January 9, 1941 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10

January 9, 1941 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

güneş gibi parlak) bir yüze terantif ederseniz iyi bilin, iyi bilin ki bü yüz mayasını ve kökünü bu topp raktan olmamığtır. Ah Anadolu seni bu halden kur- tarmak lâzım! Bu samimi ahlar bana bir kah- raman olmak hevesini vermişti. Kendimi bu insanlar arasında on- lara doğruyu, iyiyi ve güzeli öğret- mek için, bütün ömrümü vakfet- miş bir peygamber olarak tahay- yülediyordum. Bana hücum ediyor- lar, beni taşlıyorlar ve kovuyorlar- âı. Fakat ne zararı vardı. Ben bir peygamberim. Onlara kollarımı uzatıyor ve titrek sesimle evlâtlarım, evlâdla- rım vurun, fakat, dinleyin diyor- dum, O zaman etrafımı, kin, gayz ve istihza ile bakan yüzlerce çift gözün sardığını görüyordum. Bu gözler aç kurt gözlerindeki ışıklar» Ia doludur. Bu eski ve kökleşmiş hülyayı Ağrının karşısında yeniden düşü- nürken onun birdenbire gülünç, manâsız, ve hatta iğrenç bir hale girdiğini gördüm; ve ta içimden gelen bir:sesle dağa hitap ettim: Dağ baba! Biz her büyüklüğe baba deriz.) Devlet baba, Allah baba gibi sen de bir dağ babasın. Dağ babal... Beni bu sakat hül- yaya sevk eden kirli çamurdan te mizle, bana yol ver, sana gelebile- yim, hiç bir insan ayağının basma- dığı en yüksek kayanın üstünde diz çökmek ve toprağını kucakla- mek iştiyorum. Ciğerlerime serin ve temiz hava dolacak. Kucağımda bir çoonk var, onu insanların arasından kaçırarak sana bırakacağım. Ve bu temiz havanın hatırasile uzun seneler yaşamak f- çin yine aşağı ineceğim. Bu çocuk “senin olacak Dağ baba. Onu &en büyüteceksin, on& rüzgârların beni aidatan ninniler söyleyecekler. Bu ninnilerle çocuğuma benim için acımasinı öğret. Bütün nazeri bilgilerim, bütün müktesep temayüllerim ve bütün felsefem bu çocuğa tevarüş etti, Bu bilgiler bu temayülleri ve fel- sefe köklerini asırlara salmış kor- kunç bir görüşün neticesidir. Bu görüş beni, benimle beraber yaşd- yanları ve benden evvel gelmişleri hüsrana ve bedbiniye götürmüştür. 92 — Servetifünun — 2316 Sen oğlumun benden tevarüs ettiği bu görüşü yok edeceksin. Ona eteklerinde uzanan büyük ve tanın ileri hayatını anlatacak, bu hayat için. ümit, cesaret ve kuv- vet vereceksin. Çocuğumun yine bir gün bizim aramıza ineceği günü tahayyül e- diyorum, Onun geniş göğsü, dik başı ve çelik beneni karşısında hay rete düşeceğiz. Onda bizden başka bir âlemin izlerini bulacağız, Ona hayat veren benim, benim arzum ve irademle vücut buldu. Rüyük tabiat, bu dağ gibi ben senin bir parçanım, benden doğana da onun azametini ver. Ve bana yardım et ki gözlerimi genin eger- lerine karşı ebediyyon kapayaca- gım gün, ebediyyen yaşamağa bağ ladığımı görebileyim. KIZIL DİZE Iğdırdan Beyazıda gidiyoruz. Ağrı eteklerini dolaşarak tendürük sırtlarını dolaşacağız. Ağrı, büyük dağ bizimle bers- ber yürümektedir. Nihayet Çilli ge- diği tepesinden onu hemen hemen başımızın üstünde görüyoruz. Al- lah ağrının üstünde midir? Belki Insan kalbinin bir gün gemi gibi dünyayı silip süpüren dalgalar üs- tünde titriye titriye oraya kadar çıkmağa çalıştığını düşünüyorum. Ölen hayat sonrs orada yeniden doğdu ve yayıldı. İran hududuna yaklaşıyoruz. Transit yolu üstünde kırmızı top- raktan yapılmış bir köyde durduk. Çardaklı bir binanın üstünde etrs- fı beyazlı bir bayrak, Hudut güm- rüğü var. Burası Kızıl Dize'dir. Kahvede çayımızı içerken köy halkı etrafımızı sardı. Ortada biz, etrafımızda onlar. Sanki ayrı ayrı milletlerin in- sanlarıyız. Onlar bize biz onlara bir az hayretle bakıyoruz. Her iki taraf da konusmak için fırsat arı- yor. Bu insanlara bakarken neden içimi okşamak arzusu ve merh&met dolduruyor. Onlara açımağa ne hakkım var? Evet işte seksen yaşında ihtiyar, göğsü açık ve kararmış derisinin üstünde bembeyaz kılları görünen adamı okşamak iştiyorum' Dudak- Isrıma daime teselli ve ümit verici kelimeler geliyor. Okşamak, teselli etmek. Bütün Anadoluyu dolaşanlar a- caba ayni hisleri duyarlar mı? Kafamda bir düğüm bağlandı: Vatandaşların bir kısmının di- ger bir kısmına acımağa hakları olabilir mi9 İmtiyazlarıni gökten almadığını refah ve huzurun efsanelerin ver- diği kuvvetlere bağlanmadığını söyliyen ve düşünen bir gümrenin bu refah ve huzurdan mahrum vg- tandaşlara aoımağa hakları olamaz. Fakat biliyorum; biliyorum ki bu etrafımda bana garip bir mah- lük gibi bakanlar her hadiseyi mu- kaddere, gizli ve esrarlı bir kuv- vetip mevcudiyetine bağlamışlar- dır. Gözlerim birdenbire bir kumral yüze iliştii Ve misilsiz bir erkek güzelliğile karşı karşıya geldim. 20-22 yaşlarında vardı. Kahve ren- gi gözlerinde tatlı ve hülyalı bir ışık yanıyordu. Üstünde lime lime paçavralar vardır. Karakol kumandanı : Hamza dedi, meczup Hamza, bu halide herkes tanır, Çay, ısmarladım, uzuu tereddüt- lerden sonra aldı ve cevabı yalnız bir gülüş oldu. Bu çocuk için ee klâsik hikâye- yi anlattılar: Bir kızı sevmiş, ver. memişler ve böyle olmuş. Hiç bir şeyden şikâyeti yoktur, dediler. Meczup Hamza ile konuşmadım, Onu yalnız temaşa ettim. Bu ço- cuk bana seyahatımın neticesi olan büyük kanaatı ilbam etti: Bitlisten » Diyambakıra gider- ken Karzan'ın gölgesi ovasında yüzümü alev alev yalayan ve ya- kan sıcağın verdiği bir nevi yarı baygınlık anında meczup Hamzayı düşündüm. Onun cezbesinin hakiki sebebini gözlerindeki tatın ve me- sut ışığın menbaını buldum. Hamza bana paçavralarından kurtulmuş, temiz bir kıyafetle ve genç bir üniversiteli halinde görün- dü. Yalnız gördüğü her şeye mu- habbetle bakan gözlerindeki mana ve aydınlık ayni idi. Ateş gibi yanan alnımı goğuk bir su kadar serin ellerile okşadı ve kulaklarıma fısıldadı: Bize iyiyi, güzeli hakikati öğ- retmek için yalnız âlim olmak yet mez; yalnız feragatli, dürüst ve — Devamı son sayfada —

Bu sayıdan diğer sayfalar: