30 Haziran 1932 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14

30 Haziran 1932 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 14
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No.1873—187 74 SERVETİFÜNUN TOZLU YOLLAR Hasan bir çınar ağacının altına boylu boyunca uzanmıştı. Çıkık alnının altında çukura batmış göl- geli gözleri dalgındı. Güneşten yanmış teni yüzüne tatlı ve sevimli bir renk veriyordu, Gömleğinin alanda kalan adaleli kolları, kabarık kıllı göğsü, dolgun omuzlarinda, köyde doğup büyüyen kimse- lerde görülen kuvvet ve kudret göze çarpıyordu. Havada nefesleri tikayan bir sıkıntı vardı. Bir yaprak bile kımıldamıyordu. Gök birbirine sokulmuş bulutlarla kaplanmıştı. Her yere, ruhlara endişe ve- trecek kadar kararmıştı. Hasan hareketsiz ve dalgındı. Yirmi iki yaşlarında zengin bir çiftçinin oğlu idi. İlk tahsilini köy mektebinde yaptıktan sonra ihtiyar babasına çiftlik işlerinde yardım etmişti, ve vi onu hiç bir yerde aratmıyordu. Vücudü ağır işle teşekkül etmiş, içi saf kalmıştı. Bu basit ruhlu Hasan umulmıyacak kadar hayal- perestti. Boş ve işsiz zamanlarını, zihninin içinde kurduğu bin bir tasavvur, bin bir hayal oyunu içinde geçirirdi. Yeşil ovaları süsleyen top top ağaçlar, sarı tarlaların üstünde uçan derin huşunet, içinde tuhaf heyecanlar uyandırırdı. O, ulu dağların sislerine, tozlu yolların müphemiyetine baktığı zaman ümitle- nirdi. Bu biç hakikat bulmayan tasavvurları içinde bir mahrumiyet sızısı bırakırdı. İşte Hasan ondan bugün düşünceli idi. Kemikli çebresi acı bir mülâ- yemet ifade ediyordu. va yel yi hafif serpeliyordu. O, hâlâ hareket- siz ve dal örlay emil bir çığlık koptu. Hasan yerin- den fırladı, etrafına bakındı hiç kinıse yoktu. Sesin geldiği tarafa doğru koşmağa başladı. Düz satıhlı bir tarladan sonra dik bir yamaç araba yoluna kadar iniyor sonra birdenbire kayalıklı bir uçurum köyün ovasına kadar oyuluyordu. Yukarıdan baktı: bir genç kız iki elile bir kayaya tutunmuş, avazı çıktığı kadar haykırıyordu. Vücudü- nün bütün çevikliğile inişi bir yıldırım gibi indi, ve son bir gayretle tutunan genç kızı yolun kenarına çekti, Bulutlardan şiddetli bir sağanak boşanıyordu, ötede bir ağacın altına yatırdı; zira genç kız bayıl- mıştı. Kıvır, kıvır altın sarısı saçları vardı. İnce, narin vüçudü bir renkli köy fistanı içinde sıkışmıştı. Ba- cakları çorapsızdı, ayaklarında alçak topuklu iskar- pinleri vardı. Biraz sonra kendisine geldi, ellerini göğsünün üstüne bastırarak doğruldu, şaşkın, şaşkın etrafına ve Hasan'a baktı. Hasan: — Geçmiş olsun küçük hanım, büyük bir tehlike atlattın. Fakat üzülme herşey geçti. — Evet, çok teşekkür ederim efendim, sayenizde kurtuldum. Şu uçurumun kenarında güzel büyük gelincikler vardı, koparmak isterken ayağım kaydı... Solmuş yanaklarına kan gelmişti, sevimli küçük çehresini sevinç bürümüştü. Uzun, kıvrık kirpiklerle sarılı büyük mavi gözlerinde yaşlar sıkışmıştı. Par- maklarını alnından geçirip, avuçlarile saçlarını arkaya attıktan sonra: — Size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum... Hasan sözünü kesti: — Artık unut bunu küçük hanım. Her halde köyün yerlisinden değilsin * — Hayır, İstanbulluyum, Henüz dün birkaç gün kalmak için amcamın yanına gelmiştim. — Amcan kim... — Galip efendi köyün muhtarı. — Ya.... iyi tanırım, ismin netf.. — Muazzez. Ya sizin? — Hasan. Genç kız herşeyi unutmuştu. Uzun kollarına da- yanmış kahkahalarla gülüyordu. Bu oturuşn ile öyle cana yakın bir hali vardı ki, Hasan bu ilk tesadüfün önünde yeni uçmağa uğraşan bir kuş acemiliği ile içinde sonsuz bir sevinç, heyecan veren bir zevk duyuyordu. Uzun ve şen bir hasbuhale dalmışlardı. Muazzez İstanbulda bir İngiliz mektebine gittiğini anlatıyor ve tatil zamanının birkaç haftasını köyde sireceğini söylüyordu. Hasan alâka ile dinliyordu. Sağanak durmuştu. Bulutlar uzaklara kaçıyor, yapraklardan sular sızıyordn. Köye indikleri zaman vakit oldukça geçti. Akşam ezanı okunuyordu. Galip efendi merak içinde idi. Yollara adamlar göndermişti. Geldiklerini gördüğü zaman yüreğine su serpildi. Muazzez şımarık kahka- halarla amcasının boynuna âtılarak: — Büyük bir tehlike atlattım, Hasan beni kur- tardı dedi ve müteakiben başından geçen vakayı anlattı. Galip efendi dinlerken gözleri yaşarıyor, heyecandan elleri titreyordu. Yalnız; — Fesuphanallah, Fesuphanallah.... kan varmış, cahillik, delilik. verilmiş sada-

Bu sayıdan diğer sayfalar: