22 Temmuz 1933 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

22 Temmuz 1933 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 Sayfa ” j ! Dünya Hüâdiseleri ! l ReR Faşist Fırkası Mensuplarına Yeni Tavsiyeler M. Musolini, Faşist fırkasının mahalli — teşkilât reisi ve azalarına aşağıdaki tavsiye- lerde — bulunmuş- emir makamına kaim Faşizmin Yeni Ümdeleri Bir olan bu taysiyelere riayet etmi- tur. yenler hakkında — fırkaca icap eden muamele yapılacaktır. Tav- siyeler şunlardır: 1 — Gece ve gündüz eğlen- ce yerlerine, sefahet ve rezalet merkezlerine ayak basmamak. 2 — Daima yayan yürümeyi tercih etmek. Fakat sür'atli bir nakil vasıtası - kullanmak - icap ederse tercihan bisiklet ve moto- sikletten istifade etmek. 3 — Resmi merasimde silin- dir şapka taşımamak, — ihtilâlin başlıca rumuzu olan siyah göm- lek gimek. 4 — Kazanç fazlalığına rağ- men alışılan hayatın şeklini de- giştirmemek.. Yeni yeni âdetlere sapmamak. 5 — Vazifeyi büyük bir dik- katle yapmak ve iş sahiplerini büyük bir sabır ve dikkatle ve hergün bir fazlasile dinlemek. 6 — Bilhassa işçi merkezle- rile meşgul olmak ve bu darlık zamanında — ellerile çalışanlarla her zaman teması muhafaza et- mek. * Mclnilııdıı yazılıyor: Tor- reon şehrinde ele geçen Hrlıh"m.b ifşaa- tı, bütün bir. za- P.!!’ bita — teşkilâtının Müdürü | baştan başa ten- sik ve yenileştirilmesi gibi Ümit ilmedik bir netice vermiştir. tı yapan hırsızın adı Antonyo Lopez'dir. Bu adam, ötedenberi hırsızlıkla geçinirdi. Bir gün, yine bir ev soyarken yakalanmış ve zabıtaya sevkedilmişti. — İfadesi alınırken Antonyo'nun hali polis müdürünün nazarı dikkatini cel- betmiş, kısa bir sorgu ve suab den sonra Antonyo'yu serbest bıraktırmıştır. Meğer Torreon Polis Müdürü, mükemmel bir hır- sız çetesinin başında bulunuyordu. Kendisinde mühim kabiliyet sez- diği Autonyo'yu kendi adamları- na ilhak etmişti. O günden son- ra Antonyo Meksika polisinin himaye ve nezareti altında hırsız- hk yapıyor, her yaptığı iş için de polis müdürüne muayyen bir yüzdelik veriyordu. Bu suretle muhtelif ev ve — dükkânların soyulmasına memur edildi. Bir dexuındı yine bir yeri soyuyor- de. Polis memurları kendisini tamımadılar, Ve tuttular. Polis müdiriyetine gittiği zaman müdürü izinli buldu. Snı muavini vekâlet ediyordu. Vekili de âmirinden aşağı kalır bir adam değildi. rbest bırakmıya mukabil Antonyodan para istedi. Fakat Antonyo meteliksizdi. Veremedi. Fakat istenen parayı ilk yapaca- edineceği 'a ile öde- ge:“:un ıe:gıcıl"l:ınkmunı rica etti. Sözünü dinletti ve fil- vaki dışarı çıkar çıkmaz. çaldığı Hırsız Bir para ile polis müdür muavinine- olan borcunu ödedi. Diğer taraf- tan Antonyonun son zamanlarda nğndığı bazı muvaflfakiyetsiz- likler polis müdürünün canını sıkmıştı. Antonyonun — tembellik yaptığına kanidi. Bir gün yanına çağırtlı. Kendisine kızdığını açık- ça söyledikten sonra sahte para işlerile uğraşmasını istedi. Fakat Antonyo bundan bir şey anlamı- yordu. Anlamadığı içindir ki po- lis müdürünün hakkında yanlış yere edindiği fikri tashih ede- medi. Bir gllâ Antonyo -tevkif et Ünnetllee e OF T YA P KA ŞERCEN GŞT SON POSTA Şehir Mektupları “Trene Bininiz, Bir Defa Da Floryaya Gidiniz!,, Biraz Yaşlı İseniz Bizim Gençlik Boşuna Gitti, Dünyaya Şimdi Gelmeliydik, Dersiniz! Bir Hacının, Bir De Hoca Tren — Sirkeci'den yollandı. Karşımda iki genç, konuşuyor- lar: — Nereye? — Florya panayırına. — Florya'da panayir mı, ne panayırı imiş 0? — Havva panayın. — Ha, şu. fakat oraya, böyle sipsivri gidilmez. — İşte “ mayo ,, m, paketin içinde.. başka ne lâzım? — Canım böyle tek başına gidilir mi? — Panayır bu — yahu.. - tek gider, çift gelirim; çift gidip tek gelmektense. Na, bir tanesi.. dip tarafta, eşini bekleyen bir bildır- cın gibi sinmiş. Kanatları şimdi- den tırnaklamalı. — Şu horozluktan vaz geçme- din gitti. Sen, bu gidişle © tır- nakları söktüreceksin birgün. — Daha iyi ya.. şehit olurum; cennete girmenin başka yolu mu var ki? Hem ben, horoz gibi ka- nat çırparak yaşamalı, kuğu kuşu gibi ( Mani ) söyliyerek ölmeli- yim ki. — Yaşadım! diyebileyim. — Yer yüzünde işin iş amma altında ne yapacaksın bakalım? — Düşündüğün — şeye — bak. Gündüzün (işini geceye bırakır bir adam değilim, Onu yeryüzün- de işini becremeyip te avunmak istiyenler döşünsün. ( Pençereden bakarak ) — görüyor musun? Bu evler, yerin altından üstüne çıka- rılmış bir mezardır işte. Şu pen- edildi ve hapse atıldı. Halbuki o, bu tevkifi kendisine verilmek istenen gözdağına atfetmiye mey- yaldı. Fakat mahpusiyeti uzadık- ça uzadı, nihayet altı ayı buldu. O da kanunun verdiği salâhiyete istinaden mahkemeye bir istida verdi, bazı ifşaat yapacağını söy- ledi. Mahkeme huzuruna çağırıl- dı. Orada büğün bildiklerini an- lattı. Polis müdürünün, muavininin birçok âmir ve memurun - nasıl tehlikeli bir soyguncu çetesi vü- cude getirdiklerini birer, birer söyledi. Mahkeme derhal itham edilen bütün memurlara işten el çektirdikten başka polis kadro- sunu baştan başa değiştirdi. Bu hâdise, dünya dünya olalı, denilebilir ki genişlik itibarile bir memleketin idare — kadrosunda kaydedilmiş eşsiz bir rezalettir. çerelere, insanlara bak.. çürümüş tahtalar arasında sırıtan birer iskelete benziyorlar. Mavi gökün altinda her yer, bir çiçek bah- çesi — gibi — gülümserken, — şu güzel — denizin eteğini bu —süprüntü — yığınlarına san yuvası mı denir? İstanbu- lumuza ilk gelen bir yabanciya, utanmadan “hoş geldin,, bunlara mı dedirteceğiz. Buralarda yaşı- yanları, gül gölgelerinin yeşil çimenlerine — kavuşturmak — için kundakçı olacağım geliyor. Öbür dünya, diyorsun; işte öbür dünya.. Hortlamış, yeryüzü- MT Bö a yan gel. Benim işime gelmez. Ben yaradılışın öğüdünü dinler bir adamım. Bu evler, ölmüş bir köstebeğe mezar bile olmaz. Kazlı - Bakırköy. Gencin biri indi. Florya.. Herkes dağılıyor, ben de gazinonun görümlü bir yerine gidip oturuyorum. Gencin dediği doğru.. Güzeller panayırı kurulmuş, hoş. Biri de pek güzel. K — “Adem,i cenneltten çıkardın! Diye çimdikleyip durduğumuz Havva meger, yer yüzüne çıkar- “ken, bağlarile, kevserleri, hurile- rile gılmanlarile cenneti de be- raber getirmiş ve çeyiz olarak “Adem,,© vermiş de haberimiz yok.. Ne yazık, ne yazık ki şimdi, kızlarının çırpındığı şu ilık sulara onun göz yaşlarını da akıttık. Kuma çıkan şu kızın teninde boncuklanan damlacıklar onlar- dandır. Kızı da Havva gibi ince duygulu.. Tenindeki damlacıkla- *i Üü ği ö sörn dd v nın Hikâyesi rın kipiklerime asılarak öç ala- cağını sazmiş olmalı ki onları, kumsala içiriverdi; sırtüstü dön- | düğü zaman, ben-de gönlümü, gülümseyen dudaklarına uçuru- verdim. Ödeştik mi? — Bilmem; fakat içimde, ödenmiş bir bor- cun serinliği var. Marmaranın kıyılarına bakıyorum. Suyun üstü, engine doğru denizi makaslayan fıkırdak vü- cutlarla dolu... Bir zaman, kör- pe göğüsleri —süsleyen onurlu gerdanlar, —inci avına, hün- kâr havuzunda çıkar'ardı. Kırm- zı düdak şarabı içmek için bir peygamberin vekili veya onun yar- dakçısı olmak lâzımdı. Şimdi her- kesin, bir elinde güzellik, ötekin- de iyilik, ayakları altında çirkin- likle fenalığı çiğneyen (vicdan) adlı bir peygamberi var. Onu göğsünde taşıyanlar, bahara ka- vuşmuş turna sürüsü gibi kayna- şan, kumda eşinen bütün bu gü- zellikleri, bir damla üzüm suyu gibi, incitmeden göynüne akıt- masını biliyor helâl olsun... x* Fırlak bir göbeğin üstüne çök- müş basık göğüsler, yük taşımak- tan usanmış yayvan kalçalar, iki mermer direk gibi iskarpinleri ezivermiş dizleri bükük tenbel bacaklâr, hep gâzinodüa.. kuma düşen mayolar içinde gençlik- lerini arar gibidirler.. — Bizim gençlik, boşuna gitti ya. sen ona bak! — Dünyaya imiş, bilemedik. — Dünya, hep o dünya.. Bizi büyülttüğümüz adamlar aldattı. Bilirsin ya.. Hünkârından tut ta ağasına paşasına kadar hepsinin konakları, şu kumda yatan dilber sürülerile dolu idi. Yiğitsen, ko- nağın önünden geçerken bir göz at,. Sorgusuz gittiğin gündü. — Onlar, cennete peşin girdi, bizimkiyide veresiye bıraktılar, öbür dünyaya. Bizde inanıyorduk bunlara ha.. Ne aptalmışız. yahu. — Sorm.. Hacının, hocanın allah için yalan söyliyeceğini umarmidik. — Derlerdiya.. Hocanın didi- ğini tut ta, yaptığını yapma. — Ya.. Biz de bunun ne de- mek olduğunu düşünmezdik, Ma- hallemizin en güzel kızlarım alır- lar da ses bile çıkarmazdık. On- ların evi'de paşa konağına dönerdi, Sonra, yaptığını yapma.. inandı- ğimiz şu saçmalara bak. — Bu saçmalara bizim gibi Karilerin Suallerine Cevaplar b Turgutludan T. T. C. C. ile mektup gönderen karie : Mülâzım Eyüp Bey suvari bi- nicilik mektebindedir. * Adresi bilâhare yazılı mektup 8. hibine : İmzasız ve adressiz mektuplar nazarıdikkate alınmaz efendim. * İzmir İkiçeşmelikte Hasan Fehmi Efendiye : Askerlik şubesine iadeli teah- hütlü mektupla ve evvelki müra- caatınızdan bahsederek — tekrar müracaat ediniz, muamelenizi ya- parlar efendim. * Mersinde İbrahim Efendiye: Ortamektebe kabulünüz için Maarif Vekâleti orta tedrisat müdürlüğüne istida ile müracaat ediniz. ve bize mektubunuzda yaz- dıklarınızı istidamıza da yazınız, * Eakişehirde Ömerağa mahallesinde İnkılâp sokağında Şükrü Efendiye : - — Başvekâlete gönderdiğiniz is- tidanın tarih ve numarasının bik dirilmesi lâzımdır. efendim. » ea Uni l reğüğ bilir misin? Anlatayım, dinle: Ağaların hocaların bu halle- rini görerek, pek geç aklı başı na gelen bir adamcağız, ölece- ğini anlayınca imamı — muhtari çağırtmış. — İmam efendi! demiş, ben dünyaya gelirken bana, bağlar, bahçeler, köşkler ve köşkün için- de neler neler adandı. Görüyor- sun ya, bunlar doğru çıkmadı. Bir post, askerlikten kalma bir boru, bir de çubuğum.. kalan hiç bir şeyim yok. Siz de bana, her biri bir cennet olan şu saraylara şu konaklara bakma, aldanma sen.. Bunlar yalancı cennet, senin cennetin öbür dünyada.. huriler, gilmanlar orada seni bekliyor, dediniz. Evet, mi hocam? — Evet! — Çok güzel.. Şimdi ben öl- mek üzereyim, oraya gideceğim. Postumu, çubuğumu, — borumu benimle beraber mezarıma koya- rümüzü caksın. , — Haşa böyle şey olmaz! — Olacak hocam, vasiyet bu., Bunların yanımda bulunmasını is- terim. eğer orada da benim pa- yıma düşecek bu ise, postu Cen- netin kapısına sereceğim, yakaca- ğım çubugumu ve şununla da bir “ yuf borusu ,, çalıp çehenneme geççe kaldık biraz. — Ben, bukadarına da sevini- 'orum, takat yoksada istek var.. İcundan kulpundan çimleniyoruz hiç olmazsa. Eski günlerle yeni günleri tar- tan bu iki adam, altmışlık, altmış beşlik vardı, yana yakıla dertle- şiyorlardı. Onlar, boşalan kadeh- lerini doldururken, ben kalkıyo- rum. Sinirlerim henüz, gıdıklan- mak için ispirto arayacak kadar donmamış olacak ki içmek iste- miyorum; denizin, kumsalda hazır- ladığı gönül sofrasına koşuyorum.. Güney Halim

Bu sayıdan diğer sayfalar: