21 Kasım 1929 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 19

21 Kasım 1929 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 1736—51 UYANIŞ 837 mafih Halden Vera'yı müdafaa etmek ister. İşte tam bu sırada John Leeds gelir ve ikinci defa olarak Vera'nın halâskârı olur. Egon Von Halden ise artık Vera'ya bütün ömrünce bir hami olacaktır. OPERA sinemasında Buhranlı Geceler Filmi muvaffakıyetle devam ediyor. Mühim rolü temsil eden san'atkâr Norma Talmadç'tır ELHAMRA'da: Frich Von Strohiem « Zifaf Marşı » filiminin mübdii (1) Bu san'atkâr Avusturya'lıdır. Vaktile imparatorluk muhafız bö- lüğünde hizmet etmiştir. Günün birinde daimi ziyafetlerden, saraylardan, Viyana'nın ihtiyar kadınlarından bikarak bunların hepsini terketmiş ve basit bir amele gibi zengin olmak arzusile Amerika'ya gitmiştir. Neticede muvaffak olmuştur. Artık zengindir. Büyük filimler yapmaktadır. Fakat eski vatanına, yaldızlı, ünifor- ei giyinen zabitlerle dolu bir zamanki Avusturya'ya, gülünç arif an'aneleri olan, karlar altında gömülü, küçük şehirlere ai mütehassirdir. Bu hatıraları asla unutamamaktadır, Von Strohiem bilhassa bir hülyaperverdir. e Arkrdaşları çok defa onu, yaşına ve mevkiine yakışık almıyan bir hâlde Avusturya'lı Arthur Sehnitzler'in hikâyelerini bir çocuk gibi ağlıyarak okurken gör- müşlerdir. Bu suretle on beş sene Amerika sutudyolarında geceli gündüz- ü tahammültersa bir sa'y ile çalıştıktan sonra Strohiem nihayet tamamile şahsi bir filim vücude getirmeğe karar vermiştir. İşte bu hafta Elhamra'da gösterilmekte olan «Zifaf Marşı» filmi hu eserdir. Aslında «Zifaf Senfonisi» namını taşıyan bu filimdeki güzel zabitin macerası Strohiem'in kendi macerasıdır. Çünkü Strohiem'in vaktile Viyanalı bir dikişçi kız sevdiği rivayet olun- maktadır. Bu kızla evlenmek istiyormuş. Ailesi buna muhalefet etmiş. Strohiem” de boyun eğmiş. Fakat bilâhare vicdan azabı hissederek ailesini hiçe saymış, kaybettiği küçük sevgilisini aramağa başlamış. Ne çare ki Strohiem'in eski nişanlısı, güneşli bir paskalya günü imparatorluk baruthanesinin ihtiyar saati ağır ağır çalarken Prag'da Moldan nehirine düşerek boğulmuştur. İşte genç adamı vatanından hicret ettiren sebeplerden en mühimi bu vak'a olduğu söylenmektedir. «Zifaf Marşı» filimini yapmazdan evvel Strohiem bir sene işsiz kaldı. Filhakika Metro - Goldewyn şirketi artık onun pek taşkın, pek marazi ve facialı olan filimleri için para sarfetmemeğe karar vermişti. Hatta «Greed» ismindeki filim iptal olunmuştu. Strohiem bermutat bir filime bir sene çalışmaktadır. Maamafih «Zifaf Marşı» filimini vücude getirmek için yalnız altı ay mesai sarfetmiştir.Sirohiem bu filimini vücude getirmeğe başlamadan ev- vel çok kitap okumağa ve çok fotoğrafi görmeğe muhtaç değil- di: Çünkü gözlerini kapar kapamaz Viyana'yı : gördüğünü söylü- yordu. Amerika'ya hicret etmiş olan Avusturya asılzadeleri ve ruslar filimin asıl figüran kısmını teşkil ettiler, Amerika figüran- larını yalniz yerli ehaliyi temsil için filime aldılar. «Zifaf Marşı» herşeyden evvel felsefi bir gayesi olan bir eser- dir. Bilhassa para için evlenmiş olan bir çiltin betbaht a tasvir etmektedir. Esasen Strohiem de bu filimini bütün limlerinden ziyade seviyor. Çünkü bu filimde kendisinden çok Bi vardır (0) bu filimin senaryosu geçen nushamızda intişar etmiştir. Şiir : Gurbet Kaç yıl varki tutuldum gurbet denilen tuzağa Kanatsız yavru gibi, kafeste bir kuş gibi, Başka şeyler aradım gönlümü avutmağa, Aşamadım gurbeti sonsuz bir yokuş gibi. Kırılmadı zincirler, geçit vermedi dağlar Tan yeri ağarırken benim yolum karardı, Bana yol vermeyorlar dağlar gibi dalgalar, Yıllar var ki bahtımın gecesi ağarmadı. Hâlâ bir haber yok mu şarktan esen rüzgârlar Dolup boşanan gönlüm bugün iki kat yetim İçimde köpürerek gurbet ırmağı çağlar, Ben nasıl haykırmayım, nışanlıma hasretim! 929/10/25 İhsan Nuri Nesir Teşrinievvel *Madam Alfonse Daudet» den Can çekişen senenin sarılığına bürünmüş; kayılsız bir rüzgârın devirmeğe uğraştığı kavak ağaçları altında yağmuru, son baharım hayat arkadaşım dinleyorum. Yağmur dökülürken onlardan neler düşmüyor? Ka- sırgaların zalim elleriyle kopan yaprakların, o bakmağa doyamadığım çiçeklerin hazin serpilişlerini de işidiyo- rum. Bunlar bu kadar acele ölmeğe mi Kuş tüylerine hasret kalan yuvalar üşümüyorlar mı? O Onlar, şurada bir pe orada bir kuleyi ezeliyyetin kullandığı taşlar gibi döğüyorlar... Sersemletiyorlar,sonra camlardan bir şerit çizgisi lab dalgalara karışıyorlar.; Bunlar benim yalnız hıçkırıklarımı çogaltıyorlar. koşuyorlar? Şu merhamet yüklü semanın, bize boşalttığı bol bol sağnaklardan sararan beyaz sabahtan... İşte akşama kadar güneşsiz geçen saatlerimin melâlinden orada sak- lanıyorum. O buraya değil, gitsin ırmaklara... Kızıl pembe renk- li son baharına dökülsün. O Ben neyi istiyorum biliyor musunuz? Rüyalarımın aksi sadası olan saf ve berrak bir ahenkle bilâfasıla onun yagışım dinlemek istiyorum. — Neyi mi? Merhamet yüklü semanın, kuş yuvalarından tenha kalmış çatılar üstüne ve hiç bir: kokunun sinemediği havalara (Ölmüş günlerini) damla damla akıttığım işit mek... Evet, bunu dinlemek istiyorum . Halil Şaban

Bu sayıdan diğer sayfalar: