3 Ekim 1929 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 19

3 Ekim 1929 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 1729-44 Lâkin Allahın yazdığı bu apokalipse bu muam- maya mana verecek zeki göz nerede? Biz Eflâtunun tasavvur ettiği nehayetsiz hayal ve rüyalar mağara- sındayız. En soluk yıldız, en uzak asır bile bu ma- ğaranın hududuna bizden daha yakın değildir. Sesler, rengârenk hayaller hassasiyetimizin etrafında kaçı- şıyor. “Fakat, Rüyayı, Rüya görenleri yaratan ve Uyu- miyan Allahı görmüyoruz, yarı uyanık bulunduğu- muz nadir dakikalardan mada zamanlarda görüyoruz diye şüphe etmeyiz. Birisinin dediği gibi Hilkat önümüzde ihtişamlı bir alâim isema gibi uzanır. Lâkin onu vücude getiren güneş arkamızdadır, bizden saklanmıştır. Bu rüyada gölgeleri madde imiş gibi yakalıyoruz. Ken- dimizi daha uyanık farzettikçe uykumuz derinleşiyor. Felsefi sistemlerden hangisi bir rüya mahsulü değil- dir. Bütün bunlar maksum ve maksumu aleyh bi- linmediği halde itimatla muayyen olarak ileri sürülmüş harici kısmetlerdir. Bütün milli muharebeleriniz, kan gayz ve nefretle dolu ihtilâlleriniz sıkıntılı rüya görenlerin somnambulizimi uyur gezer hali gibidir. Bu rüyalar somnambnlizim hayat dediğimiz şeydir, Ekseriyet sağ elini sol elinden tefrik ediyormuş gibi şüphe etmeksizin dolaşır durur. Bununla beraber asıl akıllı olanlar hiç bir şey bilmediklerini bilenlerdir. Yazık ki şimdiye kadar bütün metafizik kısır kalmıştır. İnsanın varlığındaki sir henüz Ebülhevlin sırrı gibidir. Halledilmiyen bir muamma, en fİcna ölüme, ruhun ölümüne sebep olan bir cehalet... Mevzualarınız mâkuleleriniz sistem ve kanunlarınız nedir? Kelimeler. Yalnız kelimeler... Kelimelerden kurnazca inşa, edilmiş, mantığın çimentosuyla temeli Fakat hakiki bilgi hiçbir zaman bu şatoda barınmıyacak.. kurulmuş havai şatolar... Mekândan bahsediyorsunz, ama o ne demektir? kölesi çektiğim, yasını tuttuğum bir Uzak, bir Ölü, ayak- Kelimelerin olmayınız. Sevdiğim, hasretini w , larımı bastığım tahta kadar ve tam manasıyla bu- rada değilmidir? Fakat bu (Nerede) kardeşi (Ne zaman) la beraber bu hayat mağarasının rengidir. Bu daha ziyade bir muşambaya benzer. Bütün rüyalarınız ve hayat man- zaraları onun üzerine irtisam eder. Mamafih, daha cok derin bir mütefekkir çıkıpta devirler, iklimler hak- kında bize kat'i bir şey öğretmemiştir; onun için bil miyoruz ki düşüncelerimize bu kadar esrarlı bir su- rette karışmış olan nerede ve ne zaman fikrin arza ait sathi münasebetleridir. Biliyoruz ki görüşü çok kuvvetli olanlar bunların ilâhi ve semavi Her yer ve Her zaman dan çıkışlarını görebilirler. Bütün dinlerde Allah her yerde hazır ve ebedi olarak tasavvur edil- memiş midir? Ve umumi bir Bura ebedi bir Şimdi de mevcut değil midir? Eyi düşün Zaman da Mekân gibi insani ihsasların bir revişinden ibaret olmayormu? Ne zaman, ve nede mekân vardır. Biz neyiz bilmiyoruz yalnız: UYANIŞ 725 Ulühiyetin esiri içinde dalgalanan ışık kıvılcımlar rıyız. Bu haşin görünen Tabiat her şeye rağmen mad- diyetsiz bir hayaldir. Biricik varlık benliğimizdir. Ta- biat bin türlü yapış ve Yıkışlarıle içimizdeki kuvvetin bir aksi ve bir rüyanın hayalidir. Yahut tabiat arzın ruhu Goethenin dediği gibi Allahın canlı ve görünür bir elbisedir. Varlık tufanlarında, hareket fırtınalarında, Alçaklarda yükseklerde yürüyor çalışıyorum. Sonsuz hareketlerle dokuyor ve çalışıyorum. Ölüm ve doğum. Uçsuz bucaksız bir okyanus. Ölüm ve doğum hayat ateşiyle. Tutuşup sönmektir. İşte böyle Zamanın gürültülü tezgâhında Allaha elbise dokuyorum ve sen onu bu elbise ile görüyosun. Goethenin eserini okumuş yirmi milyon kişi ara sında acaba bu manayı kavramış yirmi kişi yız bilmem. varmıs Böyle yüksek nazariyatla yorgun ve bitkin bülun- duğum bir zamanda bu elbiseler mevzuunu buldum. Terzilere olan lüzum ve ihtiyaç bana cidden garip görünüzor, Meselâ bir beygirin semerini kayışlarını sökünüz. Hiç böyle bir şeye ihtiyacı yoktur, sıcaklık rahatsızlığı içinde tutan yıpranmaz derisi vücudünü serbestçe vadilerde koşar, hiç bir kaydi yoktur. Halbuki ben, koyunların ölü yapağısını, nebatların kabuğunu, kurt bağrsaklarını, iz derinlerini kürk- lü hayvanların kürkünü örtünürüm, Tabiat türbe sinde toplanmış paçavraları üzerime yığarak gezerim, Niçin? Çürümek üzre bulunan şeyleri üzerimde çürüt- mek için! Elbiseler günden güne aşınır yırtılır, fırça lana fırçalana dökülür. Ve ben, bu paçavra öğüten toz degirmeni, öğütecek başka şeyler bulurum. Ey hayvandan alaçak insan! Sefil!, Benim ne bütün hay- vanlar gibi vücudümü kaplayan bir derim yok mu? 3en terzilerin y İ löküntüleri den bir yığın mıyım? Yoksa otomatik cansız bir Şe- ymi? İnsan denilen mahlükun en açık hakikatlara göz yumması çok garptir. İnsan, aptallık ve unutgan- lığın verdiği bataat hassasile, dehşet ve hayret karşısın- da müsterih yaşar. budala insan düşünmek mütelâa etmeketn ziyade, hissetmeye, hazmetmeye mütema- yildir. Her yerde rehperi itiyatlarıdır. ,kunduracıların Güneş iki kere doğsun, âlem iki kere yaratılsın tulü güzelliğini hilkat ehemmiyetini gaybeder. Gerek Pirens gerek Köylü benliğile elbisesinin bir ve gayri kabili teklif olmadığını belki senede bir kerre aklına getirmez. Kaplerimizin kalbine kadar nüfuz ederek tevzileştiren, ahlâkımızı bozan elbiseler, kendine ve- bütün insanlığa karşı bir nefret telkin eder. İnsanın bu arızi zarflardan soyunması, tabii çıplaklığını ve her şeye rağmen bir ruh ve bütün sırlar içinde en anlatılmaz bir sır olduğunu görmesi ne büyük bir şeydir. Tercüme eden : Muslih Ferit

Bu sayıdan diğer sayfalar: