2 Haziran 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 15

2 Haziran 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 1868— 183 Sonra birbirlerine bakıştılar, fakat bu bir anda çarpan iki şimşek gibi her halde gözlerini yaktı, tek- rar başları suya indi. Ağır ağır sulara kaytiyorlar. Hergün türlü delilik- ler icadeden, akşamları küçük çocuklar gibi yalının bahçesinde kovalamaç oynayan bu iki kardeşe ne olmuştu?. Onlar iki kardeş sayılırlardı.. Hemen he- men yaşları da aynıydı.. Evet, onlar ikiz doğmuş kardeşlere çok benziyorlardı; çünkü beşiklerini eski- den bir el sallamış, aynı kucakta aynı seslerle uyu- muşlardı Bülent daha beş aylıkken annesini kaybetmişti. Gözlerini ilk açtığı zaman yanında ağlayan &apsarı saçları, mavi cam gibi parlayan gözleri ile Vildanı gördü. Babası askerdi. Oğlunun yüzünü dört sene sonra ancak görebilmiş; ozamana kadar da Bülent dayısının yanında afacan, haşarı bir çocuk olarak yetişmişti. Yengesine—Anne! diyordu. O, bu isme gok lâyık bir kadındı. Bir dizinde Vildanı severken muhakkak öbür dizinde Bülendi okşardı. Evet, onlar iki kardeşti. Senelerce aynı evde, aynı hislerle yaşa- mışlar, ufaktelek kavgalardan başka birbirlerine hiç kırılmamışlardı. İki üç ay evvel çelimsiz, hassas, bir tüy gibi ince Vildanı haâtalık yakalamıştı. O zaman yirmisine ğiren yaşı, Bülendi, onun yatağının kena- rına getirerek gizli, gizli ağlamaktan menedememişti. Bu gözyaşlarında, acaba yalnız kardeşlik izleri mi vardıf. Yoksa onların kalbe sızan acısına başka sev- gilerinden de ateşinden sıcaklık katılmamışmıydı 9. İşte bunu ikiside biliyorlardı. Fekat şimdiye ka- dar bunlara dair birbirlerine hiç birşey söylememiş- lerdi. Bu gece aralarında başka sevgilere dair ilk- sözler duyuluyordu. Kalp, sevilen kalplerden bahset- tiler.. Aşkın en bitirici hümmalarile kıvrandıklarını artık saklayamıyorlardı. Faket buna rağmen gene sustular, Bebek koyuna girdikleri zaman, inilir doğru gelip buraya sokulmağa başlıyan ve eski sıcaklığını kaybeden küçük rüzgâr dalgaları başladı. Vildan düşük omuzlarından aşağı sarkan Şalı boynuna doğru doluyor, göğsünde saklayamadığı ök- sürükleri başını yana çevirerek mendilinde boğmak istiyordu, Bülent birden kürekleri bıraktı, Tıpkı eskiden olduğu gibi onnn yanıda koşmuştu. Şalı omuzlarıne dolarken: — Seni üşüttüm Vildan.. Dönelim artık istersen diyordu. — Yok Bülent, üşümedim.. Hem bu gece üşüye- cek hava yokki, yalnız.. vet dönelim.. Çünkü ayın üstünü kara bulutlar kapatmağa başladı, yağmur yağmasından korkuyorum.. Sonra zannederim rüzgâr da biraz fazlalaştı... Bülent onun alnına doğru düşen sarı saçlarını elile toplayarak geriye attı, ve onlara kendine göre bir şekil vermeğe de çalışıyordu. Fakat ellerinin titre- diğini, kalbinin parçalanacakmış gibi çarptığını da her halde saklayamıyordu. — Nasıl istersen Vildan!.. dedi. « Biraz sonra küreklerde gerilen kuvvetli kollarile sandalı yalıya doğru hızla kaydırmağa çalışıyordu. SERVETİFÜNUN e Yolun tem ortasındaydılar. Üstlerinde gittikçe topla- nan bulutlar yavaş yavaş erimeğe başlamış, ilk yağ- mur damlaları düşüyordu. Ay, ağlayıpta yaştan donuklaşan bir göz gibi gitgide rengini kaybediyordu, Karşı sahiller rüzgâr uğultularile büsbütün vehimli karanlıklar içinde uzanıyordu. Bülent kollarının bü- tüu kuvvetini toplamış, kürekler kırılacak gibi ge- rilmişti. Üstündeki ceketi çıkararak Vildanın amuz- larına serdi, mendilini başına sardı. Yağmur gittikçe sıklaşıyordu. Akşamki yaz havası ve durgunluğu ye- rine şimdi oldukça nemli bir rüzgör esmeğe başla- mıştı. Yalnız deniz gene eskisi kadar durgun, sular adeta onlarla beraberdi. Beş dakika sonra yalıya geldiler. Herkes denize çıkan bu iki genci merak etmişler, kimi pencerede, kimi bahçede bekliyordu. Babası onları görünce rahat bir nefes aldı ve sonra çıkışmağa başladı: — Yahu artık koca çocuklar oldunuz, sözde dinlemiyorsunuz.. Size ben bu havayı beğenmiyorum demedimmi?,. Meraktan çatlatacaktınız beni,. Kızını sandaldan çıkarırken onu göğcüne doğru çekiyor, yanaklarını yüzüne yaklaştırarak; şümüşsün Vildan. üşümüşsün kızım.. diye söyleniyordu. O, babasının göğsünde, yüzünü küçük çocuklar gibi onun gözlerine doğru kaldırmış; — Hiç üşümedim baba, bilâkis bu rüzgâr beni sti, ir vücudümde öyle hafif bir sıcaklık var ki1l. diyordu. sai, o hakikaten üşümemişti. Çünkü içindeki ateş onu ısıtmak değil, muhitini yakacak kadar kuvvetli idi. Elbette ya,, bu gece Bülendin pğzından ilk defa sevgiye dair bir söz işitmişti. İlk defa kal- bindeki hissin öksüz olmadığını, onun da kendi kadar hatta daha kuvvetle sevdiğini anlamıştı. Bu kâfi bir saadet değilmiydit. Seygilerinin yanında rüzgârların, fırtına ve yağ- murların ne tesiri olacaktı?. Onların şimşekleri sön- dürecek, denizleri yaracak, rüzgârları susturacak kadar ateşli aşklar vardı. Hem artık ölümün de kıy- meti kalmamıştı. O, yaşayacağını, hayatının bütün şüphelerine rağmen yaşayacağını hiasediyordu. Baba- sının kollarında içeri doğru giderken döndü, Bülende bakfı. Alnında yağmur sızan gaçları sırsıklam, omuz- larındaki gömlek sırtına yapışmış onu, sandalı kayık» haneye çekmek için kayıkçıya yardım eder gördü. Elile gelmesini işaret ediyordu. Bülent yere doğru eğilmiş, başını onlara çevirerek : — Siz gidin.. ben de şimdi geliyorum!.. diyordu. - Bir sonbahar akşamı.. Yaz uzun, sıkıcı günlerle bitmişti, sarı mevsim artık girmişti. Sıcak memleket kuşları, yavaş yavaş, ujukların arkasına doğru akan kümeler halinde hicret ediyorlardı. Bu gidiş kışın en sadık habercisidi işte... # Rumeli hisarında, büyük bir yalının ağaçla denize doğru uzanan muntazam yolu üzerine IŞ bir gecenin rengi düşmeğe başlamıştı. Binanın sırtını yasladığı küçük korunun içinde öten ihtiyar kuşlar — Devamı 14 inçi sahifada —

Bu sayıdan diğer sayfalar: