9 Ocak 1941 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 9

9 Ocak 1941 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TEMİZL Yazan: S Türk münevveri can sıkıntısı içindedir, Bunu, her gün tezahür eden bir çok hareketleri ile gös- termektedir. Birbiri arkasından çı- kan mecmualara, kitaplara bakınız! Bir öteye beriye atılma, bir kendi etrafında dönüşü var. Kâh mâzinin tahatturu, kâh muhayyel bir iştik- balin hasret, ekseriya küskün, ba- zan hiddetli şikâyetler, bu mecmua ve kitapların mevzuudur. Sanat eserlerinde olduğu kadar en ilmi verimlerinde de, bu münevver, tereddüt, kekeleme ve inhiraf ba- lindedir. Bu hal, büyük bir mem- nuniyetaizliği göstermektedir. Fa- kat neyi beğenmiyor, hangi şart onun ruhunu ve kalbini sıkmakta- dır? Münevver bunun da farkında değildir. Fakat bu münevver ale- min yanında, asırlardanberi kendi âleminde yaşayan bir millet ve bir toprak var. Yanyana yaşayan bu iki âlem arağındaki fark ise bir uçurum halindedir. Ne asıl kütle olan Türk köylüsü Türk münevverini kendisinden ad- detmektedir; ne de Türk münevveri bu köylüye samimi olarak bağlan- maktadır. İkisi arasındaki münase- bete hâkim olan hisler münevver için köylüye acımak, köylü için münevvere inanmaktan doğan his- lerdir. İkisi arasındaki yaşama şartları bir az korku verecek ka- dar farklıdır.. Maddi hayatın ölçü- si olan para kıymeti Türk münev- veri ile Türk köylüsü arasında o kadar büyük fark gösterit ki, iki yabancı devlete git para zannını verebilir. Bundan başka vasat ka- zançlı bir münevverin eline geçen para, yüksek kazançlı bir köylü ailesinin eline geçen paranın tak- riben 15 mislidir. Türk münevverinin lisanı ile Türk köylüsünün lisanı, eyni lisa- sanın bazan uzak lehçeleri kadar ayrılık gösterir. Mahkemelerde mü- başirlerin esaslı bir vazifesi de köy- lü ile hâkim arasında tercümanlık yapmaktır. Bütün bu ayrılıkların yanında, ayni millete mensup olan İYEN TOPRAK amet bu ıki zümrenin arasında, onları birbirine bağlayan esaslı bir bağ vardır : Bu, müşterek olan vatan toprm Kıdır! Türk münevveri bu toprak sayesinde Türk köylüsüne yanaşm bilir. Fakât bunun birinci şartı bu toprağı maddi kıymetleri için de- gil. vatan olduğu için sevmektir. Canı sıkılan Türk münevveri, ha- kiki bir vatan sevgişini kendisine ve etrafına aşılıyarak büyük bir heyecan içinde geniş çalışma saba- ları bulacaktır. Her sevgi ve bilhassa vatan sevgisi bir cezbe hâlınde gelme- dikçe bir eser veremez. Geniş ve henüz büyük kısmı harap olan Türk vatanını cezbe halindeki ve- tan sevgisi işleyebilir. Bunun için- dir ki büyük Türkiyenin hakiki yapıcılarış vatan toprağının cezbe- sinde kendilerini kaybetmiş mec- guplar olacaktır. AĞRI Bu, siyah taşlardan platonun üstünde birdenbire yükselen bem- beyaz dağ bulunduğum yerden 4500 metre yüksek mif Elimi uzatsam temiz karındun bir avuç alabileceğim, Sıcak ve bulutsuz bir temmuz Iğdır'ın pamuk tarlaları arasından Ağrıya bakıyorum, Güneş ufka yaklaşmıştır. Toz kesif bir sis ha- linde plâtoya doğru yükseliyor. Etrafımda tatlı bir kalın bir şive ile konuşan insanlar var. Kendimi bir tabloya bakan bir insan gibi bu çerçevenin dışında zannediyorum ve Anadoluyu ilk defa nasıl tahayyül ettiğimi düşü- nüyorum : Tam on yedi sene evvel İnebo- ludan Ankaraya gidiyorum. Iigazın ormanlı tepelerini aşdıktan sonra birdenbire önümüzde dümdüz, göl- gesiz bir toprak uzandı. Bu toprak üstünde nadir insanlar görüyorduk; hafif bir yağmur çiseliyor ve yer- den garib bir koku yükseliyordu. Bu kokuyu ben İstanbulun kaldı- rımlı sokaklarında hiç duymamış- A ĞAOĞLU tım. Benim için yepyeni bir şeydi. İşte o zaman genç kafamda şöyle bir hayâl canlandı: Bu uçsuz bucakaız görüütn yol da yaln:z başıma yürüyordum. İh- tiyarlamıştım; saçım sakalım birbi rine karışmıştı; üstümde yırtık ve paçavra örtüler vardı, ayaklarım ve başım çıplaktı. Bu hayal uzun seneler zarfında olgunlaştı. Onu hiçbir zaman unut- madım ve nihayet benden ayrıla- rak hakiki ve canlı, kendisile ko- nuştdüğum, dertlerimi anlattığım ve sevinçlerimi fısıldadığım hakiki bir insan oldu. Gençlik senelerimin heyecanlı anlarında onu daima yanı başımda buldum. Uçsuz: bucaksız, gölgesiz, susuz bir toprak üstünde yürüyen paçav- ralara sarılı ihtiyar, İşte hayalimdeki Anadolu bu idi. Bu hayal Anadoluyu okudu- gum kitaplardan, kendilerini din- lediğim kimselerden teferruatına kadar bilmeğe çalıştım. Bir an geldi ki unu hakikaten görmeden karış kalış öğrenmiş olduğumu zan- nettim; her hangi biir seyahatte besadüf edeceğim ör şelir, her köy, ber su başı, İlür karış toprak ve her insan benim çoktan beri âşina olduğum bir çebreyi karşıma çıkaracak tanıdığım, bildiğim ve gördüğüm yerlerle, tekrar karşı karşıya geleceğim diye düşündüm. htiyar bir insan halinde bütün keder ve sevinçlerime iştirak eden bu hayali Anadoluyu seviyordum, Fakat onda ne büyük kusurlar vardı. Batıl itikatların ve cehalet- leriv esiri idi, Her iyi şeye, her necab ve kurtuluş hamlesine karşı lâkayt ve hatta düşmandı: hayır. hah ve kendisini içine düştüğü bü- yük ataletten kurtarmağa gelenlere (Elin yabanı) diye bakar, çocukia- rında hayat, neşe ve arzu ölmüştür. Bu çocuklar eğlencelerini bile ka- ranlık köylerin hazin mezarların- dan çıkarmışlardır. Teneşir tabut oyunlarile büyürler. Bunlar arasın“ da bir gün (bir su gibi berrak ve 91 — Servetifünun — 2316

Bu sayıdan diğer sayfalar: