddet tramvay durağının sundurması altında vicdaniyle mücade- le etti, Ayakları bayilerin elektrikle ya- nan dükkânlarının cazip manzarası ö- nünden ayrılmak istemiyordu. Düşündü. Şuradan dört beş bilet al- sa, paranın üstünü ertesi gün götürse, büsbütün cüzdanmı kaybetmiş bir â- dam, münfei olur mu? Adam bir gün daha beklesin, dedi, eğer biletlerden bi- rine isabet olursa, yarıyarıya paylaşırız, iki tarafın da gönlü hoş olur. Nihayet deruni mücadeleden mağ- lüp çıktı ve ne oluran olsun diye bayiler den birinin dükkânma daldı. Beş tane bilet satın aldı. Gece gözlerine uylu girmedi. Ne w- zün geceydi bu Yarabbi! Sahah erkenden kalktı. Kahvelerden birinde oturarak, snatlerce keşide zama nmı sabırsızlıkla bekledi. Vakit gelince kalktı, âmaralar elimde, Darülfünun konferans salonuna gitti. Salon maha- serallah dolmuştu. Merkeste bir hazır. lık görülüyor, her gözde bir ümit parl- yordu. Arkın sıralardan birinde güçlükle kendine yer buldu ve oturdu. Keşide başlamıştı. Kalabalık koca sa londa tıs yoktu. Her rakam söylendikçe |ll kulaklar kabarıyor, gözler büyüyordu. Herkes bilhaassa büyük ikramiyeyi heyecanla bekliyordu. Ogünkü keşide sonuna yaklaşıyordu. Birden büyük ik- ramiye çıktı ve kazanan numara bir kaç kere yüksek sesle tekrar edildit 25.000 lirayı 8340 numara kazan- maştı. Ahmet Niyazi Efendi birden yerin- den sıçradı, Gözlerine ve kulaklarına i- nanamıyordu, Elindeki biletlerden biri- nin numarası haleikaten 8340 idi, Şaşır- dı, ne yapacağı, ne söyliyeceğini bilmi yordu. Acaba bir yanlışlık mı var, diye tereddüde düştü, Hayır, kazanan numa rayı tekrar bağırdılar, Hiç yanlışlık yok. Pekâli 8340 numaranın ta kendi. si. Ahmet Niyazi Efendinin kazandığı nı anlayan yarıbaşındakiler hep bir a- Zrzdan sayha kopardılar. Gıpta ile ve biraz da hasetle toplanıp çıkmağa ha- zırlanan Ahmet Niyazi Efendiye baktı- lar. Adamcağız keşidenin artık sonunu lüzum görmemişti. Hemen bayia koştu. Fakat bayi istical etmiyor du, Numaralar gelinceye kadar bekle mesini rica ettiler. Nihayet akşama doğru numaralar geldi ve Ahmet Niyazi Efendinin eline iki bin beş yüz lira toka ettiler. Zavallı adam paraları alınca, iyi bir şey yaptığına kani olan adamların sevin Gi içinde derhal Divanyolundaki handa tanımadığı Ali Murat Efendiyi arama- ğa koştu. Kapıcıdan, komşu kiracılar- dan sora sora odasını buldu. Kapıya vurdu, Ses yok! Komşuları: — Yarım saat evvel buradaydı, sere ye gider? Dediler. Ahmet Niyazi Efendi ertesi gün tek rar gelmek niyeti ile çıktı, evine gitti. Fakat ertesi sabah hana geldiği zaman, | Ali Murat Efendinin kapısı önünde bir kalabalık gördü. Polisler gidip geliyor- lardı. v Ve öğrendi ki, Ali Murat Efendi se faletten ölmüş. SEM ğaçlarının altında, mn sesini dinliyerek uyur gördüm, Sabaha doğru gözkapaklarımın altında ya- şayan bu sahne tramvaylar gürül- tüsü arasında nihayet (o buldu. U- yandım. Endişesiz, hayatımdan emin ol- duğum zamanlar uykularım çok ra- hat ve rüyasız... Fakat kafamı bur- gulayan bir şey olursa gecelerim fena geçiyor ve galiba mes'ut za- manlarımın üzleyişinden olacak, sabaha doğru bep kulağıma suların sesi geliyor ve evimizin bahçesi rü- yama giriyor. Erken kalktım. O gün kimseye görünmeden er- kence yazihaneye gitmek istiyor- dum. Zaten hanımefendi geç kalkıyor- du. Mahir Beye tesadüf etmömek i- çin kahvaltı bile etmedim. Onun se- si banyo dairesinden © geliyordu. Kahvaltı etmeden çıktım. Reşit Beyin dün verdiği muka- veleyi hazırlıyacaktım. Yazıhaneye geldiğim zaman da- ha kâtip Ali Efendi bile gelmemiş- ti. Odacıya para verdim. Simit al- dırdım. Simidi çayla yedim. Ve bü- yük bir hevesle işe başladım. İçim rahat. Kimseye minnet et- BEKÂR Lily Damita, Andre Luguet — SARAY Pangaltıda TAN Sineması Lük üks, ferah ve ses itibarile en birinci sinemadır. 12 Pazar gününden itibaren mevsimin yüksek filmlerinden Fransızca sözlü, şarkılı. İlâveten yeni Fox Journal, (9708) Aşk ve şehvet bekliyen kadın KIRIK MABÜDE filminde ilâhlar ilâhesi MARLENE DİETRİCH Yepyeni bir musiki hadisesi LİLİ GYENES ve 20 kadın virtüozdan mürekkep bütün dünyada tanınmış . Macar Çigan orkestrası 15 Teşrinisani Çarşamba akşamı saat 21,40 da inemasında bir konser: verecektir (9705) Y . i *7ya İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. N BABA Jean Helbings, Andre Burgere Telefon: 43374. (9694) (Eski Glorya) FEEL Tel. Beyoğlu: 4887. 8765 7 EZ “8, ISTANBUL BELEDİYESİ TV /â| en TİYATROSU lugünk | ININ Besün akşam . saat 21 de Se Kare BIR KAVUK MİL DEVRİLDİ 18. zen deri (Müptedilere). Yazan Müsahip- fon. Ajmmu, Borsa haberi, Saat, ANKARA IB3ş'm, 120: Gramofon, İs: Orkeztra, 1845: Alar İ amele saz, 18,30: Dan musikisi, 2055 Alam bas barleri, VARŞOVA, m. 17: Tayşare gazlarından korunma yolları. 17, 03: Haatalara tavsiyeler. 17,481 Ders. - Tagan- ni, 19.25; Piyano konseri. 20,30: Şürler. 21,201 POLONYANIN İSTİKLALINİN ON BEŞİN CI YILDÖNÜMÜ münasebetile ciddi Polon- yi Cümhurreisi sarayından Reisi besi, - Chopinin eerrlerinden mürelkeep kon» BUDAPEŞTE,S0m. 1845: Konservatuvardan naklen konser. 21,50: En serilen operetlerden parçalar. 22.20: Has berler, 23,20: Caz ve Sigan musikisi VİYANA,SISm. Mar 450 sebetile Org konasri. (Protest naklen) 2110: Menahabe, 21,453 Sall llandan parşalar. 2310: Son haberleri 2330: Tagannili akşam kemseri. MİLANO - TORINON - FLORANSA 20,25: Şarkılar, 22: Lehistan istiklülinin 1S ci yıldönümü münasebetile bitabe, 2, Leh “1 Çek takımları tarafından Leh ve Çek musikisi. İ 23,154 Taganmili ece konseri, | ZÜRİH 195. 489 m. gocuk programı. 20: Kilise meden yaşamak istediği halde hayat beni öyle maceralara attı ki çanları. 20,25: Opüra ve Konferans. 21/38: Sehubertin - şarkıları. lnbarlar. - Nayali senriyot: 23204 Dame pi * a ekoatrası. 2120: Taganni, 213 — Piyano konseri, (Senrlati, Suit Saans, Chopin.) 22: Milli marş. — Opura 18 sili, BÜKREŞ, İdim. tarafından viyolonael, 31,38: Kont, sil. 72,20: Şenmmel - kuntor kons ler Roman musikisi, BRESLAU, 315 m. 20: Harlinden makil, — 21,05: Milli meşriyat. pliik. rezin MALAY ETLE ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye içim Ti LK 1. 3 aylığı Çiy 8— » 78 4— uv. — Gelen evrak geri, #eçen nüshalar 10 kuruştur.— Gazete ve matbaaya ait işler için müdiriyete mü- Facaat edilir. Gazetemiz ilânlarn mas'u” Tivetini kabel etmer, ğe hacet yok! — Teşekkür ederim efendim, 4 anaevimi kaybettikten sonra öm- | dim, şimdilik param var. rüm hep şunun, bunun sığınmakla geçti. Gene şefkatine Hanımefendi daha geldiğimi! talihim var | ertesi günü on lira vermişti. Yarr ki fena insanlara tesadüf etmiyo. | duruyor. Tramvaydan, tünelde rum. Reşit Beyin vekâletini yeni aldı- ğı şirketin mukavelesini hazırla- dım. Türkçe « fransızca olan bu mü kaveleye göre Reşit Bey hiç bir iş başka yere para sarfettiğim yok k Öğleden sonra Reşit Beyin od: sındaki maroken koltuğa uzandı Roman okuyordum. Telefon çald Mahir Bey. Dizlerimin titrediğini hissettin yapmasa bile sene de dört bin lira | Beni evine kabul etmek gibi büyü alıyordu. Onun böyle işleri pek Geldiği zaman hazır şekkür etti. Çok nazik adam.. Ben onun ay- lıklı bir adamıyım. Teşekküre ne insanlık ve babalık gösteren bu tı rünüşlü, üi ü, sakin adam evveli çok. . miz gö, buldu. Te- | sabah otomobilde söylediklerini t mamlamak için bu akşam ben gelip alacağını haber veriyordu. — Galiba geç kalacağım beyt ihti . fendi, dedim; Yazıhanede ki “ iğle yerselklerimi Jolasstndal gö| asi, © len listeden beğenip yiyorum. Şim- | © Reşit Beye söyleyip izin alacağ diye kadar para vermedim. Ali fendiye sorduğum zaman: — Reşit Bey öyle emrelti. Ye- mek parası yazıhaneden verilecek. dedi. Çalışmaktan çok vezk alıyorum. nir, saat beşte hazır olmamı tekrs etti, — Rica ederim beyefendi, de dim. Erzuruma yazdığınız mektul henüz cevap gelmedi mi? Bir an durdu. Sonra sesi (dah Öğleden sonra Reşit Bey işlere | canlı geldi: ait bazı emirler verdi. Gidiyordu. | Döndü: — Çiçek Hanım, dedi. Para is- temiyorsun, galiba zenginsin. Lüzu- mu olursa söyle. Aybaşmı bekleme- — İşte ona dair de haber verec* üm, Ve ısrarında devam ederek tel fonu kapattı. (Devamı var) ,

Bu sayıdan diğer sayfalar: