6 Kasım 1941 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 7

6 Kasım 1941 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Sanat ve Edebiyat meseleleri | ŞAİRLERİN BİR VAZİFESİ VARMIDIR? Şairler bir vazifesi olduklarına inanırlar; ve bu vazifeyı - kendi meyillerinden ve kendi hesapla- rından çıkarmış olmalarına rağmen- Allahtan veya cemiyetten aidıkla- rını iddia edebilirler. Bir Fransız şairi, şiir kitabının mukaddimesinde şöyle diyor (1): «Allahım, insanların arasından beni çağırdın. İşte karşındayım. 1z- tırap çekiyorum ve seviyorum, Ba ns verdiğin sesle konuştum. An&- ma ve babama öğrettiğin ve on- ların bana bıraktıkla kelirımelerjJe yazdım. Yoldan, çocukların güldü- ğü ve başını igmiş yüklü bir eşek gibi geçiyorum: bu yoldan istedi- ğin yere kadar gideceğim. Diledi- ğin zaman, dua çağırıyor.» Bunun gibi bir şairin cemiyet- ten bir vazife aldığına dair yüzler- ee misâl bulabiliriz. Fakat şairler, bu ilâhi veya içtimai vazifenin mahiyeti üzerinde birleşemez. Bir- birlerinden #amamile #yrılırlar, hattâ birbirlerine karşı zıd fikirler ve kanastlerle cephe #lırlar. Bazı- ları, şairlerin ilâhi ve dini hisleri terennüm etmesini isterler, bu es- kimemiş bir modadır. Bazıları dev- letin ve içtimai nizamın medhü- (1) Francis Jammes — «Sabah dus- sından akşam duasına» adlı şiir kitabı sena edilmesini tereih ederler. Bu yenileşen bir modadır. Bir kısmi, muaşeret adabı hudutları içinde kalmak şartiyla halkın eğlendiril- mesini ileri sürer. Bu eski Yuna- nilerden kalma bir düşüncedir. Kimisi, yakın bir inkılâbı veya zalimlere ve binlere karşı müca- dele açılmasını bekler. Bütün bu vazifeleri sıralamağa kalkarsak, ayrıca bir kitap yazmak lâzım ge- lir. Fakat şu muhakkaktır, ki şa- irlerden istenen bütün bu vazife- lerin en bariz vasfı, birbirler tama- mile zıd olmalarıdır. Hangisi olursa olsun, şairin «hususi» mahiyette hiçbir vazifesi yoktur. Şairin yapacağı iş, tabiatı, hayatı ve bunların içinde bulunup da günlük ömürlerinde oldukların- dan daha fazla merak ve heyecan uyandırıcı olan eşyayı ve mahlük- ları önümüze koymaktır. Şairler, mevcut olan her şeyi, rüyalarımıza varıncıya kadar, kendi ruhlarından ve kendi zekâlarından katacakları şeylerle canlandırırlar. Eşyaya da- ha canlı bir şekil, daha cazip bir karakter, daha çok intiba uyandı- ran bir kuvvet verirler. Bu metele, hakkında tabiat modasına dayanır. Bu nokta mühimdir. Üzerimize giydiğimiz, evimizde kullandığı- mız şeylerin nasıl değişen bir mo- dası varsa, sanatta da bir tabiat modası vardır. Tarihte nekadar sanat mektebi varsa, o kadar ta- biat hesabile bilir fikri hiç de mu- balaga değildir. Bir sanatkâr şöyle der; «Tabiat, dimağımızın bir yara- tışıdır. Ona hayat veren zekâmız- dır. Eşyayı görüyoruz de ondan var. Neyi gördüğümüz, naml gör- düğümüz de tesiri altında bulun- duğumuz sanata bağlı. Şimdi halk sesi var olduğu için değil, ressam. lar, şairler böyle tesirlerdeki es- rarlı güzelliği öğrettikleri için gö- rüyor.» Bu sanatkârın yerde göğe ka- dar hakkı var. İnsan tabiatte yal- nız kendi yaratışının mahsulünü seyreder. Bediiyatçı ve filozof için insan asla kendi içinden çıkmaz; eşya ancak insanın yarattığı ve rubunda taşıdığı şekilleri aksetti- rir. Divan edebiyatımız, bu bakım- dan dış âleme bütün pencerelerini kapamış ve kendi içinde gelişmiş bir edebiyattır. Güzelliği yalnız iç âlemde bulduğu için tabiatı, hayatı seyretmeğe lüzum bile gör- memiştir. Sanatta tabiat ve hayat mo- daşı meselesinde <tenkid»i ikiye bölen iki büyük nazariye ile kar- şılaşırız:; birisi sauatı eserde ara- yan Taine mektebi, diğeri sanatı yaratıcı sanatkârın ruhunda arayan Şopenhaver meskeni, Şopenhavere göre sanatkâr, «Dünyayı temaşa etmemiz için gözlerini bize veren insandır» O şunu da ilâve eder: «Hiç kimse şaire, asil, terbiyeli, merhgşmetli, dindar, hulâsa şu veya bu olmak gibi mecburiyetler yük- letemez. Ve böyle olduğundan dolayı da hiç kimse onu ayıblıya- maz. Şair inseniyetin aynasıdır. Biz onda insandaki hisleri &sey- rederiz.» Neticeye gelelim ; Dünyanın bü- yük inkılâblara maruz bulunduğu devirlerde, şair, Göte gibi, insan- ların ihtiraslarında daimi ve gabit olan şeyleri terennüm edebilir. Şa- ir, Hugo gibi, kendi hayallerinde gördüğü istikbalin güzelliklerini verebilir. Şair, Bodler gibi, eşya- nın hiçliğivi ve insandaki mutte- sıfı görerek düşmeğe ve yok olma- ğa mahküm şeylerin sukutunu ve inhilâlini, tztırapla güzelleştirerek ortaya koyabilir, Hattâ çair, bun: lardan birini yaparken diğerine de atlıyabilir, Şair, ilâhi veya içtimat hakkını verdiğimiz bu vazifelerde birini benimsesin veya hiç birisine ilti fat etmesin, eserleri daima şu iki değişmez ölçüye gore kıymet alır: 1 — Sanat bakımından eserin mükemmeliyet derecesi; — lütfen sahifeyi çeviriniz — 293 — Servetifünun — 2359 yi 4

Bu sayıdan diğer sayfalar: