29 Nisan 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 5

29 Nisan 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Hasan Sabbahın Müritleri İlkı Defa Nasıl Biat Etmişlerdi? Hasan'Sabbalın _Blleîn»;ırrı_a—pç_ _Hareketleri ! Her hakkı mahfuzdur. (Küçük ve tarihi bir astıdrat: Hasan Sabbah nihayet - sali - men Rey şehrine vâsıl olmuştu. Onun vatanına avdeti, vaktile buradan — çıktığı şekilden pek farklı ve şerefli değildi. -Vaktile buradan — kovulmuştu. Şimdi de şehre adeta kaçak bir mal gibi giriyordu. Yalmız Hasan Sabbahın kal- binde büyük bir azim ve kanaat vardı. Artık o, debdebeyi, bütün saltanatı unutmuş, yalnız intikam için yaşıyan bir insandı. Hasan Sabbah, şehre girer girmez, doğruca eskiden tamdığı ( Abdülmelik Atasi ) isminde bir adama müracaat etti. Bu adam, İsmailiye mezhebinin dailerinden- di. O tarihe kadar Hasan Sab- bah bu mezheple alâkadar de- ğgildi. Fakat babasından tevarüs ettiği itikat ve şahsen beslediği kanaat ve iman hasebile, fikren ve hissen Abdülmelikle beraberdi. Hasan Sabbah, Abdülmelikin evin- de bir müddet gizleadi. Bu canada da İsmailiye mezhebini kabul etti Fakat burası, Hasan Sabbah için tehlikeli bir yerdi. Abdul- melik, onu daha emin bir yere yerleştirmek için İsfahan şehrine gönderdi. İsfahanda İsmaililerin dai ve reisi Ebülfazıl isminde bir adam- dı. Bu da, Hasan Sabbaha hüs- nü kabul gösterdi. Epeyce sa- man evinde sakladı. Hasan Sabbah, saklanmıya mecburdu. Çünki vezir Nizamül- mülk ile sultanın onu aramala- rından korkuyordu. Maamafih bu korku, onu yıldırmıyordu. — Bir taraftan Ebülfazlın önüne otu- rarak, sultan — ile vezir hak- kında — şikâyet — ve — beddua- lara devam — ederken, diğer taraftan da kalbi en hararetli intikam — ateşlerile yamıp — tutuşu- yordu. Öyle zamanları oluyordu ki, kendinden geçiyor, bütün düacyayı kan ve zehir içine boğmak - iste- diğini söylüyordu. Nihayat bir gün, y böyle soşgün bir zamanında; ( Ebülfazıl)ın yüzüne baykırdı? — Ah... Ah... Eğer iki sadık dostum olsaydı, o ( Türk ) ün sak tanatı ile o ( Köylü ) nün vezare- tine derhal hitam verirdim. Dedi. Ebülfazıl, bu — sözleri — işitir işitmez, bir adım geri çekildi. Çünki, Hasan Sabbahin birden- bire çıldırdığına hükmetmişti. Ebülfazıl, ihtiyatkâr bir vaziyel alarak, Hasan Sabbahın cinnet derecesini anlamak için sordu: — Nasıl olür, Hasan Seb- bah?... (Kaşgar) dan (Antakye)jye kadar devam eden vâsi ülkede saltanat süren koca bir Sultan ile, (Köylü) dediğin onun zikud- ret vezirine, iki arkadaşla galebe çalmak... Bilmem amma..Bu, pek akılhı işi değil... Hasan, gözlerinden — yıldırım- Tar saçarak: — Pek alâ. Bir gün olur, görürsün.. G10 — Demekle iktifa etti Ebülfan!, Hasan Sabbaha acı- | miya başladı. O günden sonra, onun yemeklerinde tadilât yaptı. Dimağın ihtilâlini teskin 've âsap kuvvetini takviye edecek yemek- Ileı yve içecek — şeyler - vermiye başladı. Hasan Sabbah, önüne - getiri- len bu, yiyecek ve içeceklere bakarak hafifçe gülüyor; biç bir şey söylemeden yiyor ve içiyordu * Hasan Sabbah, ( İsfahan ) da da uzun müddet kalamadı. Bağ- dat tarikile Irak çölünü geçti. Mıstra geldi. Barası, onun arayıp bulamadığı bir yerdi. Hasan Sabbah, bir müddet Mısırda yerleşti. İsmaililerin Ka- hiredeki localarına devam etti. Fikren ve ilmen pek çok yük- seldi. İsmatli mezhebindeki derece- leri birer birer atlıyarak en son dereceye vâsıl oldu. Artık mez- ! hebin dahil olmuştu. Hasan Sabbah, bir taraftan bu işlerle meşgul olurken, diğer taraftan da siyasi işlere bur- nunu sokuyorda. Bir. tebeddülü saltanat — meselesinde alâkadar elduğu anlaşıldı. Bu sebepten dolayı, — hükümetin husumetine maruz kaldı. Onu Berberistan havalisine nefyetmiye karar ver- diler. Bir gemiye bindirdiler. Yolda, büyük 'bir fırtmaçıkb. Geminin batmasına ramak - kal- mıştı. Geminin kaptanı ve tayfa- | arı telâş ve heyecanla can kay- | güsuna düştükleri halde, ( Hasan Sabba ) hiç telâş etmiyor; geminin direğine — dayanmış, — sükünetle coşgun - fırtınayı seyrediyordu. Ona sordular. rüesası meyanına Hiçbir ümidi- korkmuyor — Batıyoruz. miz kalmadı Sen musun?.. Hasan Sabbah, onların yüzüne bakarak tebessüm etti: — Bana, hiçbir fenalık isabet edemez. Dedi... Onun bu sözü, daha büyük bir bayret uyandırmıştı. Tekrar sordular; — Niçin?... Hasan Sabbah, karşısındaki- leri teshir eden ateşin nazarla- mmnı, tamamen onların kalbine nüfuz ettirerek büyük bir imanla buna da cevap verdi: — Çünki.. (Mevlâ) mız, bunü bana vadetti. Onun bu sözlerini mecnunane bir fikir telâkki edenler, biraz sonra nedamnet ettiler. Çünki fır- tına geçmiş gemi de selâmete ermişti. O zaman derin bir hür- metle onun etrafını aldılar, kendi- sini, ve kendisile beraber kendi- lerini kurtaran o büyük ( mevlâ ) nın kim olduğunu sordular, Hasan Sabbah, da bunu bek- liyordu. Onları karşısına oturttu. (Mevlâ) denilen zatin, — ( İsma- ili tarikatinin (Üstadı âzam) 1 ol- duğunu — avlattıktan —sonra oıı:ıl ELÖNL M D S BB seşlam . Vazan: A. R. iman ve itikat edenlerin ebedi- yen refah ve felâh bulacağına da onları ikna etti. Bu sâf adamlar. Hasan Sab- baha, yani, insanları her fenalık ve her — felâketten — saklıyan, refah ve felâh içinde yaşatan 'stadı azamın vekil ve hali- fesine biat ettiler. İşte bunlar, Hasan Sabbahın, ilk müritleri idi. ( Arkası var ) Hergün Bir Rübai: Şo ı*,J_J,K'n f,ıj y DĞ N b a| (Kendini, zamanın elem ve ! kederlerine kaptırma. - Bu fani | dünyada yaşamış ve sonra da-ge- lip geçmiş olan kimselerin çek- tikleri ıstirapları da bize hatırlat- ma. Gönlünü, Perizat bir güzel- den başkasına verme, Şarapsı kalıp ta ömrünü befb:! etme... y — İşte hayat, bundan ibaret- Ü z SizeTabiatinizi Söyliyelim. 47 SAİT BEY: Göleryüzlü olmıya > Ve muüamele: sinde — müsa- mahayı tercih otmiye müte- ayildir. Ra- hatini — sever, larza — teleb- büste — temiz- liğe ve intiza- ma dikkat e- der. Kafasile fazla yorulmak istemez, tesadüf- lerin vereceği istifadelere rağbet eder. u 67 TARSUSTA ORHAN BEY: Yumuşak baş- h ve uysaldır. Fazla üzüntü- ye gelemez, müca dele den hoşlanmaz, gü- rültücü ve kav- gacı değildir. Kadın mesai- Hinde kışkanç- ük — gösterir. şüyuundan — bicap ı Resminizi Bize Gönderiniz, Kusurlarının duyar. Fotoğraf Takli! Kuponunu 11 inci Sayfamızda bulacaksınız. Müdürü Umumi dirdi. Büyük — bir sordu: — Şüphesiz mi, diyorsunuz?.. cevap vermezse?... — Hayır efendim, şüphesiz demekten maksadım.. yani.. belki | cevap verir... Tabii, bilmiyorum. ! Nasıl bir kadın.. ne ruhta bir kadın.. Olabilir ki.. Müdürü Umumi sözümü kesti. Resmi, bir daha gözlerinin hiza- | sına kaldırarak, bakarken cevap I verdi: — Çok kapalı.. çok ifadesiz ı bir hali var... Bana öyle geliyor | | ciddiyetle | | Ya | ki, hislerini çok iyi saklamayı bilen bir kurnaz.. Artık, —meraktan — çatlıyacak bir hale geldim. Ve, yavaş yavaş elimi uzatarak: — Müsaade buyururmusunuz.. Sizi bu kadar işgal eden bir ka- dımı, bir kere de ben göreyim. Dedim. O, sanki bu — söz- leri bekliyormuş gibi birdenbire dudaklarında peyda olan bir te- besslimle resmi uzattı. Resmi alır almaz, az kalsın, | büyük bir hayretle haykıracaktım. | Baktım.. Baktım. Bir anda haf- zamı bütün kuvvetile — işleterek hatıratımı? yokladım. Fakat, zih- nimde uyanan sunle hiçbir cevap bulamadım. Resim, parmaklarımın arasın- da durduğu halde yavaş yavaş başımı kaldırdım ve sordum; — Af buyurursunuz efendim.. Bu resmin sahibinin kim olduğu- nu sorabilir miyim?. O, lâkayt görünmiye - çalışa- verdi; — Yoksa, tanıdınız. mı? — Hayır efendim.. — Şu halde, şimdilik sizce de meçhul kalsın.. Ve.. Birdenbire ayağa kalkıp ciddi bir vaziyet alarak ilâve etti: — Bilir misiniz?.. Ben, büyük aşklarımın kahramaalarımı, daima kalbimde saklarını. Onların isim- lerini, — kalbimden — dudaklarıma kuadar bile çıkarmak istemem, Dedi... Dikkat ettim. Müdürü Umuminin — bötün — vaziy ! ciddi bir aşktan 2ziyade, bir oyuncu onun aşkına ve aşkının esrarına hürmetkâr bir vaziyetle resmi kendisine — uzattım — ve önüme baktım. Aramızdaki, — süküt, sürdü. O, nibayet, bu çpsyce sükütu tün ıstiraplarını ifade eden mü- essir bir sesle: — Evet.. Şimdilik sizin dedi- ğiniz gibi yapalım.. Bir mektup yazalım. Tabi, onün da bir kalbi vardır. Ve dediğiniz gibi belki dir cevap ta verir. Bu cevap, — şüphesiz onun ruhunu ve hassasiyetini göstere cektir. Bunu gördükten — sonra, ne yapacağımızı düşünürüz. Ben, daha hâlâ önüme bakı- yor ve elime aldığım kurşun ka- lemle defterimin üstüne küçük küçük puvanlar yapıyordum. O, sanki büyük bir aşk heyecanına mülllneüredii adai eeei Na ea d eeei C0 aai l —— li rak bu sualime, bir sualle cevap , DAKTİLO ı Bugünün Romanı i— 80 HRADOKAAMAMAN Yazan: Z. Şakir başını kab | tutulmuş gibi gittikçe sönen bir bir aktör tavrı vardı. Binaenaleybh, | bu mahir aktör karsısında sefdil | pozu aldım. Sanki | | diım Odadan | başka yavaş yavaş ihlâl etti. Aşkın bü- | âmiri mutlak. En küçük muka- ifade ile sözünü bitirdi: — Bu mektubun ne tarzda yazılmasını, tamamen size bırakı- yorum. Kadın kalbi, kadın has- sasiyeti, şüphesiz çok incedir. Ba- husus, sizin 'zekânızdan da çok eminim. İhtimalki yazacağınız şey- ler, benim düşüncelerime de bir istikamet verebilir... orevuar Kev: ser Hanım. Defterimi, — kalemimi aldım. Yüzüne bakmadan onu selâmla- çıktım. Sessizce kapıyı kapadım. Resim, benim resmimdi... Fa- kat çok mahirane tebtil edilmişti. Hatta o derecede ki, bu resmin bana ait olduğunu iddia etsem, hiçbir şey kazanamazdım. Çünki ele geçirilen vesmim, büyütülmüş; baş tarafı alınarak — bir vücuda eklenmişti.. Asıl şayamı hayret olan cihet, benim resmim Müdürü Umumi tarafından nasıl ele geçirilmişti? Nasıl ele geçirilmişti ki, şimdi bu mahir kadın avcısın elinde beni de avlamak için bir silâh olarak — kullanılıyordu. Doğrusu, (ilânı aşk )ın bu şekline hiç diyecek yok. Müdürü Umuümi, bu zarif ve kibar düşü- nüşile şüpbesiz bütün (ilânı aşk) — tarzlarına galebe çalmıştır. * Odaya geldiğim zaman Raşel, bir çıhtlık' etti: — Nekadar kızarmışsın. Kev- ser.. Galiba Müdürü Umumi - ile çok çalıştınız. Dedi. Az kalsın fena bir ce- vap vevecektim. Süküneti muhafaza ettim. Ba- şımın birar — fazla ağrıdığımı söy- — ledim K Şimdi, zihnimi altüst eden bir mesele daba vardı... Bugüne kas — dar bana karşı büyük bir ciddi- — yet gösteren, sadece başkalarına — ait aşk mektuplarını oktürak — bunların cevaplarını yazdırmakla iktifa eden Müdürü ÜUmumi, ni- hayet, bugün, maskesinin bir ucu- nu açmış, erkekliğin cibilliyetine has olan o mahut nurifcthâ_ yavaş yavaş saçmıya başlamıştı. Her nasılsa bir resmimi ele geçirerek bugün böyle nazikâne bir surette suyunu koyuüvermiye — başlıyan bu patates suratlı - heri- fin yarın büsbütün azıtarak çıvıyı vermiyeceği ne malüm?.. O za- — man ben ne yapacağım?. Herifin hiç şakası yok. Burada, tamamen — vemetime, en berbat bir muka- belede bulunmak, işten bile değil. Haydi farzedelim ki, buradan da piliyi pirtiyi topladım. Meş- buür (serseri — Yabudi) — gibi yine — kısmet aramıya — çıktım. Fakat buradaki rahatımı, buradaki — maaşımı bulmak ihtimali var mı? Asla.. Halbuki şimdi, eskisi gibi de değilim. Evvetce basit bir — hayat — geçirmiye alıştığım için, yaşayışım az para ile de mümkün olabiliyordu. Fakat — şimdi, girdiğim hayat, bana bil l Tetler ve masraflar

Bu sayıdan diğer sayfalar: