28 Nisan 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

28 Nisan 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

*,S SON POSTA Sayfa 13 —— eeei RAYLARINDA *HAY YAM <n MAT : MACERALAR, Hasan Sabbah Kızgın Çö lde Can | Çekişirken, Hayyam ıgiyor, İçiyordu... Mister- Vilsön Dad i H Her hakkı mahfuzdur. Hasan Sabbah, bir taşın Üs- tüne oturmuş. Başını ellerinin arasına almış düşünüyordu. Kölesi ayakta duruyor ve is- kelet haline- gelmiş iki atın yularlarını tutuyordu. Hasan, yavaş yavaş başını kaldırdı: — Bulamıyacak mısın.. bir yu- dum su., Bir lokma ekmek bu- Tamıyacak mısın?.. Köle, mustarip mazarlarını ufuklarda — gezdirdi. Elile, bu payansız ufukların boşluklarını gösterdi. O zaman Hasan Sabbah, âni bir cinnetle yerinden — kalktı. Yumruklarını sıkarak havada sal- ladı. Olduğu yerden fırladı. Ki- durmuş bir vaziyette kölenin üs- tüne saldırarak bağırdı: — Melun.. Hep senin yüzüm den.. Hep senin beceriksizliğinin yüzünden bu hale geldim.. Ge- ber.. Benden evvel geber... Hasan, kölenin göğsüne yum- rukla vurur vurmaz, köle devril- di. Çünki, açlıktan ve susuzluk- bir hale tan zaten bitâp gel- mişti, Kölenin düşmesi üzerine atla- rın yularları elinden — kurtuldu. Esasen bu mücadeleden ürkmüş olan hayvanlar, serbest kalınca başlarını — kaldırdı. ve ikisi de gölün boşluklarına doğru kaçtı, Hasan, bu son felâket karşı- sında büsbülün — şaşırdı. Alını tutmak için koşarak birkaç adım attı. Fakat ayakları biribirine do- laştı. Yere yuvarlandı. Öylece kaldı. * Biraz sonra, Hasan Sflıbılı kendine geldi.. — Döndü. Köleye baktı. Köle, feci ıstıraplarla kıiv- rana kıvrana can veriyordu. H.İ san Sabbah, ölümün bu fecaatini görünce ürktü. Her köşesinde bir serap titriyen ufuklara baktı. Ellerini semaya kaldırdı: — Medet ya Ali, medet... Medet senden., - Kerem senden.. İnayet ve merhamet senden... Diye — haykırdı. Ve sonra, diz çöktü. Ellerile yüzünü örttü. Hıçkıra hıçkıra ağlıyarak yüzüs- | tü yere düştü. * Uzaktan bir kafile göründü. Kafile, göçebe bir aşiretli. Bunlar, (Hasan Sabbah) ın düşüp kaldığı yere doğru gelmekte idi. * 'Eşyalarını, çoluk çocuklarını; at- ların, merkeplerin, develerin sırt- harına yerleştirmişlerdi. * Kafile, yavaş yavaş ( Hasan Sabbah) ın olduğu yere geldi.. birkaç kişi, yerde yatan (Hasan Sabba) ı gördü. Hemen diğer arkadaşlarına haber verdi, * Koştular. (Hasan Sabbah) n yanına geldiler. — Evvelâ, — onun ölüp ölmediğini muayene ettiler.. Ölmediğini anlayınca, kaldırdılar, Kollarıtdan tutarak- oturttular. * - Birisi koştu; bir su malarası e $E getirdi... Hasan sabahın yüzüne serptiler, Başını yıkadılar. Hasan Sabbah, yavaş yavaş gözlerini açtı. Derin bir nefes aldı. Dalğın nazarlarla etrafın- dakilere baktı. (Hasan Sabbah)ın hâli vebu müessir bakışları, — oradakilerin hissiyatı üzerinde büyük bir tesir yaptı. Çünkü şu anda, Hasanın ıstırap ve ümitsizlikle sararan çehresi, biribirine karışan saç ve sakalı; hazin, fakat heybetli bir şekilde görünüyordu. e * Hasan Sabbahın, susuzluktan kuruyan, çatlayan ve kanlar sızan dudakları yavaş yavaş - titredi. Ölgün bir sesle: — Su... Diyebildi. Hemen, matarayı Hasanın du- daklarına — götürdüler. — Birkaç yudum su içirdiler. * Hasan, biraz kendine gelmişti. | Şimdi, etrafındakileri daha iyi görüyor ve kendisini ölümden kurtaran bu insanların yüzüne şükran ve mahmadetle dolu na- zarlarla bakarak gülümsüyordu... En ümitsiz bir zamanda kendisi- ne hayat geliren bu insanlara derin derin baktıktan sonra: — Allah, sizden razı olsun. Dedi. Hasanın yanında diz çöken ve ona su içiren bir ihtiyar adam sordu; — Sen kimsin?.. Hasan, bu suale, birdenbire cevap vermedi. Bir lâhza düşün- dü ve sonra, söylediği — sözleri onların kalbine tamamen tesir ettirecek bir belâyatle; — Ben.. Mülükü.. Sabbahi,. Ha- | miriyye.. sülâlesindenim.. Hak ve hakikat uğrunda.. tacı ve saltanatı terkeden bir dervişim.. Bu ıssız çöllerde yolumu kaybettim... Eğer ecdadımın lütuf ve keremi, sizi buraya — yetiştirmese idi, çoktan ölüp gitmiştim... Etrafındakiler, Hasanın söyle- diği bu kesik kesik sörden müteessir ve mütehassis oldular. Derhal ona karşı hürmetkâr bir lavır aldılar. Kafilenin reisi olan ihtiyar, derhat emretti. Kafile durdu. Atlardan, develerden yükler in- gdirilerek çadırlar kuruldu. * Güneş grup ediyordu. Kadınlar, sağıyor, — çocuklar oynaşıyordu. g'Kııfüenîıı merkezinde, i':,ıîliı;'e yığılmış şilteler- üstünde ( Hasan Sabbah ) — oluruyor. qünüyordıı, Fakat bu düşünüş, çok derin ve çok manidardı. Herhalde, gürüp eden — güneşle, kızil bir kan deryası haline gelen ufuk- larda, (Hasan Sabbah) m kalbine akan, kanlı bir ilham vardı. ğ 3 Hasan bu assız. çöllerde bu suretle thm y koyunlardan — süt | Gözlerini, kapkırınızı ufuklara dikmiş, dü- | ayyamın Şerefine İçiyordu ! Yazan: A. R. Ömer Hayyam, sevgili (Meh- tap ) 1 ile, hudutsuz bir aşk ve | saadet hayatı yaşıyor.. Evinin | güller ve erguyanlarla örülmüş ( revak ) ında, Mehtabın - beline sarılmış, dvruyor, ufukta yavaş | vavaş yükselen ayı seyrediyordu. Hayyamın elinde billür bir ka- deh, Mehtabın elinde de şarap dolu bir sürahi... Hayyam, Meh- tabın yüzüne baktı. Kadehi ona doğru uzattı. Mehtap, en tatlı bir tebessümle mukabele ederek kadehe yavaş yavaş şarap boşalt- &ı Hayyam, evvelâ şarap dolu kadehe, sonra, — ufuktaki — aya ve daha — sonra (Mehtap) a baktı. a Yüzünde geniş ve manalı bir tebessüm dalgalandı. Kadehi, göğsüne dayadı. Şu rübaiyi oku- | mıya başladı: İA A (Mehtabın nurları gecenin es- mer tüllerini yırttı... Şarap - iç.. Zira - belki- bir daha böyle lâtif bir zaman ele geçiremezsin. S_en,. bugün, keyfine bak.. çünki bir gün gelecek, bu meh- tabın nurları ikimizin kabrine de, ayrı ayrı nurlar yağdıracak., l * Mister Vilson bu rübaiyi oku- duktan sonra düşündü ve hafifçe güldü. Elindeki kitabı yavaşça kapa- dı. Yanındaki masınııçı"nı:â:e bıraktı. Elini uzattı. Şarap — şişe- sini aldı. Kadehe yavaş y:ı::ı şarap boşalttı. Kadehi ağzına gö- türecekti. Fakat durdu. Kadehi kaldırdı. Billür avizeleri parlıyan elektriğe tuttu. Şarabın erimiş mi- na gibi parlıyan rengine - baktı ve sonra masanın üstündeki - ki- taba dokundurdu: e . — Senin şerefine Hayyam... Dedi ve derin bir. telezzüzle yuüdüm yudüm Şarabi içli, ( Arkası var) Hergün Rübai: — NL g5 AM DA Ka vLLU İnsanların bir kısmı, (Din) ve (Mezhep) fikirlerile uğraşıp du- rurlar. Birtakımı da, — (Şek) ve (Yakin) — meselelerine — saplanır, kalırlar. Ha!buki, — görünmiyen meçhul bir, noktadan, birdenbire bir müvadi çıkar ve onlara hay- kırır ki: e Eyi gafiller!.. Hayat, insanlığın. yolu, ne odur.. me de BİZİM — Evet. işte, yepyeni aşk... Fakat, kapısı her taraftan sım sıkı kapalı bir kaleye benzi- yor. Bu kaleye hücum etmek inci var. Fakat, bu inciye malik olabilmek için kalenin neresinden hücum etmeli.. Neresinden gir- meli, Ben, tamamen susmuş, yalnız onu dinliyordum. O, bu sözlerine benden cevap bekliyen bir tavirla gözlerimin içine baktı ve birkaç saniye — bekledi. Sonra, yavaş yavaş tebessüm ederek: — Admima, diyeceksiniz ki: Siz, mahir bir aşk erkâmharbısınız. Şimdiye — kadar, birçok gönül kaleleri fethettiniz. Bundan mı izharı — aczediyorsunuz?.. — Evet, doğru.. fakat bazan en — cesur kumandanları da düşündüren va- ziyetler olur. Dedi... Ben daha hâlâ, onun yüzüne bakıyor, büyük bir inat ile gözlerimin içine dikilen göz- lerinin mânalı bakışlarile kuvvet- lendirdiği — sözlerinin — neticesini | bekliyordum. O, nihayet üçüncü dela içini çektikten - sonra: — Onun için, bu işte bana biraz yardım etmenizi istiyorum. Derdemexz, az kalsın, kah- kahayı basıyordum. Hemen ken- dimi topladım. Hafifçe bir iki defa öksürdükten sonra. — Ben mi efendim.. bilmem size nasıl yardım edebilirim?. Büyük bir gülmek ihtiyacı hissetmekle beraber, ayni zaman- da fena halde de - kızıyordum. Acaba bu adam bir aşkına ben- den yardım istemekle beni ne gibi bir işte kullanmayı tasavvur ediyordu. Bir genç kadından, diğer bir aşkın muvaffakiyetine yardım istemek, o genç kadına pek ağır, pek gülünç, hatta pek iğrenç ve küstah bir teklif olmaz mıydı?... ki., lâzım. Çünki kalede kıymetli bir | DAKTİLO Büugünün Romanı EAREEEN < MEREEEEENEM Yozan: Z. Şakir bir ! Müdürü Umumi, şimdi de elin- deki resme bakarak cevap verdi: — Nasıl mı yardım edebilir siniz?.. Evet.. bu da bir mesele... | Biliyorsunuz ki, ekseriya.. ve he- men daima kadınlar bana müra- caat ediyor. Bu, kolay bir iş.. üç aşağı, beş yukarı vaziyeti idare mümkün oluyor. Halbuki Şimdi, ben bu genç kadına âşıkım.. Ben ona müracaat ede- ceğim... Müracaat etmek bir şey değil.. fakat ben, her şeyden evvel alacağım cevabı. düşünü- rüm... Aşkta muvaffakıyetsizlik, hiç sevmediğim bir şeydir. Beni, çok titizlendirir... Müdürü Umumi, durdu. Bir iki defa yutkundu. Ve onra çok ciddi bir maliye bahsi müzakere ediyormuş gibi yavaş yavaş de- vam etti: y — Onun için sizin fikrinize müracaat ediyorum... İhtimal ki, | siz de hayatınızda böyle bir vazi- yet — karşısında — kalmışsınızdır. Eğer kaldı iseniz, ne yaptınız? Sualin inceliğini, derhal kav- radım. Hemen, çok masum ve bu gibi şeylerden pek uzak yaşamış bir insan pozu alarak cevap verdim: — Emin olunuz efendim, bü- tün hayatımda, aşk oyunlarından çok uzak yaşadım. Değil böyle müşkül işler, hatta bunların en kolaylarile bile biç meşgul ol- madım. Müdürü Umumi, elindeki res- me bakıp derin derin düşünür- ken, ben de meraktan çallıyor- dum. Müdürü Umumiyi böyle ince ve mahirane hesaplara düşü- ren, ona plânlar tertip ettirecek kadar bu adamın zihnini işgal eden kadın, acaba kimdi?.. Bu merakımı biran evvel bhalletmek için, şu fikri ilâve ettim: buyurursanız, — bir mektup yazalım.. Şüphesiz bir cevap verecektir. ( Arkası var ) Çok çay içen japonyalı sinirlenince Bromural ahr, uyur. Bu ilaç zararsız Tahat eder, tatlr uyku yeçâne müsekkindir. (Ludwigshaten a.Rh.,Almanya) Knoll A.-G.Kumpanya; sının Bromural'ı çeyrek asırdanberi halkın aradığı ve hi 0 :h_p_ınpr!?ink eryerde mühtaç olduğu bir Jaçtır. tüpler | indedir. t üllknik .li iş dlüe.

Bu sayıdan diğer sayfalar: