30 Kasım 1933 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 16

30 Kasım 1933 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 16
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No.1945—200 Ne yapmalı 7 Hayvanları aşağa İndirmek mi? Yoksa yukarda, dağbaşında yapayalnız bırakmak mıf Yağmur sağnak halinde yağıyordu, Kulübeden çıktım. Su, ilk önceleri ayakkaplarıma kadar geliyor du. İçimden: «Yürüfe dedim. Çocukları yakalıyarak yürümeğe başladım. Ancak yirmi yirmibeş adımlık bir yol almıştım ki arkamda birdenbire müthiş bir gürültü işittim. Döndüm. Seiler, dağlarda kesilip ka- Ian çam ağaçlarını sürüklüyordu. Bildiğim bir yolu takip etmek istedim. Fakat bu- Iamadım, Taş ve kum kapamış, ortadan kaldırmıştı. Şiddetli bir rüzgâr esmiye başlamıştı. Kollarımdaki iki çocuğu birbirine çarpıyordu. Gürültü çoğalmıştı. Dağdan topraklar, ağaçlar, kocaman kayalar gelmeğe, yokuştan aşağa yuvarlanıağa başladı. Bir hâl ki deyme gitsin. Kendi kendime: «Kayalar arasında parçalanacağız» dedim. Sel genişlemişti. Sular, kor- kunç fışırtılarla akiyor; önüne gelen şeyi parçalıyordu. Ben habire ileri... Fakat birdenbire büyük gürültü duyarak durdum. Bir dakika böylece kaldım... Ah! Tanırım ben «Adige» yi.. Anladım ki odur. Kayalara saldıran suyun çıkardığı uğultu her tarafı dolduru- yordu. «Oh! Zavallı karıcığım!» dedim ve kendimi Hazreti Meryeme havale ettim, (A ve Maria)yi he- nüz söyleyip bitirmemiştim ki evin tarafından sağır gürültüler geldiğini duydum. Belki on dakika kadar sürdüler. Sonunda bir feryat... Çocuklar: «Annemiz, annemiz İs diye bağrıştılar. Ben sesimi çıkarmadım. Kendimi uçuruma attım. Düşe, kalka gidiyordum... Buraya yüz adımlık bir mesafe kaldığı vakit artık yürümek kabil olmadı. Su boğazımı bulmuştu. «Maria, Maris» diye seslendim. Ses yok?. Ağladı. Batı rüzgârı dağdan kopup geliyor; sanki zavallının hıçkırıklarile beraber inlemek istiyordu. ederek: — Sabaha kader, dedi, çocuklarla suda kaldım. Zavallılar titreyip ağlaşıyorlardı. Sabaha kadar anne- lerini çağırdılar. Her yeni seslenişlerinde ondan ce- vap gelir ümidim agalıyor, zayıflıyordu. Sabaha karşı su alçaldı. Buraya kadar gelebildim. Düşününüz bir kere: eve dönüyorsunuz. Evde karı- pızla çucuğunuzu bırakmıştınızdır. Fakat onları bu- lamıyorsunuz. Bulamamanız demek onların ölmüş ol- ması demektir; buğulması demektir... Evet! Buralar- da ya sudan, yahut ta ateşten ölünür. Gözlerile, ayağınızın sltında uzanan, 1854 büyük bir yangınla kül olan «Salorno» kasabasını gösterdi. -— Lâkin nasıl oldn? Nasıl olacak. «Adiğe» seddi yıktı. Su buraya hü- cum etti; kapıya abanıp parçaldı. Maria işe, kapıdan çıkamıyacağını anlamış, buna kalırsa, dağ taraf bada- diyi tokmakla açıp çıkmak istemiş olacak. Badadide delik açılır açılmaz herhalde su içeri hücum etti, iki- sinide alıp hötürdü. Eve geldiğim vakit bu odada şu toparlaklar açıyordu. Duvarda asılı duran şu en- tari yok muf İşte zavallı Maria'dan kalan biricik şey o oldu. Sonradan, birgün onu, bir çalıya takılı buldum. — Demek size en büyük zarar seller verdi. — Tabii. Nehrin suyundan, «Adige» nin de o gece birçok masumu istemesine rağmen hiç değilse, dağa SERVETİFÜNUN 13 kaçıp kurtulmak 'kabildi. Hiç olmazsa onlar bulun- dular Benimki ise bulunamadı. Kim bilir su onu ne- relere alıp götürdü 1... Mezarlığın yanından geçtiğim vaklt durup ta: «Sabret, Maria şunun nihayetinde ben de oraya geleceğim!» bile diyemiyorum... — Çocuk ne oldu? — Çocuğu az aşağıda buldum. Görünüyorki su onu elinden kapmış. Yoksa bırakmış olmasına im» kân yoktur. Zavallının küçük vücudü yara bere için- deydi. Bir yere takılıp kalmıştı. Ah! Büyük Allah! Ne yaptım ben sana Oturduğu yerdeu kalktı. Gözyaşları yanaukların- dan aşağı yuvarlanıyorlardı. Entarisinin asılı olduğu duvara doğru ilerledi. Entarisinin üzerine kolunu koydu. kolunun üzerine başını dayadı. Çocukların bulunduğu tarafa baktım : onlar uyumuşlardı bile. Biraz sonra küçük evden çıktım ve dağa çıkan bir yolu takibe başladım. Nehir kenarlarında hemen nebat namına birşey kalmamıştı. Tarlalar çamur, taş ve kumla baştanbaşa örtülüydü. Büyük yaprak yı- ğınları, cesim kuşlar tarafından terkedilmiş yovaları andırıyordu. Birkaç sıska ağaç, dallarına yapışan ç& murların ağırlığı altında iki büklüm uyuyorlardı. Ötede beride, suyun oyduğu ve çamurla taş toprak altında kalan ağaç iskeletleri duruyor; sandalya, mâ sa, köy evi eşyası bakiyeleri yerlerde sürünüyordu. Seli araştırdım. İki cesim kayanın yosunlu aralığından, yeşillikler arasında bir ince su geridi aşağa doğru koşuyordu. Suyun yanına oturdum. Kayaların arasından bana bir sesin şöyle söyledigini duydum : — Benim başıboş ilâhem kristal «ürn» (*Jünü kırdı, ve doğmuş olduğu kayanın sessizliklerini terkketti. Brakınız kadife gibi sık yosunların arasından, nânelerin ekşi sapları di- binden skayım; bırakınız nehire ve su damlacığına gideyim, koşayım. Bir serçenin susuzluğunu ancak giderebileceği nehirler ve su damlacıklarına koğayım. oralardan denizlere gemiler taşıyım. Bir şerit gibi akan o ince su, zavallı köylünün karısını boğan aynı nehirdi. Fırtınanın veya borala- rın kopup dağların beyaz tepelerini üfürüğüyle okşa- dığı vakit karlar erimeğe başlar; küçük gelâleler ki yolcunun biricik tesellisidir, yıkıcı, götürücü sellere tahvil ederler ve çiçeklerle örtülü bayırlarla sessizli- ğin ve ölümün uçukluk ve solukluğunu getirirler. Alp dağlarının inan olmaz kaskatları işte böyle- dirler. Yazan: FERDINANDO MARTINI eviren: Feridun Timur (9) Bu kelimenin Türkçesi bulunmadığı için Fransızcasını kullâaşmak zarutetinda kaldim. (Ürn)ler eskilerin, ölülerinin külle- rini koydukları bir nevi vazo idi. a — ———— — —— — — — —— ——— Gelecek nüshamızda : GENÇ VE GÜZELİM Kadri Kemal Beyin büyük hikâyesi.

Bu sayıdan diğer sayfalar: