20 Kasım 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

20 Kasım 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA__'___ İttihad ve Terakkide on sene —— İkinci kısım No. 1 İHAN HARBİNE NASIL GİRDİK ? Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Çara Sultanın selâmını götürmek üzere yola çıkan heyet Talât Bey bütün seyahat esnasında dalgındı. İkide bir bana Yalta'da çok dikkatlı olmamı, söylemekten — , , İkinci kuzm Gihan harbine nasıl girdik ? —i Çara sultanın selâmını t götüren heyet Cihanin şimdiye kadar tanıdığı en büyük haile olan cihan harbini ne za- Man hatırlasam derhal hâfızamın için- geriye doğru bir gidiş hareketi a - Yaklanır ve kendimi 1914 senesi ni - Sanının ilk günlerinde «Ertuğrul» va- Purile Yaltaya doğru giderken görü - Tüm, 1877 harbindenberi âdet olmuştu: zaman Rusya Çarı Yaltadaki şa - toda istirahat için Kırıma gelse İstan- tuldan bir heyet te oraya kadar gide - Tek «bütün Rusyaların Çarına» Ös - Manlı sultanının selâmini — arzederdi. u defa da öyle oluyordu: İzzet Pa - *A ile Talât Bey, yanlarında biri kara, iğeri deniz erkânıharbiyesine men -| Sup yüksek rütbeli iki zabitle birlikte 'a Sultanın selâmını götürüyorlar -| &. Bu defaki seyahat, hususi bir e » hq"miyeü haiz olduğundan o zama- ha kadar hiç görülmemiş bir hâdise o- k_'“-k heyet beraberine bir de gazcete- | *İ almıştı. Bu gazeteci, Taninin baş - rriri olan bendim, Diplomatlar Tasında görüşülecek şeylerden gaze- | tecilerin kalemlerine düşecek hissenin İ basi€ ve bazan da boş bir kelime gü - Tültüsünden ibaret olduğu malümdur. Gazeteci olarak ne zaman böyle bir 'fzife almışsam, kendimi sinemaya ve | tiyatroya gidiyor farzetmişimdir: Dai - Ma bir çok şeyler gördüm ve daima da bir şey yazmadım. Bunun için, devlet adamlarının bu gibi ahvalde ga- Zetecileri beraberlerinde niçin taşıdık- Tına bir türlü akıl erdirememekle be- Taber, ben bu seyahatten gene mem- hundum, Yazmaktan ziyade gezmeğe Ve görmeğe gittiğimi biliyordum. Fa- * yola çıkar çıkmaz anladım ki Ta- Bey beni büsbütün başka bir mak- tatla götürüyordu: Yaltada toplu olan Usya hariciyesinin içine karışıp ga » Zeteci sıfatile temayül sezmek, intıba tlmak, yahut ahava» yı koklayıp, ga- Zeteci burnu ile karşımızdaki insanların ir ve maksatları hakkında koku toplamak. Ertuğrul daha Boğazdan çı- ken Talât Paşa beni bir tarafa çe- tek talimat veriyordu: Rusların a- Tasına karışıp onlarla kabil olduğu ka- konuşmak, onların fikir ve mak - Satlarına nüfuz etmeğe çalışmak be - Him yazifem idi. Seyahatin ehemmiyeti Talât Bey, yani Babiâli ve İttihat ve trakki, bu seyahate hakikaten bü- Yük bir ehemmiyet veriyorlardı. Se - bi malümdur: O tarihte Rusya bizi ©' taraftan sıkıştırmıştı. Balkan har- len Rus Panslâvistlerinin istedik - İ derecede ezilerek çıkmamış, kaç Senedir dört taraftan uğradığı bit - Mek tükenmek bilmiyen tokat ve tek- Meye rağmen, bir türlü yılmıyan bir Ürk enerjisile yeniden kendisini top- 3yıp gelmesi gecikmiyeceğini bildiği sr darbeye karşı koymak için kuvvet |Toplamıya çalışan Türk, kuyruğu kop- Muş, kulağı düşmüş, bacağı kırılmış, Postu şerhe şerhe olmuş bir kurt! Bibi, dişini tırnağına takmış, fakat Mücadeleyi bırakmamıştı. Almanya ve Vusturya - Macaristanın diplomatik ııl Çar Nikola ve oğlu mış, Almanyadan Liman fon Zan - dersin riyaseti altında getirdiği bir as- kert heyetle yeni bir ordu yapmıya başlamıştı, Öğe taraftan Pancermanistler de Panslâvistlerin hazırladıkları Balkan harbinin Balkanlarda yarattığı vazi - yetten memnun olmıyarak ve Bulgar-| larla Sırplar arasındaki rekabetten isti- fade ederek Bulgaristanı Panslâvizm- den ayırmışlar, Radoslavofun riyaset ettiği İstanbulist hükümetini Türkiye ile dostluğa sevketmişlerdi. İşte Panslâvistler bu vaziyet kar şısında bir aralık köpürmüşlerdi. Tür- kiyeye nefes alma imkânı bırakma - mak için bir taraftan Ermenileri ele almışlar, öte taraftan Alman askeri mütehassıs heyetinin İstanbulda birle- şip fi'len kumanda mevkiine geçmele- rine karşı şiddetle itiraza başlamışlar- dı, Rusyanın istedikleri Panslâvizm iki şey istiyordu: Er - menilere geniş bir muhtariyet veril - mesini, fon Zandersin (1) riyaset ettiği heyetin geri gönderilmesini. Uzun bir tarihte hep efendi olarak yaşamış bir milletin içinden çıkmış, bir hürriyet, istiklâl ve terakki hareketi, yani İtti - hat ve Terakki vatanperverliği de bun- ların hiç birini kabul edemiyordu. Er- meni muhtariyeti demek, memleketin bu defa da Anadoludan parçalanmıya ve Rusyanın kat'i nüfuzu altına gir - miye başlaması demekti. Askeri he - yetin geri gönderilmesi de Babıâlinin ziyade dinlememi tavsiye ediyordu bulda, o zamana kadar devlete ve İt - tihat ve Terakki hareketine karşı mü- lâyim bir vaziyet muhafaza etmiş olan İErmeni gazeteleri, Ermeni patrikha - nesi arkalarında hissettikleri kuvvetli himayeye güvenerek mütemadiyen bi- ze karşı neşriyat yapıyorlar, — Ermeni meb'usları muhtariyet istediklerini a - çıktan açığa söylüyorlardı. Daha bir iki sene evvele gelinciye kadar hal bir milli sosyal demokrasi hareketi oldu- ğu için Rusyada şiddetli bir takibe uğrıyarak Taşnaklar, önceleri — İttihat ve Terakkiye karşı gayet dostane bir siyaset takip etmiş oldukları halde şimdi onlar da aleyhimizde harekete geçmişlerdi. İstanbul meb'usu Zöhrap gibi daha ziyade renksiz ve oportunist bir avukat bile İttihat ve Terakkiye, Babiâliye, devlete karşı vaziyet almış- tı. Bizim gibi akalliyetlerin tabit hak- larını tanımıya taraftar olan sol İtti - hatçılarla bunların araları evvelce pek iyiydi. «Niçin böyle yapıyorsunuz?» diye kendilerine serzeniş ettiğimiz za- man «herkesin birer birer hakkını al - dığı bir sırada artık Ermenilerin de si- raları gelmiş» olduğunu söylüyorlar- dı. İttihat ve Terakki bunlarla çok de- fa konuşup anlaşmak istedi, fakat Er- meni politikacıları, bütün bu teşeb - bele büalere karşı bir tek cevapla mukal ettiler: *—'Bizim alze karşı hiç bir iümsadı- mız yoktur. Devletlerin ve bilhassa Rusyanın garantisini istemeğe mec - buruz! Dediler. O tarihe kadar İttihat ve rünmüş ve onun uğradığı mütemadi taarruzlara karşı kendisini meclis kür- süsünde kuvvetle müdafaa etmiş Var- takes ve Pastırmacıyan gibi Çarlık ta- rafından takibe uğramış idealist ko - miteciler bile ayni cevabı veriyorlar - di. Bütün bu ahval karşısında Babiâli bir aralık, Abdülhamit an'anelerini ta- "|kip ederek, haricin istediğini bizzat ken- disi yapmak, şark vilâyetlerine hu « İsustf bir idare verip bu idarenin ba - İşımna bir umumi müfettiş koymak is - İtedi. Hattâ bu umumi? müfettişliğe Bay Cahidin getirilmesi bile kararlaşır gi - |bi oldu, © da kâtibi umum? olarak be- ni beraber almayı tasarladı. Fakat, bu da kimseyi' tatmin etmiyordu. Rusya istiyor, Fransa onun arkasından gidi- yor, İngiltere «olmaz!» diyemiyordu. İttihat ve Terakki ise dönüp Ermeni- ler, dönüp Fransızlar — ve İngilizlerle konuşuyor, bu işin içinden çıkacak bir yol arıyordu. Nagihâni bir değişme Çıkacak yol bulunmadığı bir sıra - da Babıâli görüyordu ki bu Panslâvizm taarruzuna karşı kendisini en ziyade müdafaa edecek kuvvet Almanya et- rafında toplanmış olan blok kuvve - tidir, Ortada kalmak meselesinde ol - duğu gibi Almanya ile Avusturya - Macaristan, bu işde de Bahiâliyi teşci artık memlekete ait her hangi bir işte her nevi karar ve teşebbüs hürriyetini kaybetmesi demekti. « Eğer iş sade Alman askeri heyeti - nin geri gönderilmesinden ibaret kal- mış olsaydı belki Bal ona bir çare bulabilirdi. Fakat, Rusların asıl iste - dikleri şey Ermenistana muhtariyet verilmesi idi ki Babığli bunu kabul e- demezdi. Fakat Rusya istiyor ve Er - Yîrdımı ile Edirneden geri dönmeyip idye - Enos hattını parçalamıya mu- Yaffak olmak onun cesaretini arttir - menileri harekete getiriyordu. İstan - (1) Von Sanders. | ettiler ve bir taraftan ona, diğer taraf- tan da ötekilere anlattılar ki Türkiyeyi bu tarzda parçalamayı hedef yapmış olan Panslâvizm taarruzunu beynel - milel bir tasvip ile teyide taraftar de- ğildirler. Burada izaha hacet yoktur ki altı büyük devletin, yani karşı karşıya duran iki büyük devlet blokunun Türkiye meselelerindeki bu vaziyet - leri ne Türkiyenin, ne de İttihat ve Terakkinin kara gözleri için değildi; ( Ööpen solgun bir delikanlıyı Terakkinin halis bir dostu otarak gö -| 'f Kucağında Üüç dört kitapla çarşıda dolaşıp duruyor, önüne gelene onları gösteriyordu. Çarşı o gün pek kalabalıktı. Şurada yedi yaşında oğlan ve kız - lardan elli yaşındaki zencilere kadar her çeşit köle satan Basralı bir esirci vardı ve sanki anırıyordu: — Bir avuç pirinçle bir gün yaşar, bir vuruşta bir boğayı devirir, bir saat- te on saatlik iş görür. Koyun gibi itaat- H, aslan gibi cesur bir köle... Başka za- man bulamazsınız... Haydi, beş dinar... Veriyorum... Yok mu alan?.. Başlarında tablalar, ellerinde sepet- ler, sırtlarında küfelerle her çeşit eş - ya satan ve bunların aralarında dola şan kalabalığın arasından büyük bir u- Rultu yükseliyordu. İki veya üç katlı, küçük pencereli ve balkonlu kâgir ev- ler o şekilde yapılmıştı ki yükseldik - çe soki çok daraltıyorlardı. Kucağında üç dört kitapla çarşıda dolaşan adam belki bininci defa ola -h rak bağırıyordu: — Yok mu alan? Her zaman bulun- maz. Ucuz vereceğim, çok ucuz... Kenarda bir hoca gördü. Onun elini şöyle di - yardu: “— Git... İyi yapıyorsun... Kuhire de- diğin ne kadarlık katılır iki ayda var n. Bu çarşı, bu halk, bu hoca ile çömezin bulundu (Abbas rı) nın halifelik (Bağdad Tarih te sekiz yüzü ço tan geçm Hoca, sö: — Kaç tane dis var. Beşikten mezara kada pçı ve bu TI ü $öyle bitirdi: Bir boşanma davası ——————————M——M—MLTMLEEML——0 Yazan: Kadircan Kaflı Onu rahat bırakmıyorlardı. Kızdı ve dükkânın tahta larını çekti. Yeniden kitaplara Artık rahat edecekti. radan ne kadar zaman geçtiğini bif miyordu. İnce ve sevimli bir kadın s& sile kendine geldi.. Kadm sesi., Hem de bu kadın onun adını anı yordu: — Ah, Câhize ne çabuk dükkânmi kapamış!'.. Halbuki onu görmeyi o kai dar istiyordum ki... Cüâhize kulaklarına inanamıyordu: O, kısa boylu, zayıf, uzun burunlu, minl mini gözlü, kabak kafalı, yüzüne ba #« kılamıyacak kadar çirkin ve biçimsiğ bir adamdı. Câhize doğruldu ve bir anda bütün geçmiş günleri düşündü: Kendini bildiğindenberi amu gören kadınlar, yüzlerini buruştururlar, göze lerini başka tarafa çevirerek: — Ne çirkin adam... Ma daha çirkin... Derlerd Halbuki güzel bir kadının sevimli ve tatlı bakışları, sokuluşları, okşayışları, insanın göğsüne yaslanışları ne tatlı kapalı daldı mundan ki? Bir kervana | * bir kadın onu sevebil ? se bile hiç olmazsa iğrenme neler yapmazdı. bu dilekler, bx lerdi. Çünkü hakikat oimuyı İşte Câhize 6 zaman ker n ilme vermiş, ni büs « Yarınki nushamızda : ve kitap sında fel Yazan: Muazzez Tahsin Hoca dik dik baktı ve elinin tersile| ek homurdandı: oradan... Kalaysız tasla su y âfa bak! Bir de hadis- bahsediyor. Ben bilgiyi senin aya- na getirdim de almıyorsun. Para: a esir pazarındaki Rum cariyı için hiç düşünmezsin, değil m: Hoca kızmıştı. Fakat kendisi ne ka- dar çalımsızsa kitapçı o kadar iri yarı bir adamdı. Kitaplara şöyle göz gezdirdi. Bun - lar lâtince ve yunancaydı. Sekiz on a- dım ilerideki küçük bir aktar dükkâ- nını gösterdi: — Orada bir zındık var. Adı Câhize- dir. Bunlardan o anlar. * Cühize kitaplara göz gezdirince ken- disini altın madeni karşısında bulan bir züğürtten farksızdı. Hemen satıcının istediği parayı ver- di ve okumağa başladı. Fakat ikide bir müşteriler geliyor - du. rasındaki rekabet, öte taraftan Pans - lâvist ve Pancermanist mücadelesin - den ibaretti. İş böyle olmakla beraber merkezi Avrupa blokunun bu siyaseti Babıâliye nefes aldırmıştı. a İ |bulunan şeyleri de üşak ve Aldırırlardı. Bağdadda genç kı dınlara kızan arkadaşla — Allahtan dilerim, Câhizenin koys nunda göresin kendini!., Derlerdi. İşte bu dan sonra Câhizeyi ee rıyan, onu görmek istiyen, hem de çok istiyen bir kadın bi muştu. Ah, onun sesi ne güzeldi! Kendisi de hiç şüphesiz Jfarksızdı. Câhize elindeki kitabı fırlattı. Dükm kânın kapaklarını açtı ve ezilip büzüs lerek, ellerini uğuşturarak o güzel se- sin sahibine sordu: — Bir emriniz mi var? Bu, genç bir kadındı. Feracesinin içinde dinç vücudunun çok güzel ol « duğunda şüphe yoktu. Lâkin ünü sesinden -| açmıyordu. Sadece bir gözüni tuyor, hiç kırpmadan manyatize ete mek istercesine Câhizeye bakıyordu. — Bir emriniz mi var? Dediği zaman bir adım geri çekil « miş, cevap vermemiş ve bakmakta dee yam etmişti. Câhize şaşırmıştı. Ne Yoksa bu bir deli miydi? (Lütfen sayfayı çeviriniz) oluyorduğ rak Yaltaya doğru gidiyorduk. O sırada Ertuğrulu takip eden Rus sefareti istasyoneri de Rus sefirini Yaltaya götürüyor, fakat sefaret baş- tercümanı Tohnlka Ertuğrulda, bizim Günün birinde gördük ki Rusya -;heyete mihmandarlık ediyordu. dan gelen taarruz birdenbire hafifle - di, Rus sefiri de Girs Babıâliye karşı dostluktan bahsetmeğe başladı. Baş - tercüman Mandestam giderek yerine Suriyeden Tohnlka isminde iyice türk- çe bilen bir başkonsolos geldi ve biraz sonra da Çar Yalta seyahatine çıktı . Bütün kış mücadele ile geçtikten sonra baharda her şey yatışır gibi oldu: So- sonof ta Yaltaya gelecekti ve Babıâli ile konuşulacaktı. Bu nagihâni değişme Babıâliye biraz nefes aldırmıştı ve işte biz de bu ne - fes alma devresinde, yani Osmanlı im- paratorluğunun varlığı mevzuu üze - rinde oynanan büyük oyunun bir per« de arasında, Ertuğrul yatile, sakin ve mescle, bir taraftan iki büyük blok a-İmehtaplı bir deniz üzerinden kaya - yordu. Şimdiki gibi gözümün önündedirr Talât Bey bütün seyahat esnasında düşünceli ve hattâ dalgındı. İkide bir bana Yaltada çok dikkatli - olmamıj mümkün mertebe fazla insanla ko - nuşmamı, söylemekten ziyade dinle « memi tavsiye ediyordu. Aylardanbe « * ri, bu müthiş Panslâvizm hücumu kar« şısında mücadele ederek ve ekser ge- celerini uykusuz geçirmiş ve nihayet bunalmış olan bu adamcağız, şimdi biraz geniş nefes alırken gene hâlâ düşünceli ve hattâ bazan da dalgın ol- makta haklı idi: Bu ani değişmenin manası ne idi? İşte, o bu manayi arıyor ve bunu bulmak için de benden yardım bekli « Carkası yar) £

Bu sayıdan diğer sayfalar: