27 Haziran 1929 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14

27 Haziran 1929 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 1715—30 UYANIŞ 477 — O halde biletlerimizi alalalım... Vagon dolu olduğtı için, yolda iyi konuşa- mamışlardı. Mezon Lafite vasıl olduklarından (Sen ) nelrine doğru yürüdüler. Ilik hava; ruhlara ve vüdutlara rakavet veriyor, güneş; çimenler, yapraklar, ve Sen nehrinin üzerine düşerken dimağlardan ve vuçutlerden bin neş'e aiksleri fırlatıyor, Fransova ve O; yamacın imti- dadınca iki su arasında sürü ile kayan küçük balıklara bakarak neş'eden müstağrak, sanki yerden güzel bir saadete kaldırılmışlar gibi, el ele yürüyorlardı. Genç kiz: — Kim bilir beni ne kadar çılgın buluyor- sunuz !.. dedi. — Niçin? — Sizinle böyle yapa yalnız gelmek bir çılgınlık değilmi ? — Fakat hayır, bu, pek tabiidir. — Hayır... Hayır... Bu, benim için tabii değildir. Zira, hata işlemek istemiyornm...Bu- nunla beraber bu bir hatadır... Fakat bilseniz benim için ne kadar hazindir... Her gün ayın her günleri ve senenin her ayları hep aynı şey... Annemle yapa yalnızım... Ondan da ke- derleri var... Ve hiç bir zaman neş'eli degildir... Ben gene yapa bildiğimi yapıyorum... gülmeğe çalışıyorum... vafiak ne kadar fenadır. Bazen Fakat her zaman mu- olamıyorum... Dünyaya böyle gelmek Fransova cevap vermek için ellerini onun yanaklarına götürdü, fakat, o, kendisini derhal kuvvetli bir hareketle ayırdı ve infial ile: — Oh1... olduğunuz sözden sonra... dedi. Mezon Latife doğru yürüdüler. Pöti Haver- de, suyun kenarında, dört büyük çınar ağacı- nın altına gömülmüş gibi basık bir evde, ye meklerini yediler. Kır havası, hararet, beyaz şarap, birlerine karşı olan can sıkıntısını hissetmeleri, onları al rengine, ve neşeleri tıkanmış gibi, sessiz bir hale koymuştu. Fakat kahveler içil- dikten sonra, onları şiddetli bir şetaret istilâ etti, ve Sen nehrini geçerken tekrar, sahil bo- yundan, Firet köyüne doğru, yürümeye başla- dılar. Birden bire Fransova : — İsminizi sorabilirmiyim ?... — Laiz.. Dudaklarında hafifce Luiz kelimesini tekrar etti ve hiç bir şey söylemedi. Nehir, uzun bir münhani çizerek ve bir sıra Mösyö Fransova... Bana vermiş ve biri dedi.. beyaz evlerin suda başaşağı akislerini yıkaya- rak uzağa gidiyordu. Genç kız papatya toplayarak büyük bir kır demeti yapıyor, diğeri ise yüksek sesle şarkı söyliyordu. Sol taraflarında bağlarla müzeyyen bir yamaç nehri takip ediyordu. Fransova hayretle durarak : — Ah... Bakınız... dedi. Şimdi bağlar kesilmiş, bütün sahil leylak- larla ihata edilmişti. İki ve yahut üç kilomet- roluk bir mesafede bulunan köye giderlerken, şimdi yere serilmiş bir nevi halı gibi menekşe renginde bir ormandaydiler. Genç kız heyecanlı bir sesle: — Oh... Ne kadar da güzel... Bir tarlayı geçerlerken, her sene küçük sey- yar arabalarla Parisin ortasına kadar getirilen, o güzel leylakları veren, bu garip dağa doğru koşarak gittiler. Dar bir patika, fundalıklar al- tında kayboluyordu. Bu güzel ormanda küçük bir aydınlığa tesadüf ederetmez, derhal yere oturdular. diyordu. Üzerlerinde, vızıldayan böcek sürüleri, ha- ve tatlı bir uğultu bırakıyor, bir günün o güzel güneşi çi» çek bayırının uzunluğu üzerinden kapanıyor ve uzaktan bir kilisenin çanı işidiliyordu. vaya mütemadi güneş, rüzgârsız Bu çiçek ormanının kuvvetli rayıhası içinde yavaşca çimen üzerine uzanarak biri birlerine sokuldular, şuursuz ve deli dibi büselerle dala ziyade sarıldılar. Genç kız gözlerini kapamış, müfekkiresiz, perişan, bütün vücudu uyusmuş gibi, muhteris bir intizar içinde, kollarının bü- tün kuvvetile onu kendine doğru çekiyor ve çıldırasıya sıkıyordu. Ne yaptığını bilmeksizin ve hatta ona ne teslim ettiğini bile anlamaksızın bütün mevcü- diyetini vermişti. Yüzünü elleri arasında saklamış, iztirap içinde inleyerek büyük bir tevahhuşla uyandı ve ağlamağ&a başladı. Fransova onu teselli et- mek teşebbüsünde bulundu. Fakat o, gitmek, derhal avdet etmek istiyor ve geniş adımlarla yürürken: , — Allahım... Allahım... kelimelerini mü- temadiyen tekrarediyordu. Genç adam: — Luiz... Luiz... Rica ederim... Kalalım. diyordu. Şimdi yanaklarında kırmızı elmacıklar ve feri kaçmış gözleri vardı. Paris garına avdetle- rinde, allaha ısmarladık, demeden, onu terketti. — Sonu gelecek nushamızda — “

Bu sayıdan diğer sayfalar: