3 Ağustos 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

3 Ağustos 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

M ““BON POSTA Z A TI Nimet Abla spor bayramında Geçen pazar öğleye doğru çat çat ka- Pi çalındı. Pencereden baktım. Hemen :lıhen bütün mahallek kapımın önünde er; | — Hu, ne var? dedim, sabah kahvesine Beldinizse başımla beraber amma bu ka- İ zaman, sabah kahvesine gelin - * Üiğini de görmedim. Şimdiye kadar ak - hhız nerede idi? — Biz sabah kahvesine gelmedik Ni - Tet abla! — Öğle yemeğine geldinizse. Karpuz *kmeğe razı olun, evvelden haber ver - imiz ki, size elceğizimle güzel bir '"lml dolduraydım, bir helva yapaydım. — Yok yok Nimet abla, sana gelmedik, b Beni de alıp Galatasaraylıların hayramı- | a götüreceğiz. E — Ayol benim bayramda seyranda ne ğ Var, * Ne işin var olur mu? Eğlen:rsir. | ,, Kandırdılar beni,, Bindik - tramvaya, Taksimde tramvaydan indik. — Aa burası bayram yeri mi ayol. Bay- Tam yeri Cincimeydanındadır. Burası Taksim kışlası, — Şimdi burası! Dediler. Kışlanın kapısındaki bir de- Ükten bir bilet aldılar. Yürüdüm: Akılları sıra beni kandıracaklardı. » Bayram yeri diye beni tünele sokuyor - — İardi. O takır tukür dönen tünel zımbır- | fi yok mu?.. Onlardan birinin önünde * elimizden aldılar. — Çocuklar, dedim, tünele getirdiniz, bir de bayram yeri diyorsunuz. — Yok Nimet abla, burada da turnike Vardır. Her turnikesi olan yer tünel ol- — Tüzya, — ,, Ben ne bileydim. Şimdiye kadar o 2- i ;!îp dönme dolabı tünelden başka bir Tde görememiştim. Lâfı uzatmıyayım *endim. Ondan sonracağızıma içeri gir- :i:' Merdiven merdiven yerler yapınış- Bi Herkes bu merdivenlere - oturmuş. h:lr de baktım, karşıdaki kapı açıldı. #zmanı gibi bir adam göründü: — Bu da kim? 'a Çoban! ; '.:Ayol,bunnığılmı.cohnınulşi 9 uın!'leme kalmadı. Çobanın peşisıra bir — V güzel kız görünmez mi? a _:”t'mex bu çoban bunların çobanıydı '.ll'— Her ne ise, kızların peşisıra da bir '!: erkek geldiler, Yüzlerini bize dö - Elkk durdular.. Aralarından sivri bıyıktlı delikanlı çıktı. — Keşaf Saim! $ iler, — Haydi, dedim, beni aldatmayın, ben M mde keşşaf görmedim mi? Benim Gim keşçafın kısa lâcivert pantalo - Te "'"un Boynuna renkli bezler bağlar. V&sı vardır. Bunun neresi — keşşaf; K 'ağı bir adami a Yazan: İsmet Hulüsi L İ Aİİİ A Onlar keşaf Saim, diye 1sra ettiler. delikanlı vardı! Gözünde gözlük, o topu Artık ben de ses çıkarmadım. — Varsın sizin dediniz gibi olsun. O Saim dedikleri güzel güzel bir şey- ler söyledi. Sözünü bitirdi. Derken o kızlar bir sıraya dizildiler. Bir adam eline bir tabanca aldı: — Eyvah ümmeti muhammef yetişin dostlar. Bu adam kızlardan birinin ha - yatına kıyacak! Dememe vakit kalmadan adam taban- cayı patlatıverdi. Meğer kızları korkut - mak için atıyormuş. Tabanca patlar pat- lamaz kızlar koşmıya başladılar. İçlerin- den bir tanesi pek korkmuş olacak kı hepsinin önüne geçti. Koştu, koştu, dür - muyordu. Nihayet biri akıl etti. Durdu- rabilmek için bir ip gerdiler de ancak öyle durdu. B Bu da bitti. Bir ip aldılar, beş on kişi bir tarafa, bir o kadar da öbür tarafa geçtiler, Amma da kuvvetsiz şeylermiş. Çektiler, çektiler, bir türlü ipi kopara - madılar. Nihayet seytretler, onlarla alay etmek için 'alkışlamıya başladılar. Kenditerile alay edildiğini anlayınca ipi koparmak istiyenler de ipi bırakmıya mecbur kal- dılar. Bir aralık etraf suspus oldu. Sonra ha- ber verdiler! — Tekaütlerle, gazeteciler top oynı - yacaklarmış. Gene bizim rahmetliyi hatırladım. Te- kaüttü. Amma top oynamazdı. Bugün sağ olsaydı, belki o da azar, yanıbaşım - dan sıçrar: — Bana bakın, ben de evkafı hümayun tekaütlerindenim.. Ben de sizinle top oy- nıyacağım, derdi. ç Ben bunu düşünürken ayaklarında kı- sacık pantalonlar, üstlerinde sarı kırmı- zı fanilâlar tekaütler ortaya çıktılar. Fırsat bu fırsattı: İçlerinden birine bağı- vIp: — Bana bak, diyecektim, üç aylıkla- rın verilmesine başlandı mı? Fakat bağıramadım ki. Benim gihi merdivenlerde oturanların başına sıcak mı vurmuştu ne, bir ağızdan. — Ra rara Rerere Galatasaray Galatasaray Zi bom bom Diye bağırmıya başladılar. O bağrış - ma arasında benim sesim kayboluverdi. Onların arkasından da başkaları geli - verdiler. Bunlar da gazetecilerdi. Evvelâ kanuştular, sonra bağırdılar, sonra te - pindiler. Akıllı uslu efendiden bir adam ortaya çıktı. Bir düdük öttürdü. Hepsi korkup birer köşeye çekildiler. Efendiden adam, bir sandalye aldı, bir kenara oturdu. Gazetecilerle teksütler de arkasi ağlı direkleri paylaşıp durdu - lar. y Hele şu gazetecileri bir öğreneyim de- dim. Ağlı direğin önünde gözlüklü bir. L görebilecek miydi de oraya koymuşlar- dı. Hele onun önünde başı saçsız bir şiş- man duruyordu. Hani usta marangoz e- line geçse usta marangoz onu keser, bi - çer de sekiz adam meydana getirirdi. Bir kısa boylu şişman daha vardı. Yalvardı, yakardı: — Oynıyacağım da oynıyacağım! Dedi, amma nedense oynatmadılar. Bir tanesi çok horozlu idi. Adı Naci Sadullahmış. Kimseye sormadan meyda- nın ortasına çıkmıştı. Ben bunlara ba - karken sandalyedeki adam bir düdük daha çaldı. ütlerle gazeteciler bir - birlerine girdiler. Hepsi birbirinden topu kapmak istiyorlardı. Amma da becerik- siz şeylermiş. Topa vuruyorlar, vuru - yorlar amma bir türlü istedikleri tarafa atamıyorlardı. Bir aralık: — Gol! Diye bağırdılar. Merak etirm. Acaba kim düştü de kolu altında kaldı? Sonra- dan öğrendim. Meğer top arkası ağlı di- reklerin arasına girerse böyle denirmiş. Bir buçuk saat didindiler. Nihayet bu iş te bitti. Gazeteciler kazanmışlar.. El- bette kazanırlar. Tekaüt adamlar, ne ol- sa ihtiyar sayılırlar. Gazeteciler öyle mi? — Bittiyse gidelim! dedim. — Olmaz, dediler, şimdi ecnebi bir ta- kımla Galatasaray oymyacak. — Bunun ardı arkası gelmiyecek, be « nim evimde işim var, gücüm var, fazla oturamam. Kapıdan çıkıyordum. Keşşaf Saim, ka- pının önündeydi: — Ayol oğlum, dedim, sen keşşaf mı- sın? — Keşşafım ya teyze! — Hani senin keşşaf elbisen? — Evde! aa ağea ü şedie ai İi eei ei aa Otomo Romanyada Sayfa > bil ile — İstanbuldan Avrupaya gece hayatı Yazan: Vasfi Rıza Zobu » Bükreşte iken bir revü tiyatrosuna git- miştim, Bahçede oynuyan bir teşekkül. O kadar güzel ki: Hayran oldum.. Sahne - nin en ufak noktasına kadar ihmai et - memişler: Dekorlar, ışıklar, kostümler enfes.. Oynıyanlar da fena değil.. Kala - balıkça bir de orkestrası var.. Kendi ken- dime dedim H' Bir bahçede oynıyan re- vü tiyatrosu bu kadar güzel ve bu kadar bilgili olursa, acaba nasyonal tiyatrosu nasıl olur?. Fakat Krayavada gördüğüm beni büsbütün şaşırttı.. Habip Haşim dostumuzun yardımile lâstik yenileme işini hallettikten sonra aç ve akşam yemeğine ihtiyacım oldu. ğunu hissettim.. Dediler ki: Falan yerde bir bahçe vardır.. Orada hem yemek ye- nilir, hem de numaralar vardır, seyredi- lir.. Krayava gibi küçük bir şehirde yapı- lan varyete numaraları intipüften — bir şey olacak amma, zarar yok, bir de kö- tüsünü görelim, dedik, bahçeyi bulduk.. Bizden daha müterakki ve daha muk - tedir olmıyan milletlerde bizim yapa - madığımız şeyleri görmek bana bir hü- zün veriyor, Nasil vermesin ki: Bütün masalar tıklım tıklım dolu. Herkes ye - mek yiyor, bir şeyler içiyor.. Dokuz ki - şilik bir orkestra sahnenin önüne dizli- miş: İstanbul gazino ve bahçelerindeki orkestraların hepsinin fevkinde.. Perde açıldı!. Burası bir varyete bahçesi de - ğil, mükemmel bir revü tiyatrosu. Bük- reşte gördüğümün küçük bir nümunesi.. Müzik güzel, danslar güzel, kadınlar ân, erkekler de güzel.. Fakat bunların hepsi- nin üstünde halk ta güzel.. Ne bir tabatr patırtısı, ne yüksek sesle konuşan — biz saygısız, ne de nr_ı’atkin alkışlamıyan bir tenbel var. Halk san'atkâra, san'atkâr halka öyle uymuşlar ki.. Biliyor musu - nuz ki bütün bu güzel şeyler küçücük bir şehirde, meselâ Adapazarı kadar bir kasabada görülüyor.. Halbuki bu teşek- külü değil Adapararında, İzmirde, An- karada, hattâ İstanbulda bile bulama - yız! Düşünün ki, burası küçük bir şeh- rin bir lokanta bahçesi. Oytıyanlar da, çalanlar da, her halde Romanyanın ikin- ci, üçünecü derecedeki san'atkârları. Ba- kıyorum: Kıyafetleri düzgün, kostümle- ri yeni ve şık, dekorları masraflı. Demek ki müreffeh yaşıyorlar.. Sem'atkârı da — Onları giydiğin zaman bizim evin | refaha erdiren halktır.. E böyle halk ta önünden de geç te göreyim de alkışlıya- yım, olur mu oğlum! — Peki teyze! Dedi: Ben de çıktım; tramvaya bin - dim.. Evime döndüm. « İsmet llııl-llıi — Artık şarkı söylemiyor musun? — Doktor menetti. — Üst kacta oturan doktor menetti öyle mi? işte böyle san'atkâra ve böyle san'at te - şekküllerine lâyıktır!. Yoksa Erenköy, Bakırköy, Yeniköy gibi sayfiye yerle- rinde oynıyan küçük tiyatroların seyirci Şehzıdebâşı umümi Helâ istiyor Şehzadebaşında — okuyucualrumızdan Kemal bize yazdığı bir mektupta bütün Şehzadebaşı esnafının müşterek bir der- dinden bahzediyor. Bu semtte bir tek he. V& yoktur. Buradaki esnaf ancak Akma - raya veya Saraçhanebaşı'na — giderlerse dertlerini muvakkaten gidermiş olurlar. Gideremiyen bazı osnaf ise belediye tara- fından cemalandırılıyor. Okuyucumuz Şeh zadebaşına bir helâ yaptırılmasile bu va- ziyetin Önüne geçileceğini söylüyor. Sümer bank umum müdür! nazarı dikkatine Ankarada memurlar koperatifi kargı- sındaki çıkmazda $ numarada oturan o- yerlerini dolduramıyanların 0 sahne d den; dekor, kostüm ve fazla san'at iste - meğe hakları da yoktur.. «Rüzgür esme )' dikçe yaprak kımıldamaz» derler.. «Halli rağbet etmedikçe bizde de böyle güzeli şeyler olrüaz!» derim... Balkanlar da da- hil olduğu halde hiç bir şehir görmedim ki gazinosu, lokantası, çalgılı çalgısız u—] yatrosu tenha olsun.. Bütün gezme, ha-' va alma, zevk duyma yerleri lebaleb do- lu... Medeni bir insanın gitmeğe ve gör- meğe muhtaç olduğu yerler adam almı« yor.. Lünaparklar, plâüjlar, yüzme ha -| vuzları da yaşamasını bilen insanlarla kaynaşıyorlar,.. Halbuki hiç unutmam ge- çen sene Yalovaya gittiğim zaman açık havuza giren dört kişi idik, Biri kadın, Üüçü erkek!.. Bir şehrimizdeki modern o- telin havuzu erkek ve kadın beraber gi- rilmek için yapılmış.. Bu rivayet çıkınca kadınlar gelemediği gibi, karılar da ko-' calarını göndermez olmuşlar!.. Halbukl bütün bü gibi ufak tefek şeyler birbıri ni tamamlar.. Spor sahaları, plâjlar, ha- vuzlar, bahçeler dolacak, halk münferit yaşamaktan kurtulup topluluktan, hep! bir arada olmadan zevk duyacak ki ti - yatro, konser ve resim sergilerini de göre mekten zevk duysun.. Halbuki maalesef, bizde dört arkadaş bir masa başını top- lanıp kumar oynamağıı, bakaldan bir . şi- şe rakı alıp evinin odasında sarhoş olma-, ğı, hep beraber olmağa tercih ediyor.. ı İslâmiyeti kurarken Peygamber bile topluluğa ehemmiyet vermiş, camide ce- maatle namaz kılmağı, evinde yalnız kıl- maktan daha üstün tutmuştur. Hiç şüp- he yok ki haç ta bunun için en yüksek ibadetler arasına konmuş ve bu sayede senenin muayyen bir zamanında cihanın dört bir yanından ayni dindeki insanları hep bir araya toplamıştır.. Asırlarca ev« vel bunun lüzümlü olduğunu görüp din? nizamlar altında tatbik ettirdikleri hale de, bizler bugün bile, meden! bir asır «' dayız diye bar bar bağırmamıza rağmen bunun lüzumuna kani değiliz. Büyüğü- müz bir nutkunda anlatmıştı ki: Güzel san'atları olmıyan milletler ilerliyemez- ler, Evet amma; asri ihtiyaçları duymt. yan milletlerin de güzel san'atları hiç bir zaman ilerliyemez.. İ Bu büyük noksanımıza bir çare ara- malıyız. Ucuzlatmak mı lâzım; birbirke mizi teşvik mi, yoksa devletin tazyikk mi, her neyse, ne lâzımsa yapsak ta, bu. ehemmiyetsiz gibi görünen en echemmi - yetli işi bir hale, yola koysak... Vasfi R. Zobu kuyucularımızdan Baki Erdimç altı ay kâa dar evvel Sümer bankın gazetelerde Ka- FYabük için ustâbaşı aradığını okumuş, Sivastaki işini bırakmış, Ankaraya gel - miş, bütün evrakı ile bankaya müracaat eli Fakat «an beş gün sonra gelinizia ce e karşılaşmış, evrakı orada oldu - Bu için bir işe giremiyor, amelelik yapı « yormuş. Okuyucumuzun istediği gey var: Ya müsbet veya menfi bir cevap verilsin kâfi.. 'Tifo haplarında ihtikâr mı yapılıyor? Avukat okuyucularımızdan - biri biae yarzdığı bir mektupta, ccza — depolarında tifo haplarının $0 kuruşa satılmasına mü- kabil eczanelerde müşteridin bunun için seksen kuruş istendiğini söylüyor ve Sıha hat Bakanımızın nazarı dikkatini celbe- diyor, tek bir ,

Bu sayıdan diğer sayfalar: