22 Haziran 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

22 Haziran 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yazan : Orhan Selim L Yazan : Orhan Selim | KAN KONUŞMAZi — Son Postanın Edebi Tefrikası; 23 Fakat ecnebilere karşı rezil, kepaze o- Herifler sermaye dökeceğiz topraklarınızı altın - yapaca- bu işe babam gibi, benim gibi memleketin en tanınmış allesine mensup iki insan da tavassut — ediyo! Düört aydır uğraşıyoruz ve hiç bir neti- ce yok... Ah Cemal, ah monşer, ah bil- mezsin... Güvur Cemal dayanamadı, patla - di: — Nefes al yahu, dedi, soluk al.. Bu dünyada maden imtiyazı almaktan daha mühim işler de vardır. Tevfik Şemsi trayen pantalonunun dizlerini yukarı doğru çekerek bir kol- tuğa attı kendini. Ellerini iki yanına vurup, bitkin bir edayla konuşurken, ustanın gözü çizgili pantalonun altın- dan çıkan «fildakos» siyah çoraplara takılı kaldı. — Oh, Cemal, oh! İşte bizi mahve- den bu derviş kafası, Senin gibi entelk- lektüeller dejenere ediyor bu milleti. Maden imtiyazı almaktan, ticaretten, n daha mühim işler varmış! luyoruz. Ne? Birdenbire ustaya döndü: — Beyim, diye haykırdı. Usta, tek gözünü sıska ve aşık ke- miği çıkık bacak parçasımı saran «fil dakosı siyah çoraptan kalkdırıp Tevfi- i ine baktı.. yna bit şey mai — Evet, beni ancak siz anlıyabili siniz. Bu Cemalin kafası «enfekt» fran: sız kültürüyle «formen olduğu için hep mücerredat ile meşbu.. Cemal güldü: Hahi, dedi, seni Nurt üstanın yacağını sanmıyorum. Ma- mafih kı n. Kim bilir belki anlaşır- sınız. Tevfik Şemsi yaylanmiş gibi a; kalktı. Zayıf, Uzun, Dik, kolalı bir ya- kalık. Boyunbağının üstünde inci bir kıravat iğnesi, Usta, bu ğini hakika adamın ne demek istedi tiyor. Bu da Gâvur Cemal gibi, belki ondan az, fa- kat her halde okumuş bir adam. Yal - plar okumuş. Bu da Gâ- bi çok komuşmayı sevi - könuşüyor. anlamak : Koğüprek; İLİ her şeydir. Bunda k istiyen bir adam hali de var. Belki biraz zıpır ama, a - çık göz olduğu belli. Usta, kendinikendini de hayrete dü-! şüren bir edayla: — Buyrun beyefendi, dedi. Konu- şalım. Tevfik Şemsi bu sefer dudaklarında hafiften alaycı bir gülümsemeyle: — Hay, hay, dedi, zaten, ıoyk.mış- tim ya, Cemalden çok sizin beni anlı-| yacağınıza eminim. Yalnız fikirlerimi tekspoze» ederken mümkün mertebe «popülarize» etmeğo çalışacağım. Gâvur Cemal atıldı: — O kadar da «popülârize» etmeğe Kacet yok. Usta anlar seni, Yalnız şu aenfekt» mütelessih Fransız kültürü- nün kelimelerini çok sık ve böyle Pa - ris şivesiyle kullanma, yeter. 'Tevfik Şemsi sol kaşını kaldırarak Cemale baktı: — Haklısın, dedi, bu sakim itiyat - tan vaz geçemiyorum bir türlü. Ustaya döndü. — Fransızca biliyor musunuz? — Çok az. Konuşamıyorum ama, bazı ufak tefek şeyleri okuyup söke - biliyorum. Hoca, sağ olsun, çalıştırı - yor beni.. — Yazık. Ben sizin yerinizde olsam ingilizceye çalışırdım, Usta sordu: — Siz, iyi ingilizce lıîlıyıımmuı de- mek.. Tevfik Semsi bozuldu: — Hayır, dedi, ben maalesef tahsi - J . itiraf edecek az insan vardır. limi Frahsızca yaptım. Galatasaray - dan mezunum. Fakat... Usta bu sefer daha kuru ve kestirme bir edayla sordu. Yinez — İngilizceye çalışıyor musunuz? Tevfik Şemsi büsbütün bozuldu: — Daha değil, fakat ilk fırsatta, mu- bakkak çalışacağım. Ustanın ilk şaşkınlığı geçmişti ar » tik. Her nedense, karşısındakini düş - man gibi görmeğe başlamıştı. Dışar - daki çamlı bahçe, duvarın arkasından görünen harem ve bu selâmlık odası, ustaya bir düşman kalesi gibi geliyor- du zaten, Gâvur Cemal: — Haydi, dedi, birbirtnizi Hsan im- tihanından geçireceğinize konuşm'ığı başlasanıza!.. Gâvur Cemal, kendinin yetiştirmesi olan Nuri ustanın Tevfik Şemsiyi sı - kıştıracağından emin, Usta: — Konuşacak olan ben değilim, ha- cam, dedi. Beyefendi, lütfen,bana fi- kirlerini anlatacaklar. Gâvur Cemal kızdir — Beyefendi lütfen sana fikirlerin? anlatacaklar da sen de Agobun kazı gi- bi dinliyecek misin? Usta güldü: Aklımın ermediği şeyler olursa ım elbet de.. Tevfik Şemsi tekrar oturdu yeri - ne: — Tabit, dedi; hattâ itiraz bile ede- Çünkü görüyorum ki Ce - rsiniz.. | malin niyeti, bizi bir «disküsyonan, bir münakaşaya tutuşturmak. Durdu. Hafifçe öksürdü. Kıravat iğ- nesini düzeltti. Sonra ağır, ciddi, baş- ladı: — Efendim, bendeniz, Prens Saba- hattin eklindenim. selerden sonra, bunu bu kadar açıkça| Prensin | taraftarlarından bir çoğu, İttihadı Te- | rakkinin terörünü müteakipırönegan. oldular. Kimi İttihadı Terekkiye inti-| İsab etti, kimi Hürriyeti İtilâfa.. İdon. «Avan tu» size bir şey sorayım.. İİttihatçı mısınız? ln'afçı mı? Par - Bahsin bir politika möselesiyle beş- laması, zaten ustanın canını İttihatçı mısınız, İtilâfçı mı?» suali işi büsbütün karıştırdı. Yorgancı Selimle İyaptıkları konuşmayı bir şimşek ht la hatırladı. Ona o zaman verdi vablar aklıma geldi. Sonra birdenbire |Ahmedi düşündü. Ferahladı. Verecej cevabı buldu. Ve söze başladı: — Benim sanayi mektebinde bir ar- kadaşımı vardı. Adı Ahmeddi. Eli işe yatkın, şarkı söylemesini sever, ateş gibi bir delikanlı. Benden bir sene son- ra, birincilikle şehadetname alıp mek - tebi bitirdi. Dul anasının beşibiryerde- lerini satıp bir dükkân açtı. Balkan har- binde askere aldılar. Dükkânı kapattı. Balkan harbinden döndüğü vakit dük- kânı yanmış ve sağ kolu omuz ba- şından kopmuştu. Şimdi siz, dük- kânsız ve kolsuz. Ahmede' sorsanız, deseniz ki: — İttihatçı mısm? — İti - lâfçı mı? — Ne cevab verir? — Har - be İtilâfçılar zamanında gitti, harbten İttihatçılar zamanında döndü. Harb sağ kolunu aldı. Yanan dükkânının ye- rine ne İttihatçılar, ne - İtilâfçılar, ona dükkân açarlar. Şimdi bizim Ahmed İttihatçı mı olmalı, İtilâfçı mı? Tevfik Şemsi sinirlendi: — Fakat, monşer, dedi, ben Ahme- din fikrini değil, sizin hangi firkaya müntesib olduğunuzu sordum. Usata tek gözünü Tevfik Şemsinin| inci kıravat iğnesine dikerek verdi: — Biz Ahmedle mahalle, mektep ve ayni iş arkadaşıydı. O da esnaf, za - natkâr, ben de... Y.. sıkmıştı, cevabi (Arkası var) Bugün, son hâdi-|" İsona ermiştir. 20,000 ki: ON POSTA Kadınkoketi, İngilterede yeni Tuvaletler <| | İtan sonra, siyasi ve içtimal cephesini de Yaz münasebetile Londrada Hayd Park'da güzel ve yeni tuvaletler görül- meğe başladı. Yukardaki resim Londra kadınlarının bu sene bilhassa fazla rağ- |bet gösterdikleri bir elbııe modelidir. Pariste büyük mağazaların grevide - bitti Paris, 21 (A.A.) — Dahiliye nazırı M. Salengro'nun vermiş olduğu hakem kararı üzerine büyük mağazalar grevi iden ibaret o- lan m: ini pazartesi günü tekrar işe başliyacaklardır. Bir Doktorun Günlük Pazartesi Notlarından €) Mide ekşiliğinden ileri Gelen şiddetli ağrılar Sinirli bir hasta anlatıyordu; — Yediğimi hazmedemiyorum, çıkatı yorum, her sabah bulantı, her zaman geyirme, midede hiç rahatım yok. Bu nasil hastalıktır anlıyamadım. Ne zaman kurtulacağım, onu söyleyin, diye derdini döküyor. — Haklı söylüyorsun, dedim. d iyi çiğnemiyorsun. 2 — Vakitli vakitsiz. tok karnına su, kahve, çay, tütün ne bulursan içip ve ne zaman istersen karnını dolduruyor. sancı, sun. 3 — Çalışma saatlerin, 4 — Uyku saatlerin de muntazam de- ğil. 5 — Bütün bunlar çarpıntı yapıyor, sinirlerini bozuyor. Saydıklarımı dinlerken tasdik ediyor ve çaresini soruyor. Dinle dedim. | — İlüç artık kullanmıyacaksın. 2 — Yemeklerin haşlanmış sebzeler, ve beyaz etler, az tatlı kompostolar ve ezmelerden olacak. 3 — Dişlerini yaptıracaksın. 4—İyi çiğniyeceksin ve gayet yavaş yiyeceksin. $ — Bir iki ay maden suyu ve iyi su, hem de yemeklerden evvel daha fazla içeceksin. 6 — Biraz gezmeler yapacakım, ılık su banyolarına devam edeceksin diye tavsiye ettim. Bu tavsiyelerimi barfi harfine yaptı ve midesi de iyileşti. (*) Bu notları kesip saklayımız, ya- hut bir albüme yapıştırıp kolleksiyon yapınız. Sıkmtı samanmızda bu notlar bir doktor gibi imdadınıza yetişebilir. Haziran ARTIK YAZABİLİRİM! Baba Tahir ve Şürekâsı Yazan: Ermel Talu ( Ercümend Ekrem ) Di gi ll Bu adamlar, başta Nikolaidir — olmak üzere, çok namuslu ve şerefli bir adam göhreti bırakmış olan meşhur Manas efen- dinin, garip tiynetli biricik oğlu Edvar Ma- nas ve bir de o zamanın namlı fotoğrafcı- larından biri idi. Böyle bir «erkânı harbiye» ile matbuat sahasına atılan Baba Tahir, şantaj yapmak | tehdidiyle, en önce, İstanbuldaki imtiyaz- hi ecnebi şirketlerini yere vurdu. Hepsi de, bayıla bayıla, onun istediği parayı verdiler. Çünkü hepsinin de mey- dana çıkmasından korktukları birer ayıp- ları vardı. Onun için, «Servet» gazetesinde arada #rada göze çarpan imalı neşriyatın teker- rürünü menetmek ümidile Baba Tahir kum- panyasının kendilerine kesmiş olduğu ha- tacı seve seve veriyorlardı. Tahir, mali cepheyi bu yolda kurduk - | 'düzeltmek kaygusuna düştü. ©O sralarda, Ahmet İhsanın — «Serveti Fünun» unda, Recaizade Ekremin etrafın- da toplanmış, memleketin © vakitki en yüksek edebi simaları, efkârı umumiye ü- zerinde mücesir olacak neşriyat yapmak- ta idiler. Bu adamların ekserisi Abdülha- midin nazarında mimli idiler. Başta Recai- zade, olmak üzere Uşakizade Halit Ziya da, Hüseyin Cahit te, Tevfik Fikret te, Cenap ta, Süleyman Nesip te, İbrahim Cehti imzayi müstaarını kullanan Süley - man Nazif te, o vaktin rejimine pek te sa- dik tanımmamışlardı. Lâkin sırf edebiyat hududunu aşmadıkça bunların yazı yaz- Penalarını saray tolerer ediyordu. «Serveti Fünun> cular beyni hümayunu cenabı müli lerinden» iki zat ta vardı. Bunlardan biri &A, Nadir», larile yazan K met Regit Beylerdi. Kendi adlarını doğru- dan doğruya kullanmamalarının — sebebi, saraya mensup olmalarından ileri geliyor- du. Baba Tahir bu vaziyetten istifade etmek Kendi emrindeki bazı muharrirleri | istedi. tahrik ederek «Serveti Fünun» culara çat- u. Önce, müellifinden izin almaksızın, ba- bamın aŞemsar ismindeki eserini — kendi mecmuasında neşretti. Recaizade — kızdı. | Baba Tahiri dava etti.. Tutturamadı. Ser- veti Fünun sahifelerinde tariz etti. Baba Tahirin de beklediği bu idi: Mukabelede bulundu. Böylece bir münakaşa yolu a - çıldı. Bu, nazarı dikkati celbetti. Aralık- ta Baba Tahir, A. Nadir ve H. Nâüzim leri de padişaha jurnal etmişti. Onlar, ti Fünuna yazı yazmaktan menedil- Arkasından — bir iradei seniye de, Serveti Fünuncuların dağılmalarına sebep oldu. Memlekette edebi yazılar, edebi münakaşalar külliyen yasak edildi. On - dan sonra gazete diler, ve imecmualar — yalnız «ülüm ve fünuna mütcallik mebahisi mü- himme» neşrine mezun oldular. Bu hâdiseler, Baba Tahire sarayın ve hassatan Abdülhamidin teveccühünü ka - Jznadırmıştı. Bu teveccühü o, elinden gel - diği kadar istismar etti. Ve, uşakların ah- lâkını bozduğu için veaktile bizim yalıdan kovulan o baldırı çıplak serseri, günün bi- rinde: Rütbei bâlâ ricalinden atufetlâ Ta- hir Beyelendi hazretleril. oldu. Artık, para, pul, rülbe, nişan, itibar, hep onundu. Gündüzleri, Babiâli cadde - sinden, Malümat matbaasına gitmek üzere geçiyorken, arkasında dalkavukları, kar - gısında Çütfünü, iltifatını diliyen bir sürü müdabhinle, Baba Tabir, vaktin sadrâzamı. vi gölgede bırakan büyük bir şahsiyetti. Fakat, ikbalin bu kadatı da ona kâfi gelmiyordu. Vondranın kız kardeşi artık onun rves- men metresi olmuştu. Birlikte oturuyor - lardı. Bu kadın çok müsrifti. Esvaba, mü- cevhere doymak bilmiyordu. Baba Tahi- tin haraca kestiği şirketler, birer birer, da- ha nüfuzlu kapılar bulap, oralara iltica et- mişlerdi. Şantaj eskisi gibi, «Melümat ve Servet» şakavet kumpanyasına para ge - tirmiyordu. Başka bir varidat menbar bulımak lâ - |zım gelmişti. Baba Tahirin «erkânıharps ları faali - yete geçtiler.. İstanbula o tarihte, imtiyaz pesinde, da- lavere peşinde, gayri meşru kazançlar ar- kasında köşmağa gelen bir çok — yabancı serseriler vardı. Ekserisi kendi yurdlarının sosyete ha - ricine alılmış, ne idüğü belirsiz. kimseler olan bu herifler, Osmanlı memalikinde iti- Bbar kazanıp, kendi memleketlerindeki- fe- na şöbretlerini sildirmek sevdasında idi - ler. Hepsi de, göğüslerine birer nişan, bi - (rer madalya takmak, kartvizitlerinin ü - zerine: Filânca nişanın falanca rtütbesini hâmil.. ibaresini koyabilmek istiyorlardı. Bunlardan, Baba Tahire ve yahut ki yardaklarına müracaat edip, tavassutları- n diliyenler olmuştu. Bazıları: — İcap ederse, para da veririz.. demiş lerdi. Varidat menbaları kurumağa yüz tu - tan «Baba Tahir ve şürekâsım firması, işte © maceraperest ecnebilerin nişan ve ma- dalya düşkünlüğünü istismar etmiye ka - rar verdiler. Sarayı hümayun kuyumcubaşısı Haro- naçi, ayni zamanda devletin nişan mü » teahhidi idi. Divanı hümayuna İâzım olan nişan ve modalyaları o yapar ve devlete satardı. Haronaçinin oğlu Jak Bey, Ba- ba Tahirin dostu idi. Bunun vasıtasile, ir- tedikleri kadar nişan satın almanın müm - kün olduğu anlaşıldıktan sonra, icap eden sair bütün tertibat ta alındı. Malümat matbaasında beratlar bastı » rıldı; bir de tarife tesbit edildi. Bu tarife- ye göre murassa nişal 1000, 1500, bi- rinci rütbelere 500, 700, ondan sonrakile- re de derece, derece, yüz ve elli liraya ka- Hat konuldu. Nişan meraklılarını, kumpanyanın ko- misyoncuları birer suretle matbaaya cel » bediyorlar, orada Baba Tahir kendilerine, diledikleri nişanı aldırmak için mabeyinde her hangi bir kodamanın nezdinde tavas- sut edeceğini vadediyor, paralar - tarife mucibince - sayılıyor ve bir kaç gün içe « » | risinde de o nişan © zata veriliyordu. Bu taltiflerin listesini, fransızca Servet gazetesi ,ustalıklı bir surette, diğer resm? tevcihatın arasına sıkıştırarak ilân etmek cüretini de göstermekte idi. Böylece, iki sene kadar devam eden bu kârlı ücaret, nihayet günün birinde, bir müflis bezirgânın yüzünden patlak verdi. Fransa sefaretinin iltizam eylediği ba » tırlı bir ecnebiye o sıralarda, mabeyin, ü- çüncü rütbeden bir Osmani nişanı ver - mişti. Sefaret, bu nişanı reddetti; mucibe olarak ta: — Fransndan, dolandırıcılığı ve sah - tekârlığı yüzünden matrut ... ye bu ni - şanın en, memle - ketinde hürmet kazanmış, her hususta de- ğerli olan, sefaretin bizzat iltimas eylemek- te bulunduğu bir kimseye ancak ayni ni » cü rütbesinin lâyık görülmüş ol- masım bir hakaret saydığını.. söyledi. ve esbabı İ rütbesi verilmiş Hariciye nezareti tetkikata girişti. Sefa- retin iddiasını asılsız gördü. Ne divani hü- t©mayunda, ne de hariciye sicil dairesinde, böyle bir adama nişan verilmiş olduğuna dair kayıt yoktu. Bu neticeyi sefarete bildirdiler. Sefa « ret te buna karşilik, fransızca Servet ga « inin bir hafta evvelki bir nüshasını terdi. Oradar Fransa — maliyunundan lösyö Hlâncaya, hayırhahı saltanalı se « niyeden olmasına mebni, ikinci rütbeden bir kıt'a nişanı âlü Osmani inayet ve ihsan buyurulduğu.. yazılı idi. Hariciye, keyfiyati matbuat, dahiliye müdürlüğü vamıtasile tahkik ettirmek üze- re iken, nişanla taltif edildiği mevzuubahe olan serseriyi de Fransa sefareti bizzat sor- guya çekiyordu. Herif, olanı, etti. — Ben, dedi, Son Ekselâna Tahir Beye rica ettim.. O da, saraydaki dastlarına söyledi; nişanımı aldım. Hattâ, Kançerlâr ya harcı diye de, tam 350 altın lira say dım. — Bu dediklerin doğru mu? — Tek kelime yalanım yoktur!. — Peki, öyle ise., zet biteni pervasızca hikâye Herifin yanına sefaretin baştercüma nni katıp hariciyeye gönderdiler, Oradı müsteşar, bu ayni ifadeyi dinledi. — Beratınız da yanınızda mı? Sualine, herif: — Evet; buyurun! Diyerek, elini cebine soktu ve oradan, katlanmış bir berat çıkardı. Müsteşar bu- nu aldı ve kâtiplerden birine verip, tetkik olunmak üzere divan kalemine yolladı. Kâtip gitti, geldi.. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: